Lorekeeper

SARGERAS’IN KABRİ – BÖLÜM 3: KABRİN GAZABI

Muazzam enerji dalgaları çarpıştı; gittikçe kabaran bir büyü ve fel girdabı haline geldi. Devasa oda bir alev seliyle dalgalanırken sarsıldı ve sallandı ancak ne Khadgar ne de Gul’dan duraksamadı, geri çekilmedi ve hatta gözlerini bile kırpmadı.

Onun yerine Khadgar gülümseyerek dişlerini gösterdi. Kolları ileriye doğru açılmış, çenesiyse yukarı doğru bakıyordu. Artık hilelere gerek yoktu, sadece saf ve ham büyü gücünün sonsuz akını vardı.

Gazaplarının çarpıştığı noktada alevler patladı. Havanın kendisi bile her an alev alabilecek gibiydi. Ve eğer alsaydı, kabrin içindeki her şeyi de yok ederdi. Khadgar dahil. Gul’dan da.

Ve ikisi de geri çekilmeye niyetli değildi.

—GUL’DAN, HEMEN KES ŞUNU.—

Yine o nefret edilesi ses. Kil’jaeden. Gul’dan kükredi, “Buna karışma!”

—BANA İTAAT ET. GERİ ÇEKİL.—

“Onu öldürebilirim!” diye isyan etti Gul’dan.

Khadgar alnında parlamaya başlamış olan terlerin arasından sırıttı. “Kiminle konuşuyorsun, Gul’dan? İplerini kim elinde tutuyor?” Gul’dan sözsüz bir haykırışla karşılık verdi ve başbüyücüye daha da büyük bir güçle saldırmaya başladı. Kıvılcımlar uçtu fakat Khadgar büyüyü boğuk bir kahkahayla yansıttı. “Efendilerinden hangisini henüz öldürmedik?”

Kil’jaeden’ın sesi Gul’dan’ın zihnini ele geçirdi.

—DURDUR ŞUNU! İKİNİZ DE BUGÜN ÖLEMEZSİNİZ.—

“Ne?!”

—ŞİMDİ DURDUR!—

Bu seferki basit bir emir değildi; bir ultimatomdu. Gul’dan itaat edecekti ya da kendini Lejyon’daki bağlarından tamamen kesilmiş bulacaktı. Hem de anında.

O yüzden itaat etti. Gul’dan kollarını iki yana açtı, gücünü saf fel alevden kalın bir tabaka haline getirdi. Khadgar’ın saldırısı bu kalkana sertçe çarptı fakat fel alev çökerken gözleri kör eden bir ışık patlaması ortaya çıktı. Khadgar gözlerini korumak için kapattı. Parlama söndüğünde Gul’dan ortada yoktu.

Khadgar doğruldu ve omuzlarını silkeledi. Cüppesinin kumaşı tütmeye başlamıştı. “Hâlâ orada olduğunu biliyorum, Gul’dan,” dedi. “Gidebileceğin bir yer yok.”

Gul’dan gölgelerin arasına sinmişti. Gardiyanlar’a karşı da kullandığı bu ufak numara Khadgar’ın onu fiziksel olarak görmesini engelliyordu; fakat başbüyücünün onu bulmak için başka yolları da olduğunun farkındaydı. “Bana verdiğin görevi o hissetmeden bitiremem,” dedi Kil’jaeden’a sessizce. “İzin ver de onu öldüreyim.”

—ZAFERE ULAŞMAK İÇİN HER ŞEYİ GÖZE ALACAKTIR. BU BİZİM İÇİN BİR FIRSAT YARATACAK. DAHA SONRA.—

Gul’dan’ın bunun ne anlama geldiği konusunda zerre fikri yoktu. Ancak artık Yakan Lejyon’un Khadgar için de bazı planları olduğunu biliyordu.

Ve bu bilgi enteresan bazı sorulara yol açıyordu. Gerçekten de onu kendi taraflarına çekebileceklerine inanıyorlar mı? Eğer başaracak olurlarsa bana ihtiyaçları kalacak mı? Lejyon’a ihanet bir kez daha oldukça çekici geldi.

