Lorekeeper

SAVAŞLA GEÇEN BİN YIL – BÖLÜM 2: ZÜMRÜT YILDIZ

Dorus oğlu Turalyon, öne çık. Vakit geldi.

Turalyon Işık huzmesinin içine adım attı. Yalnız değildi. Alleria onunla birlikteydi.

Işık’ın yolu her evladı için farklıdır. Seni nasıl buraya getirdiğini anlat.

“Lordaeron soylularından biri olarak dünyaya geldim. Henüz bir çocukken Işık’ın yolunu öğrenmek için eğitim aldım ve bir rahip oldum; hastaları ve yaralıları iyileştirdim. Dünyam işgal edildiğinde silah kuşandım ve Gümüş El’deki kardeşlerimle birlikte Işık’ı savaş meydanlarında nasıl kullanabileceğimi öğrendim.”

Peki şimdi ne yapacaksın?

“Öleceğim güne kadar Işık’a hizmet edeceğim. Bunu yapacağıma yemin ederim.”

Öyleyse Işık seni kutsayacaktır. Hazırlanmak için kendine biraz zaman tanı.

Alleria, Turalyon’un ellerini hafifçe sıktı. Turalyon’un avuç içleri yere bakıyordu, Alleria’nınkiler ise yukarıya doğru açılmıştı. Işık ikisinin de üstünde parlarken yüz yüze duruyorlardı.

“Heyecanlı mısın?” diye sordu Alleria.

Turalyon gülümsedi. “Evet.”

Xe’ra’nın varlığının zarif tınıları etraflarını sardı. Eski yaşamın artık geride kaldı. Işık sana yeni bir yaşam yaratacak.

“Hazırım, Xe’ra.”

Işık, Turalyon’un üstüne çöktü. Alleria eşinin uyumlu ancak güçle çarpan kalp atışlarını hissedebiliyordu. Turalyon’un elleri kadınınkileri sıkmaya başladı. Teni gittikçe ısınıyordu.

Işık zihnini kurcalamaya başladı. Turalyon geri çekilmedi. Xe’ra’nın sözleri sessizliği doldurdu.

Işık sana irfan sağlayacak. Işık senin yaralarını iyileştirecek. Işık sana yazgını gösterecek.

Turalyon bir anda olağanüstü biçimde hareketsiz kaldı, elleri ağırlığını bırakmıştı. Alleria biliyordu ki eşinin zihni yaradılışın engin okyanusunu boyunca yüzüyordu.

“Ne görüyor?” diye sordu fısıldayarak.

Bir kişi Işık’ın yolunda yeniden hayat bulduğunda geçmişini görür. Ardından gelecekten kesitler görmeye başlar.

“Umarım iyi haberler getirir.”

Yakan Lejyon var olan her şeyin kaderini değiştirdi. Ancak kader bir kere değiştiğine göre daha sonra tekrar değişebilir. Bu ise sen, Turalyon ve Işık’ın Ordusu’nun geri kalanı gibi canlılar sayesinde gerçekleşebilir.

“Işık’ın izniyle.”

Alleria biliyordu ki Turalyon’un geri gelmesi uzun sürecekti. Gözlerini kapadı. Zihninin serbestçe dolaşmasına, her zaman aradığı şeyi bulmaya çalışmasına izin verdi. Bugün o aradığı şeyi bulacaktı.

Çeşitli görüntüler zihnini doldurdu. Bir görü olamazdı -hayır, yaşananların veya yaşanabileceklerin işaretleri değildi. Gördükleri şu anda gerçekleşiyordu. Bundan emindi.

Alleria, yaşanan savaşların enkazı üzerinden henüz tam anlamıyla temizlenmemiş, inşa edilmekte olan bir şehir gördü.

Stormwind. Stormwind olmalıydı. İnsanlar şehri tekrar inşa etmeye başlamışlardı. Güneşli, ışıl ışıl bir gündü. Şehrin duvarlarına giden yol insan kalabalığıyla doluydu; askerler, siviller, soylular oradaydı. Önlerinde yüksek rütbeli kişiler duruyordu. Çeşitli sancaklar gördü: Stormwind, Lordaeron… ve Quel’Thalas. Elflerin sancağının önünde ise kız kardeşi Sylvanas bulunuyordu.

Alleria’nın kalp atışları bir anda hızlandı. Orda’nın işgali sırasında Windrunner soyunun birçok üyesi ölmüştü. Sylvanas, hayatta kalan birkaç kişiden biriydi. Hâlâ bir liderin nişanını taşıyordu. Silvermoon’un Korucu-Generali. Alleria’nın ruhu gururla okşandı.

Stormwind’in duvarlarının ötesine sıra hâlinde heykeller dikilmişti. Alleria hepsinin suretlerini tanıdı. Kurdran Wildhammer oradaydı. Danath Trollbane. Başbüyücü Khadgar.

Ve Turalyon da aralarındaydı. Hemen yanında ise Alleria’nın heykeli bulunuyordu.

İttifak, Draenor’da kalan herkesin öldüğüne inanıyor olmalıydı. Alleria seferin birçok üyesinin hayatta olduğunu biliyordu. Işık sayesinde bunu görmüştü… ancak belli ki Azeroth’a geri dönüş yolunu bulamamışlardı.

Alleria bilincinin kalabalığın üzerinde süzülmesine izin verdi. Hepsi yukarı doğru bakıyorlardı. Evet, aralarındaki bazı elfleri tanıyordu. Savaşçılar. Yoldaşı olmuş avcılar. Büyücüler. Dostlar.

Ve tam da orada, bir paladinin omuzlarında oturan küçük bir çocuk vardı.

Arator.

Oğlu hâlâ küçük bir çocuktu; öylesine ufacıktı ki. Savaş için onu geride bırakmak zorunda kaldığında sadece birkaç aylıktı. Arator için o zamandan beri yalnızca birkaç yıl geçmişti. Gözleri kocaman açılmıştı, başı eğikti. Hatırlamadığı bir yüze bakıyordu. Alleria, göz kapaklarının altında yaşların biriktiğini hissetti.

Onunla konuş.

“Ne diyeceğimi bilmiyorum.”

Işık sayesinde sadece birkaç kelimeden çok daha fazlasını söyleyebilirsin.

Alleria anlamıştı. Oğlunu kollarında tuttuğu o değerli birkaç ayı düşünmeye başladı. Zihninin bu hatıralarda yüzmesine izin verdi ve evladı için duyduğu o saf, o sonsuz sevgiyi kucakladı.

Işık sayesinde bu hissi oğluyla paylaştı.

Arator’un etrafa baktığını gördü. Gülümsediğini de… Hemen ardından Arator, tekrar Alleria’nın heykeline baktı ve eliyle ona uzanmaya çalıştı. Bebekken annesinin çenesine dokunabilmek için yaptığı hareketin aynısıydı. Alleria öylesine yoğun bir neşeyle dolmuştu ki canı acıyordu.

“Yüzümü bilmiyor.”

Yüzünü görmek için buraya tekrar ve tekrar gelecek. Ve senin onu ne kadar sevdiğini anlayacak.

“Teşekkürler, Xe’ra.”

Turalyon’un yolculuğu sonuna yaklaşmak üzereydi. Işık, içinden yansıyarak parladı. Gözlerini açtı; bir anlığına da olsa ışıldadılar. Başını kaldırdı ve derin bir nefes aldı.

Alleria ritüelin bittiğini biliyordu. Turalyon’un kalp atışları hiç olmadığı kadar güçlüydü; her biri Işık’ın kudretiyle gürlüyordu. “Tekrar hoş geldin. Nasıl hissediyorsun, Turalyon?”

“Hayatımda sanki ilk defa uyanıyormuşum gibi.” Gözleri yaşlarla doluydu. “Arator’u gördüm. Büyümüş, bir paladin olmuştu; kızıl bir göğün altında aşağıya, bana doğru bakıyordu. Onunla gurur duymaktan başka bir şey hissedemedim. Haklıydın, Alleria. Onu tekrar görmek bizim kaderimizde.”

Alleria’yı kendine çekip sıkıca sarıldı. Alleria kollarını onun boynuna dolarken adamın göz yaşları yanaklarına düşüyordu.

Turalyon, Xe’ra ile konuşurken sarılmaya devam etti. “Zümrüt yıldızı gördüm. Yakan Lejyon’a karşı olan savaşımız orayı en sonunda bize gösterecek. Sabırlı olmamız gerek.”

O zaman kaderin yolunda ilerliyoruz demektir. İyi iş çıkardın, Turalyon.

Xe’ra iyi haberleri Işık’ın Ordusu’nun geri kalanına ilan etti.

Turalyon… Azeroth’un evladı… Lordaeron insanı… Gümüş El’in paladinlerinden biri… Kendisi bugün fâniliğin sınırlarını geçti. Yaradılışın ebedî muhafızlarından biri olmaya layık görüldü.

Işık ile yeniden hayat buldu.

Diğerleri bir an sonra hemen yanındaydılar, onu tebrik edip kucakladılar. Hâlihazırda silah arkadaşıydılar. Beraber çarpışmış, beraber kan dökmüş, kaybedilen yoldaşlar için beraber yas tutmuşlardı. Ancak Turalyon artık sadece Işık’ı kullanan biri değildi; diğerleri gibi onunla bir olmuştu.

Lothraxion Turalyon’a yaklaştı ve tıpkı insanların yaptığı gibi elini sıktı. Alleria gizlediği bir gülümsemeyle izledi. Lothraxion günler önce Alleria’ya el sıkışmanın nasıl yapıldığını öğretmesi için ısrar etmişti. Beklenti dolu bir gülümsemeyle kendisine döndü. “Nasıldım?”

“Fevkaladeydin. Lordaeron maiyeti kesinlikle oldukça kibar biri olduğunu düşünürdü.”

“Senin yükselişin de gelecek, Alleria. Bunu biliyorum.”

“Işık’ın izniyle,” diye yanıtladı Alleria. Ancak Turalyon gibi çocukluğundan beri Işık’ın yolunu öğrenmek için çabalamış birinin bile bu onura erişmesi için böylesine uzun bir zaman geçtiyse kendisininkine daha çok vakit vardı. Bu onu rahatsız etmiyordu. Işık bugün ona huzur vermişti. Artık oğlunun tüm hayatının onu tekrar görmeden geçmeyeceğini biliyordu.

Onlar yolculuklarına başladıklarından beri Azeroth için yalnızca birkaç yıl geçmişti. Alleria ve Turalyon için ise kırk yıldan uzun bir süre olmuştu.

Işık’ın Ordusu, Alleria ve Turalyon’u aralarına aldığında onları yeni yuvalarına götürmüştü: Xenedar. Olağanüstü bir gemiydi, Işık’ın en maharetli beyinleri tarafından inşa edilmişti; Çarpık Düzlem’de seyahat edebiliyordu ve sakinlerini uzun yolculuklar boyunca idame edebiliyordu. Aynı zamanda Işık’ın geriye kalan en büyük ve Yakan Lejyon’a karşı savaş açabilecek tek sığınağıydı.

Alleria ile Turalyon, kısa bir süre sonra ordunun Lejyon kalelerine yaptığı saldırılara katılmaya başladılar. Ancak öncesinde Çarpık Düzlem’deki hayata uyum sağlamaları gerekiyordu.

Zamanın dengesiz ilerleyen akışı, güçlükle üstesinden gelinebilecek beklenmedik bir zorluktu. Azeroth’ta bir hafta geçerken Alleria ile Turalyon için bir aylık bir zaman geçmiş oluyordu. Ya da on ay. Ya da daha fazlası. Yıllar birbirine karışıyor gibiydi.

Ancak kesinlikle boş vakit geçirmiyorlardı ve en azından bu, odaklanmalarına yardımcı oluyordu. Turalyon, askerî stratejileri öğrenebilmek adına Eksarhlar Konseyi’ne katılmıştı. Birkaç yıl sonrasında kutsal güçle donatılmış yeni bir silah, bir kılıç dövülmesini sağlamak için Xenedar’ın demirci ustalarıyla çalışmaya başladı. Bu da silahı kullanmakta ustalaşması için durmak bilmeksizin alıştırma yapması gerektiği anlamına geliyordu.