Gul’dan karanlığın içinde hareket etmeye devam etti. Khadgar da parlayan büyü küreleri yaratarak gölgeleri tek tek ortadan kaldırmaya başlamıştı.

Bir yandan da odayı sesiyle dolduruyordu. “Ne kadar önemlisin, Gul’dan? Emirlerini direkt Kil’jaeden’dan mı alıyorsun? Yoksa sadece onun yaverlerinden biri mi iplerini çekiyor?”

Sesi odadaki bütün taşlardan birden geliyor gibiydi. Akıllıca bir taktik. Bu şekilde o an olduğu noktayı gizleyebiliyordu. Gul’dan hızlı bir şekilde bu taktiği nasıl taklit edebileceğini düşündü. Felin ufak bir dokunuşu sonrasında kendi sesi de oda boyunca gümbürdüyordu. ”Khadgar, sana yardımın için bir türlü teşekkür edememiştim. Demir Orda’yı tek başıma katletmem zor olacaktı. Sen ve dostların işimi çok kolaylaştırdınız,” dedi.

Khadgar güldü. “Evet, sonuçları senin için pek iyi oldu. Bu tarz bir yardıma ne zaman ihtiyacın olursa söylemen yeter!” Döndü ve Gul’dan’ın neredeyse üzerinde bir ateş patlaması gerçekleşti. Taş sütunlar buharlaştı, kayalar bir heyelan gibi tavandan aşağı döküldü.

Gul’dan kıpırdamadan durdu ve karmaşanın yatışmasını bekledi. Saldırı sadece birkaç adımla onu ıskalamıştı. Belki de kendini umduğu kadar iyi gizleyememişti… Ancak bir süre sonra Khadgar tekrar başka bir tarafa döndü. Şanslı bir tahminden fazlası değildi.

Khadgar’ın sırtı tam da Gul’dan’a doğru bir hedef tahtası gibi dönüktü ama saldırması yasaktı. Bu çok saçmaydı. Belki de savaşın heyecanıyla bir hata yapmış olmasına izin verilirdi. Kil’jaeden küplere binebilir ama bana hâlâ ihtiyacı var, diye düşündü. Doğru anı yakaladığında bu teoriyi denemeye karar verdi.

O zamana kadar, üstlendiği görevi halletmek için acele etmeliydi. Her adımda oyalanmak yoktu artık. “Kil’jaeden, bana bu mezarda neyin olduğunu ve onu nasıl serbest bırakacağımı anlat,” diye fısıldadı Gul’dan.

Önce bir sessizlik oldu. Ama sonra, nihayet, Kil’jaeden pes etti.

—DİKKATLİCE DİNLE.—

Ve Gul’dan dinledi. Kil’jaeden konuştukça Gul’dan dudaklarında beliren çarpık gülümsemeden kendini alıkoyamadı.

Khadgar odanın merkezine doğru yürüdü, adımlarının sesini gizleme gereği duymuyordu. Oda gerçekten de devasaydı. Sıra sıra sütunlar karanlığın içine doğru uzanıyor, yarı-aktif olmuş rünlerin soluk ışığıyla parlıyordu. Gul’dan’ın saklanmış olabileceği yerlerin sonu yok gibi gözüküyordu. Onu gölgeler arasında avlamaktansa açığa çekmek çok daha kolay olacaktı.

“Korktun mu yoksa, Gul’dan?” Cevap yoktu. Khadgar her bir sözün, her bir adımın fel büyücünün gururuna saplanan hançerler olmasını umuyordu; Gul’dan geri çekilme emrini uygulamaktan memnun kalmış gibi durmuyordu. Yakan Lejyon onu bu kadar sıkı mı yönlendiriyor? Khadgar sesini neşeli tuttu. “Bugüne kadar hiç hazırlıklı bir düşmanı kendin bizzat yendin mi? Senin ne olduğunu tam olarak bilen birini? Diğer Gul’dan’ın yenmediği belli. Draenor’dan Azeroth’a geldiğinde koca şehirleri yıktı ama onun pis işlerini yapan birileri hep vardı. İşini kendin halletmek zorunda kalmak senin için çok rahatsız edici olmalı.”

Hafif bir hışırtı. Tenin kumaşa değerken çıkarttığı bir ses. Khadgar’ın tek uyarısı bu oldu. Gul’dan ellerini havaya kaldırmıştı.