Alleria ise kendi eğitimleriyle uğraşıyordu. Kutsal savaş teknikleri üzerinde çalışıyordu.

Alleria ve Turalyon’un bakış açısıyla geçen iki yıl içerisinde okları, Işık’ın gücüyle çevrelenmişti. Yayını ve oklarını tamamen ardında bırakabilirdi; ancak ailesinin yadigârı olan Thas’dorah’ı kötücül güçlere karşı verdikleri savaşlara taşımak onu mutlu ediyordu. Lothraxion da bunu destekliyordu. “Hepimiz savaşa giderken geçmişimizden bir parça götürürüz ancak çok azımız bunu bir silah olarak kullanabiliriz,” diyordu.

Lothrazion bir nathrezimdi; ırkı çok uzun bir süre önce Lejyon tarafından köleleştirilmişti. Alleria için çok geçmeden yakın bir dost ve fevkalade bir bilgi kaynağı hâline gelmişti. Işık tarafından arındırılmadan önce binlerce yıl boyunca Lejyon için savaşmıştı ve bu yüzden nasıl düşündüklerini, nasıl hareket ettiklerini ve nelerden korktuklarını biliyordu.

“Yakan Lejyon, Işık’tan korkmuyor,” dedi.

Alleria başını iki yana salladı. “Gerçekten o kadar kibirliler mi?”

“Sargeras Işık’ı çoktan mağlup ettiğine inanıyor.” Lothraxion keyifsizce gülümsedi. “Gerçekten yok etmek istediği şey ise Gölge. Bu, uzun zaman önce benim görevimdi. Lejyon adına Hiçlik’in yaratıklarını avlıyordum. Çok tehlikeli bir işti.”

Nathrezimin ne anlatmak istediğini şahsen görmesi Alleria için fazla vakit almadı. Kendisi Draenor’u terk ettikten yaklaşık elli sene sonra Işık’ın Ordusu, Lejyon’un hapishane olarak kullandığı bir dünyaya baskın yaptı. Vardıklarında iblislerin hepsi çoktan ölmüştü. Temelli ölmüşlerdi. Çarpık Düzlem’e çekilip katledilmişlerdi. Ölümsüz bir iblis ruhuna sonsuz istirahati sağlamanın tek yolu buydu. Esirler bile öldürülmüştü.

“Bu, Gölge’nin işi,” dedi Lothraxion. “Tedbirli ol.”

Hayatta kalan birilerini bulabilmek adına mekanı dikkatlice aradılar. Alleria kan lekeleriyle dolu sıra hâlindeki hücreleri incelerken gölgenin canlı bir avatarı bir anda karşısında vücut buldu. Cisimsiz elini boynuna doladı ve zihnine karanlık büyüler çarparak saldırdı; onu öldürmeye çalışıyordu.

Alleria kendisine saldıranın üzerinde Işık’ın gücünü kullanmakta gecikmedi. Ancak o anda, Gölge’nin dokunuşu üzerindeyken zihni başka bir yere sürüklendi.

Bir an sonra.

Başka bir dünyanın üzerinde uyandığını gördü. İblislerle dolu bir dünya… Sadece ismini duyduğu bir dünya… Argus.

Bir an sonra.

Zümrüt yıldızın karşısında duruyor, dehşet verici ısısını yüzünde hissediyordu. Yıldız, kendisine uzanıyor, yardım için dileniyordu.

Bir an sonra.

Kendisinin bir uçurumdan atladığını, yolculuğu boyunca yüzünde bir gülümsemeyle mutlak karanlığa doğru düştüğünü gördü. Gözlerinde huzur vardı.

Derken Işık, kendisine saldıranın üzerine düşerek onu derhâl yok etti. Nefesi kesilmiş bir şekilde yere düştü. Turalyon hemen yanına koştu. Işık bedenine akarak acısını azalttı. “Alleria! Ne oldu?”

Alleria ayağa kalkarken alaycı bir ton takınmaya çalıştı. “Tedbirli olmam gerektiği konusunda uyarılmıştım. Belki bir dahaki sefere dinlerim.”

Ne gördüğünü Turalyon’a anlatmadı. Kendisi bile anlamamışken nasıl anlatabilirdi ki? Işık tarafından bahşedilen herhangi bir ön görü kadar gerçekti; ancak kutsal bir görü olmadığı kesindi. Işık ve Gölge, ruhunda çarpışmışlardı ve böylece Alleria da bir anlığına doğru bir şeye şahit olmuştu. Nasıl olduğunu ise izah edemiyordu.

Takip eden birçok hafta boyunca Alleria, Lothraxion’dan Gölge hakkında daha fazla şey anlatmasını istedi. Nathrezim savaştığı yaratıklardan bahsederken kasvetle doldu.

“Köleliğin nasıl bir şey olduğunu biliyorum. Ancak Lejyon’a hizmet etmek, Hiçlik-yaratılarınin katlandıklarının yanında merhametli kalır,” diye homurdandı. “Ya o yozlaşmış yaratıkların hâli? Bir zamanlar özgürlüğün ne olduğunu bilen o canlıların? Işık ruhlarına şefkat göstersin. Bir kez yüreğinde Gölge’ye yer açarsan sonu delilikle bitecektir.”

Söyledikleri Alleria’nın umduğu türdendi. “Yazık. Hiçlik’in yozlaşmışlığına karşı koyabilecek birileri olduğunu düşünsene. Lejyon’a karşı mükemmel bir müttefik olurlardı.”

Lothraxion söylediklerini düşündü. “Ben olsam Xe’ra’nın duyabileceği yerlerde bu tarz şeyler hakkında konuşmazdım. Ayrıca söylediğin türden canlılardan çokça bulabileceğini pek sanmıyorum. Hiçlik’in gücünü kullanmak, daha fazlasının istenmesine yol açar. Tuzak da işte tam olarak budur. Daha fazlasını, çok daha fazlasını isteyip durursun. Bu da seni kayboluşun sınırına getirir. Bir kez Gölge’yi kullanmaya başladın mı ona ait olursun. Bu neredeyse her zaman kaçınılmaz yol olmuştur.”

“Neredeyse derken?”

“Biri vardı…” Lothraxion geçmişi düşündü. “Diyar-Gezen. En azından biz ona bu ismi vermiştik. Hiçlik’in güçlü ustalarından ancak bildiğimiz kadarıyla yine de onun kapanına düşmemiş biri. Yakan Lejyon onu yakalayabilmek adına sayısız can verdi. Neredeyse ben de onlardan biri olacaktım.”

“Seni öldürmediği için minnettarım.”

Öldürdü aslında. Ancak bunu yaparken beni Çarpık Düzlem’den çekti.” Lothraxion yaşadığının anısı hatırlayarak güldü. “Benim için ‘eşi benzeri olmayan bir yazgı’ gördüğünü ve tekrar doğmamı istediğini söyledi.”

Diyar-Gezen. Alleria bu ismi hatırlayacaktı. Ancak bir soru daha sormadan edemedi. “Lejyon için kaç kere öldün?”

“Sayısını unuttum.” Kadına doğru sırıttı. “Ruhunun süzüldüğünü hissetmek bir bakıma keyifliydi. Ancak sonra Argus seni geri çekerdi ve hataların yüzünden cezalandırılırdın. O kısım pek keyifli değildi.”

Alleria, Lothraxion’un anlattıklarını enine boyuna düşündü. Belki de Lejyon ile savaşmanın yeni bir yolu vardı. Nasihat alabilmek için Xe’ra’ya gitti.

“Diyar-Gezen ve onun gibi canlıları bulmak istiyorum,” dedi Alleria. “Yakan Lejyon’un düşüşünü görmeyi en az bizim kadar istiyorlar.”

Alleria karşı çıkılmasını bekliyordu. Ancak ültimatom verilmesini beklemiyordu.

Şunu aklına iyice sok, Alleria Windrunner. Işık asla Hiçlik ile iş birliği yapmaz. Gölge ile sağlanabilecek herhangi  bir ittifak yoktur. Uğruna çabaladığı tek şey evrendeki tüm ruhları yok etmek veya köleleştirmektir. Her şeyi tüketmek ister.

Alleria, Xe’ra’nın bu şuursuz tiksintisine şaşırmıştı. “Tehlikenin farkındayım. Ancak ben bir avcıyım. Avım gibi düşünürüm. Şu anda Yakan Lejyon ile savaşıyoruz ancak bir gün Hiçlik’le yüzleşmek zorunda kalacağız. O savaş başlamadan önce Hiçlik yaratıklarının nasıl düşündüğünü öğrenmeyi tercih ederim.”

O savaş zamanın kendisinden önce başladı bile. Şüphen olmasın, Alleria: eğer Hiçlik ile temas kurmanın yollarını aramaya başlarsan kaderin mahvolacak. Turalyon’u kaybedeceksin. Arator’u kaybedeceksin. Silvermoon’u, Azeroth’u ve değer verdiğin her şeyi kaybedeceksin. Işık ve Gölge asla bir arada var olamaz. Hiçlik’i nasıl alt edebileceğini zaten biliyorsun. Bilmen gereken tek şey de bu.

“Anlıyorum, Xe’ra.”

Naarunun sözleri yeterince açıktı. Ancak Alleria gördüklerini aklından çıkartamıyordu. Argus topraklarında yürüyecekti. Zümrüt yıldızı görecekti. Ve sonrasında da karanlığa düşecekti. Bu görüler yazgısından birer parçaydı ve Gölge’den doğmuşlardı.

Gördüğü diğer şeyler de kaybolup gitmemişti. Arator’u tekrar göreceğinden hâlâ emindi. Yakan Lejyon’un alt edileceğinden hâlâ emindi.

Işık’ın takip eden yıllarda kendisine daha net cevaplar vermesini umut etti.

Ancak asırlar geçti ve hiçbir şey olmadı. Savaştı, baskınlar düzenledi; fakat herhangi bir cevapla karşılaşmadı.

Ve ardından birdenbire bekleyişi sona erdi.

Yakan Lejyon, Draenor’dan geri kalan ve Ötediyar olarak adlandırılan toprakları işgal ediyordu. Azeroth kuvvetleri, Cehennem Ateşi Yarımadası’nın sınırında çaresiz bir savunma gerçekleştiriyor, Kara Geçit’in birkaç adım ötesinde saflarını tutmaya çalışıyorlardı.

Alleria ile Turalyon, Çarpık Düzlem’de beş yüz yıldan fazla zaman geçirmişlerdi. Azeroth için bu, İkinci Savaş’tan beri geçen yaklaşık yirmi yıldan ibaretti; en fazla bir nesillik bir süreydi. Kahramanları yine çetin bir savaşla karşı karşıyalardı.

Ancak Alleria için bu bir fırsattı. Turalyon ve Xe’ra ile özel olarak görüşmek istedi. Onlara -özellikle de Turalyon’a– yalan söylemek içini acıtıyordu ancak doğruyu söylerse reddedileceğini biliyordu.

“Geçen yıllar boyunca çeşitli rüyalar görüp durdum. Belli belirsiz rüyalar. Kendimi Argus’ta yürürken görüyorum. Sonrasında ise zümrüt yıldızı.” Alleria emin olmadığını gösterirmişçesine ellerini iki yana açtı. “Yanlış olduklarını düşündüm. Argus çok iyi korunuyor. Ya da korunuyordu.”

Turalyon ne demek istediğini hemen anladı. “İblisler Ötediyar’ı işgal ediyorlar. Argus’u bir daha bu kadar savunmasız bulamayız.”

Alleria, Xe’ra’nın karşı çıkmasını bekliyordu. Ancak çıkmadı.

Siz bize katılmadan önce gördüğüm de buydu: Azeroth’tan gelen iki parlak ışığın zümrüt yıldızı beraber bulduğuydu.

Alleria bir an çekindi. İstediği bu değildi. “Yalnız gitmeliyim. Bir kişi Argus’a sessizce giriş yapabileceği bir noktayı iki kişiye nazaran çok daha kolay bulabilir.”

Turalyon yalnızca ona gülümsedi. “Sana yetişemeyeceğimi düşünüyorsun. Çok kırıldım.”

“Hiçbir şeyi kesin bir şekilde görmedim, Turalyon. Başka kimseyi riske atmanın anlamı yok.”