Gürleyen bir yeşil ateş duvarı Khadgar’ın açıktaki sırtına doğru akın etti. Khadgar kendini savunmak için bir şey yapmadı. Alevin ensesini yaladığını hissettiğinde ise çok basit bir hareket yaptı. Mistik büyü etrafındaki havayı dondurdu ve başbüyücüyü bir buz bariyeriyle sardı.

Gul’dan’ın alevleri sadece birkaç damla eritebildi. Gul’dan hırlayarak gölgelerin arasına geri kaçtı. Khadgar gülümsedi. Ufak bir hareketle bariyeri binlerce ufak parçaya ayırdı; buzlar yere düşerken müzikal bir şekilde çınladı. Khadgar ani ürpertiyi üzerinden attı ve yerde oluşan buz birikintilerini ezerek odayı adımlamaya devam etti. “Neredeyse haklıyordun beni,” dedi.

Bastırılmaya çalışmış acıyla dolu bir inleme odada yankılandı.

Khadgar kendini gülmekten alıkoyamadı. “Bana saldırmak için iznin mi yoktu? Lejyon’un cezaları nasıl hissettiriyor, Gul’dan? Uslu bir köle olmaya hazır mısın şimdi?”

Orkun sesi bastırmaya çalıştığı öfkeyle neredeyse çatlamıştı. “Kadere inanır mısın, insan?” diye sordu.

Garip bir soru. “Senin kaderini biliyorum,” dedi Khadgar.

“Peki ya kefarete inanır mısın?”

“Kefaret mi? Senin için mi? Hayır,” diye küçümsedi Khadgar.

“Hayır, benim için değil,” diye hemfikir oldu Gul’dan. “Senin kastettiğin türden kefaret beni sıkıyor. Duyduğum kadarıyla Hellscream’in oğlunu da sıkmış hatta.”

Söylediklerinde doğruluk payı vardı. “Ne istiyorsun? Kukla olmanın sana çekici geldiğini hayal dahi edemiyorum.”

“Düşmanlarımın yanmasını istiyorum,” dedi Gul’dan.

“Ne kadar güzel,” dedi Khadgar. Gölgelerden başka bir saldırı gelmemişti. Gul’dan oyalamaya çalışıyordu.

Khadgar odayı inceledi. Yakındaki kaidelerden birinin ışıldaması dikkatini çekti. Üzerindeki rünleri gerçekten de tanımıştı. Kadim Asil Doğanlar’ın işiydi. Kadimler Savaşı sırasında Lejyon burada bir geçit açmaya çalışmıştı –eğer başarılı olsalardı burada bir çeşit ikinci cephe yaratacaktı- ve burayı mühürlemek ciddi anlamda büyük bir büyülü çaba gerektirmişti. Baktığı şey de tam olarak buydu: beş büyülü mühürden bir tanesi. Bunu zamanında yaptığı araştırmalardan biliyordu. Daha yakından incelemek için kaidenin üzerine eğildi. İnanılmaz bir işti, alelacele yapılmış olsa bile çok keskin detaylara sahipti. Hâlâ aktifti ve menekşe rengi bir ışıkla dalgalanıyordu—

Bir gürültü geldi. Mühür yeşil bir şekilde parladı ve sonra da karanlığa gömüldü. Khadgar bakakaldı. Bir an sonra kesif bir duman yükseldiyse de ışığı tamamen sönmüştü.

Mühür yok olmuş, gözleri önünde kırılmıştı. Khadgar zihnin bir köşesinde karıncalanma hissetti. Gul’dan. Gizlenmiş olduğu gölgeler arasından bile mühürleri kırmaya başlamıştı.

Peki ya tüm mühürler kırıldığında? Lejyon kazanacak. Khadgar daha fazla beklemeyi göze alamazdı. Omuz hizasında damla şekilli bir enerji oluşturdu ve onu mistik güçle doldurmaya başladı. İki yanında birer tane kol belirdi ve mistik elemental gözlerini açtı. “Emrindeyim,” dedi.

Khadgar gölgeleri işaret etti. “Birileri gizlenmeye çalışıyor. Gidip onu dışarı çıkartana kadar kayaları falan tekmele,” dedi.