Kaderine karşı gelme, Alleria. Sen oraya vardığında ne olacağını göremiyorum; ancak Lejyon’a karşı verdiğin şavaşa devam edeceğini biliyorum. Beraber gidin. Argus’ta ölmeyeceksiniz.

Böylesine resmi bir beyandan sonra tartışmaya yer kalmamıştı.

Alleria ile Turalyon, Çarpık Düzlem’in derinliklerine doğru yola çıktılar. Xenedar’ı silindir şeklindeki bir kapsülle terk ettiler. Işık onları ayakta tutuyordu. Yolculukları sessizdi. Gizliydi. Ve yavaştı. Argus’a ulaşmaları uzun zaman alacaktı ve içinde bulundukları kapsül de tek kaçış yollarıydı.

Yolculuk ederlerken Alleria, Turalyon’a gerçeği anlattı. En azından bir kısmını.

“Gördüğüm görüler Işık’ın yoluyla gelmedi. Bu yüzden tek başıma gitmek istedim,” dedi.

Turalyon pek endişelenmemişti. “Her nereden gelmiş olurlarsa olsunlar, Xe’ra onların doğruluğuna inandı. Bu benim için yeterli,” dedi. “Evrende farklı güçler var. Eğer Lejyon’u yenmek için Işık’a yardımcı olacaklarsa şahsen hiçbir itirazım olmaz.”

“Xe’ra’nın olurdu.”

Turalyon’un dudaklarında bir gülümsemenin izleri belirdi. “Onun bilgeliğine güveniyorum. Ancak senin içgüdülerine de aynı şekilde güvenim tam.”

Çarpık Düzlem boyunca uçtular. Alleria, olur da yaparsa kendi hatası yüzünden Turalyon’un acı çekmemesi için dua etti.

Işık’ın Ordusu, Argus’un yerini çok uzun zaman önce öğrenmişti. Düzlem’in enerjileriyle tamamen çevrelenmiş bir dünyaydı ve bu yüzden ordu da dilediği zaman oraya gidebilecek durumdaydı.

Ancak bulması kolay olsa da içine sızması o kadar kolay değildi. Yakan Lejyon’un ana kalesi oldukça iyi korunuyordu. Lejyon Ötediyar’ı işgal ederken bile durum buydu. Kil’jaeden, tahtını savunmasız bırakmaya yanaşmazdı. Fakat şimdi boşluklar vardı. Dünyanın her karışı korunuyor olamazdı.

Alleria ile Turalyon yolculuklarını bitirdiklerinde Çarpık Düzlem’in kaosu içine gizlenip bir fırsat yakalamak için beklediler. Argus’un bir kısmı titreşen ışıklarla doluydu. Diğer kısımları ise karanlık ve sessizdi.

Turalyon, aracı herhangi bir önemi olabilecek yerlerden uzaktaki bir açıklığa yönlendirdi. Kükürt ve kömürleşmiş kayaların mide bulandırıcı kokusunun içine adım attılar. Burada canlı kalan hiçbir şey yoktu. Yakan Lejyon bu dünyayı ele geçirdiğinde iblisler her yanını temizlemişlerdi.

Turalyon durumu karamsarlıkla dile getirdi. “Işık’ın terk ettiği hiçbir dünya olmadığını düşünürdüm…”

“Argus’a hoş geldin,” dedi Alleria.

Turalyon ufku işaret etti. Büyük bir kanyonun ağzı belli belirsiz görünüyordu. Derinliklerinden sayısız ışık yansıyordu. “Şurası umut vadedici gözüküyor.”

Alleria kendilerini taşıyan kapsülü gösterdi. Xenedar’a gidebilecekleri geçit yarığını açabilme gücüne sahipti. “Ve kaçış yolumuz da bu. Yolu hatırla. Aceleyle ayrılmak zorunda kalabiliriz.”

Hızlıca ancak sessizce ilerlediler. Lejyon onların orada olduğunu öğrenseydi, kaçma imkânları kalmayabilirdi. Sarp arazi, saklanabilecekleri pek çok yer sağlıyordu. Onları seyrek geçen Lejyon devriyelerinden gizleyen yer altı mağaraları ve kayalıklar vardı.

Alleria, Turalyon’un birkaç adım ötesinde ilerliyor, olası tuzakların veya düşmanların izlerini arıyordu. Kanyonun yarısına gelmişlerdi ki durdu ve başını eğdi. “Birileri kısa süre önce buradaymış.”

Turalyon sessizce kılıcını çekti. Alleria ona düz bir bakış attı. “O şekilde değil, tatlım. Bu bir devriye değil. Başka bir şey.” Yakınlardaki bir kayanın dik yüzünü işaret etti. Kararmış kayanın bazı kısımlarında sürtünme izleri vardı. Ayaklarının altında taze küllerden oluşan ince bir tabaka bulunuyordu. Diz çöktü. Küller hâlâ sıcaktı. “Yemek ateşi. Keski izleri. Birileri burada yaşıyor.”

Turalyon omuz silkti. “İnanması güç ama belki Argus üzerinde müttefikler bulabiliriz.”

Alleria umutlu değildi. “Lejyon’un burnunun dibinde yaşayan her kimse saklanma konusunda oldukça usta olmalı. Ve son derece paranoyak. Bizim onları bulmamıza izin vereceklerini sanmıyorum. Yine de…” Kayanın yüzünü dikkatle inceledi. “Dışarıda kalmak onlar için intihar demek olur. Bir yola ihtiyaçları yok mu…? Ah, işte burada.”

Tık.

Aradığını bulmuştu. Gevşek bir taş elinin içinde döndü. Kayanın küçük bir kısmı savrulup adeta bir kapı gibi açıldı ve küçük, dar bir geçit gözler önüne serildi. Alleria memnun bir şekilde başıyla onayladı. “Burada yaşayan birileri var. Lejyon’un haberi olmadan bu şekilde yolculuk ediyorlar.”