“Emredersin,” dedi elemental. Gerçek anlamda herhangi bir şeyi tekmeleyemezdi –çünkü bacakları yoktu- ancak daha fazla soru sormadan doğu köşesine doğru süzüldü. Bu iyiydi, zira elementaller bazen söylenenleri fazlasıyla literal, fazlasıyla düz algılayabiliyorlardı.

Eninde sonunda bir şekilde Gul’dan’a rast gelecekti. Ancak neden bir taneyle yetinsindi ki? Khadgar daha fazlasını çağırdı. Fel büyücüyü ciddi bir baskı altına sokmanın zamanı gelmişti.

Ve tabii umuyorum ki efendilerini de, diye düşündü Khadgar. Birden aklına yeni bir fikir geldi. Dikkat dağıtmayı birden fazla yolla yapabilirdi ne de olsa.

“Peki, Gul’dan,” dedi, “Bunu mutlaka sormam lazım –Lejyon sana nasıl öldüğünü anlattı mı?”

O ben değildim, diye düşündü Gul’dan. Ancak duyduğu rahatsızlık merakıyla çatışma halindeydi. Başbüyücü gerçekten de diğer Gul’dan’ın nasıl öldüğünü biliyor olabilir miydi?

Kil’jaeden zihnini okuyor gibiydi.

—ONA KULAK ASMA.—

“Asmıyorum,” diye tısladı Gul’dan, hâlâ acı içindeydi. Khadgar’a saldırdıktan sonra itaatsizliği Kil’jaeden’dan hızlı bir cevap olarak dönmüştü. Bu ise onu daha da kızdırmıştı. Highmaul köleleri bile bundan daha iyi muamele görüyor, diye sessizce sövdü.

Odanın etrafına bakındı. Khadgar’ın elementallerinden hiçbiri henüz yakına gelmemişti. Gul’dan çok ufak miktarda fel gücü kullanıyordu; Khadgar’ın bile hissedemeyeceği kadar ufak.

Ancak tüm ihtiyacı olan da o kadar ufak bir güçtü.

Kil’jaeden mezarla ilgili gerçeği ortaya sermişti. Orijinal yapı binlerce yıl önce iblislerin girişine karşı korumaya alınmıştı; fakat Gul’dan bir iblis değildi. Tam olarak değildi. Bu mezarda çok fazla güç vardı ve tamamı Lejyon kaynaklı değildi. Katman katmandı, tersyüz edilmişti ve o kadar başarılı bir şekilde gizlenmişti ki bunu bunca zamandır sadece başka tek bir kişi keşfedebilmişti. Ancak on binlerce yıllık ihmalkârlık, titan gücünden dövülmüş ve kusurlu ölümlüler tarafından hazırlanmış bu mühürlerin ufak bir zayıflığını ortaya çıkartmıştı. Ölümcül bir zayıflığı.

Lejyon bu mühürlere dokunamayabilirdi fakat bu önlem, iblislerin onları incelemesini engellememişti. Kadim korumaları tasarlayanlar, onları mühürleri kırmaya çalışanları öldürecek şekilde ayarlamıştı fakat Gul’dan beş mührü de güvenli şekilde açmanın kesin yolunu biliyordu.

Mühürlerden biri çoktan düşmüştü ve Gul’dan hâlâ hayattaydı. Lejyon ona gerçekten de doğru talimatları veriyordu. Geriye kaldı dört tane.

Gul’dan gerildi ve bir şeylerin çöktüğünü hissetti. Bütün mezar titredi. Mühürlerden biri daha sönmüştü. Üç tane kaldı. Kafasını kaldırıp Khadgar’a baktı, başbüyücü kafasını yana yatırmıştı ancak gerçekleşen şeyin büyüklüğünü anlamış gibi durmuyordu. Mühürleri kırmak Gul’dan’ın tahmin ettiği kadar dramatik bir etki yaratmamıştı.

Lejyon’un bu geçidi açmak için hazırladığı bütün güç uzaktan Gul’dan’ı çağırıyor gibiydi. Bu güç çok uzun süredir uykudaydı ve kullanılmak için can atıyordu.