Turalyon esintili tünellerde önden gidiyor, yalnızca biraz aydınlık sağlaması için Işık’ın gücünü kullanıyordu. Saatler boyunca duydukları tek ses, kendi nefes alıp verişleriydi. Ne zaman yolda bir çatal ağza gelseler, kanyona doğru bükülenden gitmeyi tercih ediyorlardı. Çarpık Düzlem’de geçirdikleri onca zaman ardından onlara yol gösterecek güneş, yıldızlar ve yer şekilleri olmadan yönlerini bulmayı öğrenmişlerdi.

Kanyona ulaşmak üzerelerken Alleria, tuhaf bir şeyler sezmeye başladı. Zihninde çırpınan bir şey vardı. Turalyon’a baktı. Adam başıyla onayladı. O da hissetmişti.

En sonunda titreşen yeşil ışık önlerindeki yolu aydınlatmaya başladı. Etraflarındaki kayalarda donuk, deli edici bir vızıldama yankılanıyordu. Ve ardından Turalyon bir açıklık gördü. Tünel burada genişliyordu. Alleria’nın fark ettiği üzere doğal yollarla oluşmuş bir şekil değildi. Burada her kim yaşıyorsa Lejyon’u gözetlemek için uçurum kenarına eğri büğrü bir pencere oymuştu. Belki de Argus üzerinde gerçekten bir direniş belirtisi vardı. Turalyon ileriye doğru süründü ve kenardan dikkatle baktı.

Alleria çok gerisinde değildi. “Orada ne var?”

“Bilmiyorum, Alleria. Işık şahidimdir ki bilmiyorum.”

Alleria başını kaldırdı. Kanyona doğru bakıyordu. Burası Argus’un kabuğunun üzerinde yer alan ürkütücü büyüklükte, cehennemvari bir yarıktı; duman ve buharla kaplı olmasına rağmen keskin bir soğuğu vardı. Çekiçlerin, kara büyülerin ve ayak seslerinin tüm gürültüsü ve gümbürtüsü üst üste biniyordu.

Argus’un yüzeyinde de birçok kale görmüşlerdi ancak onlar sadece ileri mevki yerleşimleri olmalıydı. Asıl burası Lejyon’un ordularını güçlendirdiği yerdi. Ocaklar, depolar, iblis barakaları, sayısız diğer birçok yapı, kuyular ve yerleşimler vardı. Hepsi kanyonun zemininde değildi. Lejyon, kanyon duvarlarına da yerleşmişti.

Zihnindeki çırpınma sesi gittikçe yükseldi. Acı verici bir hâle gelmişti. Turalyon’un eldivenleri uçurumun kenarını sıkıca tuttu. “Şuradan geliyor.” Kanyonun savaş makinelerinden uzak, sessiz yapıların gölgeler içinde belirdiği daha karanlık olan kısmını işaret etti. Buradaki mimari daha farklıydı. Ne gördüğünü idrak etmesi Alleria’nın biraz vaktini aldı. Savaşla geçen yüzyıllarda düzinelerce Lejyon kalesi görmüştü. Baktığı şey ise onlara hiç benzemiyordu. O zaman neden bu kadar tanıdık geliyordu?

Gördükleri ona Azeroth’u, ilk Asildoğanlar’dan çok daha önceleri var olan yapıların harabelerini hatırlattı. Onlar titan kalıntılarıydı.

Peki neden Argus’ta titan mimarisi görüyordu?

Ve içinde ne vardı?

Bu düşünce bir şeylerin ilgisini çekmişe benziyordu. Zihnindeki varlık artık çırpınmıyordu. Sessizdi. Onu fark etmişti. Alleria, dehşet verici bir sıcaklık hissetti. Zihin gözünde ateş gördü. Saf güçten oluşan, tuzağa düşmüş ve bulunduğu fel hapisten kaçmak için çabalayan, titreşen ışıklarla çevrelenmiş bir küre gördü.

Hemen ardından varlık durdu. Baktı; dinledi. Alleria’yı görmüştü.

Çığlık attı.

Panik ve dehşet bir dağ gibi zihnini doldurdu. Korku düşüncelerine öylesine ansızın çöktü ki yere devrildi.

“Alleria!” Turalyon onu kenardan çekti. “Ne oldu?”

Bu korku… Bu korku onun değildi. Alleria’ya ait değildi. Bu yüzden acımadan onu bir kenara itti. “O yaşıyor, Turalyon. Işık bize yardımcı olsun, o yaşıyor.”

Turalyon bir anlığına boş baktı; anlamamıştı. Fakat varlık hemen ardından gözlerini ona dikmiş olmalıydı. Bir an ürktü ve inleyip sağduyusunu geri kazanmak için çabalarken sendeledi.

Alleria, kendilerine ulaşmaya çalışan şeyin ne olduğunu görebilmek için zihnini odakladı. Argus’un derinliklerindeki hapiste akıl almaz bir güce sahip bir varlık vardı; yozlaştırıcı yeşil fel alevlerle esir alınmıştı.

“Yo,” diye fısıldadı Alleria. “Zümrüt yıldız bu olamaz.”

“Işık aşkına…” diyerek nefes verdi Turalyon.

Varlık yeniden çığlık attı. Çığlığın gücü ikilinin titremesine sebep oldu. Alleria kanyondan gelen sesleri duyabiliyordu. Hareketlenme vardı. Yürüyorlardı. İblisler kıpırdanmaya başlamışlardı.

“Lejyon bir şeylerin yanlış gittiğinin farkında,” diye uyardı Alleria. Varlık kendi zincirleriyle mücadele ediyordu ve bu yüzden sarsıntılar gezegeni sallıyordu. Kaçamayınca tekrar çığlık attı.

Ancak bu sefer iletişim kurmaya çalıştı. Alleria, varlığın saf duygularının farklı bir şeye yol verdiğini hissetti. Anılar… Tüm yaşamının anılarını tek ve kontrol edilemez bir hamleyle kadına gönderiyordu. O anda, yozlaştırılmış mistik güç kaynağı adeta hemen üstündeyken zihni farklı bir yere seyahat etti.

Bu varlık, Gölge’nin hizmetkârından çok daha güçlüydü. Ardından kader anlarını gördü. Şimdi ise evrenin varoluşunun çok daha ötesindeki bir tarihe şahitlik ediyordu.

Bir an sonra.

Kainata yayılan bir enerjiydi.

Bir an sonra.

Bir güneşin yakınında sıcaklık buldu ve etrafında o büyürken onu koruyacak bir dünya oluştu.

Bir an sonra.

Nesiller boyunca canlılar üzerinde yaşayıp öldü.

Bir an sonra.

İhanete uğradı. Güçlü bir şey tarafından zincirlendi.

Bir an sonra.

Acı… Acı… Çok acıyor… Tek tesellisi rüyalarında yatıyor.

Bir an sonra.

Dünyaları köleleştirdiler. Dünyaları yaktılar. Onun gücünü ölen ruhlarını kaldırmak için kullandılar. Çok acıyor…

Bir an sonra.

Başka bir tane daha buldular. O çok daha güçlüydü. Onu da ele geçirmek istediler. Sonrasında durdurulamaz bir güç olacaklardı.

Bir an sonra.

Yardım istemek için kainata seslendi. İki evlat çağrısına yanıt verdi. İki parlak ışık.

Bir an sonra.

İki parlak ışık… Azeroth’tan gelen. Argus gibi olan bir dünyadan.

Alleria kendisini zorla serbest bıraktı. Bir yanına uzanmış, yatıyordu. Turalyon onu sarsıyordu. “Uyan! Alleria! Uyan! Gitmemiz gerek!”

Uzanıp Turalyon’un omzunu kavradı. “Gördün mü?” diye fısıldadı.

“Neyi gördüm mü?”

Görmemişti. Neden o görmemişti? Neden Alleria görmüştü? “Argus’un bir ruhu var. Bu dünyanın bir ruhu var. Azeroth’un da. Bu yüzden Lejyon onu ele geçirmek istiyor.”

Turalyon’un yüzündeki şaşkınlık Alleria’nınkiyle eşdeğerdi. Yalnızca bir anlığına duraksadı. “Xe’ra ne yapılması gerektiğini bilecektir.” Turalyon gözlerini kapadı ve fısıldadı, “Biz tek başımıza seni kurtaramayız ancak geri döneceğiz. Çektiğin işkenceye bir son vereceğiz. Bunu yapacağımıza yemin ederim, Işık şahidim olsun.”

Alleria tünelin daha derindeki kısımlarına doğru sürünerek ilerledi. İblis çığlıkları havayı doldurdu. Lejyon davetsiz misafirlerin farkına varmıştı. Yalnızca nerede olduklarını bilmiyorlardı. Alleria, Turalyon’un zırhını çekiştirdi. “Eğer şimdi kaçmazsak, bir daha asla kaçma şansımız olmayacak.”

Geldikleri yöne doğru koşmaya başladılar. Lejyon, dünya-özünü rahatsız eden her neyse onu bulabilmek için Argus’un altını üstüne getirecekti. Eğer iblisler Alleria ile Turalyon’dan önce taşıma kapsülünü bulurlarsa bu dünyadan ayrılmak için kullanacakları hiçbir yol kalmayacaktı.

Alleria ve Turalyon’un açık havaya çıkmaları saatler sürdü. Etrafta hiç iblis yoktu. Alleria bir anda yüreğinde umudun ışıltısını hissetti. Belki de çok geç değildi. İkili tek kelime bile etmeden depar atarak yapabildikleri kadar hızlı koşmaya başladılar.

Bir tepeye çıktılar. Kapsül aşağıda, açıklıktaydı; yalnızca birkaç yüz adım ötedeydi.

Dünyalar kadar uzaktaymış gibi duruyordu.

Kapsül, Argus’tan tek kaçış yollarıydı. Lejyon çoktan onu bulmuş, sonu gelmeyen iblis saflarıyla çevrelemişti. Çok fazlalardı. Çok çok fazla.

Alleria ve Turalyon tereddüt dahi etmeden taarruza geçtiler. Başka seçenekleri yoktu. Başka umutları da yoktu. Saldırılarının katıksız yürekliliği onlara biraz zaman kazandırmıştı. İblislerin ön safları boyunca yararak ilerlediler. Ancak yeterli değildi.

Salınan her ok, savrulan her kılıç darbesi iblisleri tek tek indiriyordu. Ancak yeterli değildi. Alleria yayını kavis çizerek savurdu ve bir düzine iblisi kutsal Işık’ın gücüyle yok etti. Ancak yeterli değildi.

“Bizi esir almamalılar,” diye gürledi Turalyon. “Bizi asla canlı ele geçirmemeliler.”

“Geçirmeyecekler de. Sol!” Turalyon soluna doğru eğilirken Alleria, eşinin kafasını yarmak üzere olan bir iblise doğru okunu fırlattı. Daha sonra aynı anda iki ok daha fırlatarak dört iblisi birden indirdi. Ancak yeterli değildi.

Yine de çoktan karar vermişlerdi. Esir alınmaktansa ölmek daha iyiydi. Eğer burada ölülerse Lejyon asla Xenedar’ın nerede olduğunu öğrenemeyecekti. Müttefikleri güvende olacaktı.

Ancak Işık’ın Ordusu ölümlerinden hiçbir fayda göremezdi. Kader gerçekten onları buraya yalnızca ölmeleri için mi göndermişti?

Argus’ta ölmeyeceksiniz.

Xe’ra çok emin konuşmuştu. Ve bir o kadar da hatalıydı.

İlerlemeleri yavaşlamıştı. Lejyon’un sonu gelmeyen askerleri üzerlerine çöküyorlardı. Alleria bir grup eredarın yaklaştığını gördü; fel büyüsünün sarmalları ellerinde birer zincire dönüşüyordu. İkili çarpışarak ölmeden önce onları esir alma niyetindelerdi.

Alleria yine de savaşmaya devam etti. Ancak yeterli değildi.

Sen oraya vardığında ne olacağını göremiyorum…

Yazgısı Xe’ra’dan gizlenmişti. Neden? Xe’ra neden bunu görememişti? Turalyon neden dünya-özünün gösterdiği görüyü alamamıştı?

Neden?

Alleria’nın zihnindeki her şey sessizliğe büründü. Aradığı cevap bir haykırış olarak değil… daha önce hiç duymadığı bir sesin fısıltısı olarak geldi.

…çünkü onlar özgür değiller…

Turalyon Işık ile birdi. Alleria değildi. En azından henüz.