İlginç bir şekilde Gul’dan, mezardaki diğer güç kaynağından Lejyon’un haberi olmadığından şüphelenmeye başlamıştı. Diğer güç kaynağını sezebiliyor olsa da onun enerjilerinden kullanamıyordu. Bu da onu –şimdilik- önemsiz yapıyordu.

Khadgar’ın sesi bir kez daha düşüncelerini dağıttı. “Orda –ilk Orda- Lordaeron’u yakıp yıktı. Sen ise onları öylece bırakıp buraya geldin.” Khadgar’ın elementallerinden biri oldukça yakından geçti ancak Gul’dan’ı görmedi. “Bu ada okyanusun dibindeydi. Onu suların üzerine çıkarttın. Etkileyici bir hareket doğrusu.”

Gul’dan önündeki göreve odaklandı, parmakları istemsizce seğiriyordu. Fel büyüsü mezarın derinlerine doğru ilerliyor, üçüncü mührü bulmaya çalışıyordu. İşte burada. Gul’dan mührü büyüsüyle yakalamaya çalıştı. Başaramadı. Büyüsü mühürden kayıp gidiyordu. Onu açmak için zayıf noktalarına her saldırışında ıskalıyordu. Karanlıkta bir örümcek ipeğinden yapılma bir düğümü açmaya benziyordu bu. Sadece ayak baş parmaklarını kullanarak üstelik.

“Ve sadakatin için aldığın ödül neydi, sana ne oldu biliyor musun, Gul’dan?” diye sordu Khadgar.

Aniden Gul’dan büyüsü kontrolünden kaçtı. Üçüncü mühür sadece kırılmakla kalmadı; parçalandı.

Odanın dört bir yanında derin bir zangırdama oldu ve bir şeylerin gümbürdeme sesi geldi. Gul’dan dondu. Khadgar’ın elementalleri durdu. Alçak bir uğultu ile yeşil ve menekşe tonlarında loş bir parlama odanın tabanı ve duvarlardaki bütün taşların arasından sızmaya başladı.

Gul’dan sadece üçüncü mührü yarmakla kalmamış, yanlışlıkla dördüncü mührü de parçalamıştı. Bu hatanın onu öldürmemiş olması bir mucize sayılırdı.

Geriye sadece tek bir mühür kalmıştı. Kil’jaeden’ın keyfini fark etmemek imkansızdı.

—İYİ İŞ ÇIKARDIN. SONUNCUYU DA YOK ET.—

Gul’dan tereddüt etti. Son mühür farklı gibiydi. Büyüsüyle mührü yokladı ancak zayıf noktasını bulamadı. İnanılmaz derecede güçlü gözüküyordu ve her geçen saniye daha da güçleniyordu. Mezarın kendisi mühre destek çıkıyordu. Mistik enerji mühre akın ediyordu.

Kazayla gerçekleşemeyecek kadar kompleks bir olaydı bu. Birileri bu anı öngörmüş ve bunu önlemek için bir mekanizma yaratmıştı. Başka bir güç kaynağı işin içindeydi, Gul’dan hissedebiliyordu. Bu o ölümlünün işiydi, bu mezarı çağlar önce mesken edinmiş olanın işiydi.

“Kil’jaeden, neler oluyor?” diye fısıldadı Gul’dan.

Cevap yoktu.

Odayı daha fazla ışık doldurmaya başladı. Gul’dan, Khadgar’ın inanılmaz boyutta bir mistik güç hazırladığını hissedebiliyordu. Başbüyücü de belli ki muazzam bir şeylerin döndüğünü fark etmişti. “Buranın neden bu kadar garip hissettirdiğini şimdi anladım,” dedi Khadgar. “Çıraklık dönemimden beri böyle bir şey hissetmemiştim. Neden bir Muhafız’ın kudretini hissettiğimi bilmiyorum, Gul’dan…”

Khadgar topladığı enerjiyi serbest bıraktı. Gul’dan kendini hazırladı ancak mistik büyü üzerine hücum etmedi. Havada bir cisim oluşturdu: Khadgar’ın üç katı uzunlukta parlayan bir sarkıt, parıltılar saçarak havada sivriliyordu. Khadgar ellerini kullanarak havadaki sarkıtı döndürdü ve ucunu zemine gelecek şekilde çevirdi.

Başbüyücünün sesi gerilmiş ancak kararlıydı. “…ama ne yapmaya çalıştığını anlıyorum.” Mistik elementaller sarkıta doğru süzüldü. Kolları büyülü nesneyle bir oldu. “Ve sanırım ona yardım edeceğim.”

Gul’dan, Kil’jaeden’dan gelen sözsüz alarm dalgasını hissetti.

Elementaller aşağı doğru çekti. Sarkıt sertçe yere vurdu ve taş zemini çatlattı. Bütün oda inledi. Gul’dan yere düştü.

—ÖLDÜR ONU! ŞİMDİ ÖLDÜR, GUL’DAN!—

Kil’jaeden’ın planları suya düşmüştü anlaşılan. Gul’dan ayağa fırladı ve omuzlarındaki kara pelerinin düşmesine izin verdi. Artık saklanmanın âlemi yoktu. Bütün numaralarını kenara bıraktı. “Emredersin, Kil’jaeden,” dedi ork ve ellerini havaya kaldırdı.

Khadgar derhâl farkına vardı. “Demek Kil’jaeden,” dedi gülümseyerek. O da kendi ellerini havaya kaldırdı.

Khadgar ve Gul’dan’ın güçleri ortada kulakları sağır eden bir gümbürdemeyle karşılaştı. Çatışmalarından yayılan ısı, altlarındaki taşları daha da yumuşattı. Mistik elementaller sarkıtı bir kez daha kaldırdı. Oda titredi; sütunlar çöktü. Geçidi açmak için özenle yaratılmış olan mekanizmalar titreyip yıkılıyordu. Sarkıt yukarı kalktı ve aşağı indi. Dönüp duran menekşe ve yeşil tonları parıldadı.

Mekan yıkılmanın eşiğindeydi. Khadgar bütün odayı çökertip Lejyon’un geçidini de beraberinde götürebilirdi.

Gul’dan saldırı üstüne saldırı yapıyordu. Khadgar hepsini savuşturmayı başardı. Karşı saldırı yapma riskine girme gereksinimi duymuyordu çünkü kazanıyordu.

“Kil’jaeden,” diye fısıldadı Gul’dan, “Kabrin gücüne ihtiyacım var.”

—HAYIR.—

“Geriye tek bir mühür kaldı ve o da çok iyi korunuyor! Hem büyücüyü öldürüp hem de mührü kıramam!” Sözcükler Gul’dan’ın dilini kamçıladı. “Beni araştırmak için önünde onlarca yıl vardı. Beni çok geç olana kadar oyalayabilir.”

—BANA İHANET EDECEKSİN.—

Gul’dan saldırılarına daha çok güç yükledi. Khadgar bocaladı ancak yerini korudu. Gul’dan öfkeyle hırladı. “Khadgar bu mezarı yok edecek. Lejyon burayı bir daha asla kullanma şansı yakalayamayacak. Bu ahmağı ölü görmek istediğime güven ya da bütün planlarının suya düşeceğine inan.”

Khadgar’ın yüzünden ter boşanıyordu. “Hikâyemi bitirmeyi unuttum,” dedi. “Sargeras’ın Kabri’ne girdiğinde pusuya düşüp öldün.”

Gul’dan, Kil’jaeden’ın kararsızlığını hissedebiliyordu. Hilekâr Kil’jaeden beni çok iyi tanıyor, diye düşündü. Fakat bir anda yeni bir şeyler hissetti, başka bir düzlemde bir alev nehri… Bir anda ulaşabileceği noktada.

“Diğer Gul’dan ve İttifak’ın ellerinde ne de ihanet ettiği Orda tarafından öldürülmedi,” dedi Khadgar. Gul’dan elinde olmadan büyücüye kulak verdi. “Mezara girdiğinde bütün uzuvları iblisler tarafından paramparça edildi. Sanırım Yakan Lejyon’un işine daha fazla yaramıyordu.”

Büyücünün sözleri Gul’dan’ı uyuşturdu.

Çok uzun süre önce, Draenor’da bir sürgündü ve hayattaki en büyük amacı bir sonraki öğünü için yiyecek bulmaktı. Lejyon onun aklını çok basit bir gerçeğe açmıştı: Güç asla görmezden gelinemezdi. Ve bir daha asla açlık çekmedi.