Ve artık biliyordu ki hiçbir zaman da olmayacaktı.

Çarpışma kilitlenmişti. Alleria ile Turalyon ne ilerleyebiliyorlar ne de geriye gidebiliyorlardı. Sona gelinmişti. Işık onları kurtaramazdı.

“Oğlumu tekrar göreceğim,” diye fısıldadı Alleria. Bunun gerçekten olacağını hissediyordu. Akla hayale sığmaz bir olasılığın kıyısındayken bile.

Zihnine fısıldayan sesin nereden geldiğini biliyordu. Onun ne istediğini biliyordu. Ve kendilerini kurtarabilecek tek yolun o olduğunu da biliyordu. Işık’ı kullanarak son kez saldırdı ve önündeki iblisleri temizleyerek küçük bir açıklık yarattı. Sonrasında ise Işık’ın gitmesine izin verdi.

Hiçlik’e uzandı. Karanlık güçler içine aktı. Nasıl kontrol edebileceğini bilmiyordu ancak önemli değildi. Uzaklardaki bir şey onun yerine gerekeni yapıyordu. Uzaklardaki bir şey onun hayatta kalmasını istiyordu. Deli edici fısıltılarının düşüncelerini kapladığını hissedebiliyordu.

Bir anda evrenin en karanlık köşesi kadar siyah, çalkantılı bir geçit belirdi.

Turalyon şaşkınlıkla döndü. İnanmaz gözlerle geçide bakıyordu. “Alleria…?”

Adamın ismini söyleme şekli Alleria’nın yüreğini burktu.

Alleria çaresiz bir çığlık atarak kolunu büküp Turalyon’un boynuna doladı ve onu geçide sürükledi. Adamın geçidin eşiğinden geçerken acı içerisinde haykırdığını duyabiliyordu. Işık ve Gölge bir arada var olamaz.

Turalyon’un kalp atışlarını hâlâ hissedebiliyordu. Hiçlik enerjisinden geçmek onu öldürmemişti.

Geçit arkalarında kapandı. Alleria nefes nefese, tükenmiş bir şekilde elleri ve dizleri üzerine düştü. Başını kaldırıp Çarpık Düzlem’in girdap gibi dönen titrek kargaşasına baktı. Turalyon ile birlikte, ikisi için ancak yetecek kadar toprağı bulunan bir kaya parçasının üzerinde, boşluğun ortasında süzülüyorlardı. Alleria, Gölge’nin gitmesine izin verdi. Deliliğin fısıltıları kayboldu.

Turalyon sırt üstü yatmış inliyordu. Alleria onu izledi. Yaptığı ve yapmak üzere olduğu şeyi düşündüğünde ruhu acıyla sıkışıyor gibiydi.

“Güvendeyiz. Argus’tan çok uzaktayız,” dedi.

Turalyon yavaşça oturur pozisyona geçti. Gözleri Düzlem’in kaosunu algılamaya çalışıyordu. Sonrasında ise karşısındaki kadına baktı. “Ne… Sen ne yaptın?”

Alleria karşılık vermedi. Ona yalan söylemek istiyordu ama yapamazdı. Onu tekrar kandıramazdı.

“Alleria.” Turalyon eşine doğru uzandı. Alleria geri çekildi. “Alleria, lütfen! Neden? Neden?

Kadının sesi sakindi. “Ben de bunu sordum. Neden? Sonra ise anladım. Bugün Argus’ta ölmek kaderimiz değildi. Xe’ra bile bunu biliyordu. Ancak nasıl kaçacağımızı görememişti. Bizi kurtaracak olanın Gölge olduğunu görememişti.”

“Senin kötülüğe düştüğünü görmektense ölmeyi tercih ederdim!”

“Biliyorum. Ancak yine de yazgım değişmedi. Oğlumuzu tekrar göreceğiz. Lejyon’u alt edeceğiz.”

“Alleria…” Turalyon’un sesi dehşete boğulmuştu. “Bunu arkamızda bırakabiliriz. Affedilmeyi iste. Gölge’yi bırakacağına dair yemin et. Xe’ra’nın sana yardımcı olacağından eminim.”

Turalyon anlamıyordu. Alleria onu suçlayamazdı; ne yaptığını o bile bölük pörçük algılayabiliyordu. “Işık’ın yolundan yürümek uzun zamandır kaderimin bir parçasıydı. Şimdiyse yeni bir yolda nasıl hayatta kalacağımı öğrenmem gerekiyor.” O yolun sonunda kendisini ne beklediğini biliyor olmayı ümit etti.

Turalyon uzandı ve ellerini tuttu. “Doğru yol bu değil-”

Birbirlerine dokundukları anda tarifsiz bir acı Alleria’yı sarstı. Geri çekildi. Turalyon da aynı şeyi yapmıştı. Işık ve Gölge bir arada var olamaz. Kadını bıraktı ve inanmayan gözlerle kendi ellerine baktı.

Xenedar’a ulaşmanın yolunu bul. Işık’ın Ordusu’nun sana hâlâ ihtiyacı var.” Kara, çalkantılı başka bir geçit yanında belirdi. “Düşman olmadığımızı bil. Asla da olmayacağız. Buna inan, Turalyon. Lütfen buna inan.”

“Alleria, bekle-”

“Diğer tarafta görüşürüz, aşkım.”

Kalmak istiyordu. Gölge’yi ardında bırakıp Işık’a dönmekten, uzanıp eşine sarılmaktan daha çok istediği bir şey yoktu. Ancak Azeroth’u koruyacak olan yol bu değildi. Eğer karanlığa düşmek kaderiyse ona nasıl göğüs gereceğini öğrenmesi gerekiyordu.

Eğer bunu yapmayı başaramazsa sevdiği herkesten uzakta kalmalıydı. Onların iyiliği için.

Kendisini geçitten içeri attı. Kapanmadan önce gördüğü son şey Turalyon’du. Gözyaşları yanaklarından süzülürken kendisine doğru uzanıyordu.

Eşine sanki kendi hayatına son veriyormuş gibi bakıyordu.

Alleria onun yanlış düşünüp düşünmediğinden emin değildi.


Kaynak: A Thousand Years of War – Audio Drama