Khadgar da ona başka bir gerçeği göstermişti: Gul’dan’ın gücü bir noktada işe yararlılığını tüketecekti. Lejyon’un o noktada onu kenara atacağı sadece olası değil. Kesindi. Kaderdi.

O anda büyük bir güç üzerine akın etti.

Khadgar hâlâ konuşuyordu. “Sana ne yapacaklarını merak ediyorum, Gul’dan. Seninle işleri bittiğinde yani…” Bir an duraksadı. Sesindeki tüm mizah uçup gitmişti; Gul’dan’daki değişimi hissetmiş olmalıydı. “Ne yaptığını sanıyorsun sen?”

Gul’dan, Khadgar’a karşı saldırısını durdurdu ve kuvvetini son mühre yöneltti. Kendi gücünün tamamını. Ödünç aldığı gücün tamamını. Gul’dan mührü fel bir yumruğun içine aldı…

… ve onu ezdi. Mührün ölümcül enerjileri dışarı fırlamaya çalıştı ancak fel büyücününki karşısında tıslayarak söndü.

Böylece bütün mühürler kırılmış oldu. Yakan Lejyon’un rezervuarı, dünyalar arasındaki bariyerleri parçalamaya yetecek gücü artık özgürdü ve adanın altında gömülü geçitten dışarı akıyordu.

Ancak o güç hiç bir zaman amaçlandığı yere ulaşmadı; Gul’dan o güce el koydu.

Gul’dan’ın zihnini ateş doldurdu. Çığlık attı ve elleri başına gitti, gözlerini yumdu. Khadgar’ı unuttu. Mezarı unuttu. Savunması düştü ve Khadgar’ın mistik gazabı üzerine kapandı. Gul’dan bunların hiçbirini hissetmedi. Güç içinde boğuluyordu. Sonsuz bir okyanusun içinde nefes alamıyordu.

Mide bulandırıcıydı. Aynı zamanda güzeldi de. Kana kana içti.

Acıyı hissetti.

Ve sonra dengesini buldu. Kontrolü ele aldığını hissetti.

Bu… Gerçek güç buydu. En başından beri istediği şey buydu. Yakan Lejyon’un ona söz verdiği şey buydu: Görmezden gelinemeyecek kadar büyük güç.

Ve bu zamana kadar ona verdikleri güç bunun yanında çöp gibi kalıyordu. Harcanabilir bir ahmağa neden dahasını veresin ki?

Gul’dan gözlerini açtı. “Hoşçakal, Başbüyücü,” dedi ve sadece tek bir parmağını kaldırdı.

Khadgar kendini buzun içine gömdü.

Ezip geçen bir öfke dalgası patladı. Oda, dalgalı denizdeki bir gemi gibi yalpaladı. Mistik elementaller ve sarkıt bir anda havaya karıştı.

Buz parçası ve içindeki başbüyücü, fırtınanın içinde kalmış çakıl taşı gibi savruluyorlardı. Bütün gücüne rağmen Gul’dan ne kadar uğraşırsa uğraşsın buzu parçalayamadı. Bu onu şaşırttı; istese dünyayı bile ortadan ikiye yarabilecek kadar güçlü hissediyordu. Ancak çok da mühim değildi. Khadgar daha sonra da ölebilirdi. Gul’dan elini salladı, buz parçası görüş alanından ve odadan dışarı savruldu. Sonra da odanın girişini çökertti. Tonlarca taş yığını aşağı yağdı ve odanın girişini tamamen kapattı. Khadgar hâlâ yaşıyorduysa bile artık sorun yaratamazdı.

Gul’dan kazanmıştı. İçindeki güç inanılmazdı. Olasılıklar sonsuzdu.

Buna rağmen Kil’jaeden ona hâlâ emir verebileceğini düşünmüştü.

—BİR ANTLAŞMA YAPTIK, GUL’DAN. GÖREVİNİ BİTİR. BİZE YOLU AÇ.—

Gul’dan anın tadını çıkartarak derin bir nefes aldı.

“Hayır, Kil’jaeden,” diye cevapladı. “Açmayacağım.”