Lorekeeper

KİMDİR, NEDİR: TYRAEL

Adaletin şarkısının ahengi Kristal Kemer’i doldurduğunda ışık ve ses kusursuz bir notayla yükselerek bir başmeleğin var oluşunu müjdeledi. Işıldayan altından zırhı, parlak bir beyaz-mavi ışıkla dalgalanan kanatları olan bu başmeleğin adı Tyrael’dı ve aynı kendisini var eden şarkı gibi Adalet mevhumunun vücut bulmuş hâliydi. Yüce Cennet’in yasalarını ve düzenini her şeyin üzerinde tutan Tyrael, Angiris Konseyi’ndeki başmelekler içerisinde en katı ve kuralcı olanıydı. Yüce Cennet’in ona verdiği en önemli vazifeyse meleklerin Ebedî Çatışma’daki zaferini garantilemekti.

Imperius’la birlikte Cennet’in en efsanevi savaşçılarından biri olan Tyrael, savaş alanındaki sakin, kontrollü ve titiz dövüş taktikleriyle bilinirdi. Eşsiz bir taktiksel dehaya sahipti ve hükmünü verdiği canlıları Adalet Kılıcı olarak bilinen El’druin ile yargılardı. Bizzat Tyrael’ın özünden oluşmakta olan bu kılıç, efsanelere göre haklı ve adil bir davası olmayan her türlü varlığı zahmetsizce kesebilecek kadar keskindi.

Taktiksel dehası sayesinde birçok kere Baş Habisler’le karşı karşıya gelen ve onları yenmeye çok yaklaşan Tyrael, ne yazık ki hep dış faktörler yüzünden amacından alıkonuldu. Bir muharebe sonucunda Dehşetin Efendisi Diablo’yu ele geçirmekle kalmayıp tekrar doğuşunu engellemek için hapis tutmayı önermişti; ancak fazlasıyla öfke dolu olan Imperius, ihtiyatı elden bırakarak Diablo’nun kışkırtmalarına kanmış ve onu kılıcıyla ikiye bölerek öldürüp serbest bırakmıştı. Bir başka sefer de Günahın Efendisi Azmodan’ı köşeye sıkıştırmayı başaran Tyrael, Ardelon adındaki meleğe yardım etmek için güçlerini geri çekmek zorunda kalmıştı.

Pandemonyum’un derinliklerinde Yanan Cehennemler’in iblislerine karşı savaşmadığı zamanlardaysa vaktini genellikle Adalet Salonları’nda geçirirdi. Cennet’in Tyrael’ın kontrolünde olan bu bölgesinde diğer meleklerle olan görüşmeler ve mahkemeler yapılır, savaşta kaybeden meleklerin ardından ağıtlar yakılır ve denge ile ahengi korumak için meditasyon yapılırdı.

Doğaları gereği sürekli bitmek bilmeyen bir savaşın içinde olan Cennet ve Cehennem’in daha çok güç elde etmek için alt bir amacı daha vardı: Varoluşun gerçekliğini değiştirebilecek kadar kudretli Dünyataşı’nın kontrolünü ele geçirmek. İki tarafın da birden fazla kere eline geçen taşı daha iyi koruyabilmek için etrafına bir kale inşa edilmesi Semavî Ordu’nun generali olan Tyrael’ın fikriydi. Pandemonyum Hisarı olarak bilinen bu kale, Cehennem’in saldırılarını gerçekten de bir süreliğine durdurmayı başardı. Ancak Tyrael’ın emrindeki meleklerden biri olan Inarius, iblis Lilith’e aşık olup onunla birlikte Dünyataşı’nı çalıp sakladığında Cennet’in eline geçen koz yitmiş oldu ve iki tarafın da gücünü taşıyan, onlardan çok daha üstün olma potansiyeline sahip üçüncü bir taraf denkleme katıldı: Nefalem; yani Inarius ve Lilith’in aşkının meyvesi olan yarı-melek yarı-iblis varlıklar.

Inarius ve Lilith

Nefalem ırkının güç potansiyelinin melekler ve şeytanların çok daha ötesinde olduğunu anlayan Inarius, Lilith’le fikir ayrılığına düşmüş ve sonuç olarak Lilith’i Sığınak‘tan sürgün edip Dünyataşı’nı da nefalemlerin gücünü emerek onları sıradan insanlar hâline getirecek şekilde değiştirmişti. Ancak nefalemlerin potansiyeli başka güçlerin de dikkatini çekmişti: Diablo ve kardeşleri, Sığınak’a ulaşmanın yolunu bulmuş ve Teslis Kilisesi adı altında gerçek niyetlerini gizleyerek sıradan insanlar hâline gelmiş olan nefalemleri müritleri olarak toplamaya başlamışlardı. Sığınak’taki bu durumu fark edip uzaktan izleyen Tyrael ise buradaki varlıkların yaratılışın doğasına aykırı bir kâfirlik olduğuna kanaat getirdi ve Cehennem’in amaçlarına hizmet etmelerini engellemeye karar verdi. Bu yüzden tekrar nephalem güçlerini kazanmaya başlamış olan Uldyssian Ul-Diomed adındaki insanın komutasındaki Edyrem grubunu hedef aldı. Uldyssian’ın yakın dostu olan Achilios adındaki avcıyı kaçıran Tyrael, ona semavî güçler bahşederek Edyrem’i durdurmasını emretti. Achilios ise bu emre karşı çıkarak başmeleği şaşırttı. Tek başına Edyrem’i ya da “Teslis” adı altındaki Cehennem Efendileri’ni durduramayacağını fark edince Semavî Ordu’yu toplayarak Sığınak’a getirdi. Gökyüzünden inen yüzlerce melek, yerin derinliklerinden fışkıran yüzlerce iblisle çarpışmaya başladı; Ebedî Çatışma artık Pandemonyum’un sınırlarını aşmış, bu yeni dünyaya da sıçramıştı; ancak bu noktada Adalet Başmeleği Tyrael’ı sonsuza kadar değiştirecek beklenmedik bir olay gerçekleşti. Uldyssian, üç taraf arasında kopan bu savaşın herkesin sonu olabileceğini fark etti ve Dünyataşı’ndan serbest kalan bütün gücü toplayarak Cennet ile Cehennem’in güçlerini Sığınak’tan kovmak için kullandı. Ancak Uldyssian’ın farkına vardığı üzere sorun burada bitmiyordu: Edyrem’in sahip olma potansiyeli taşıdığı bu tanrısal güç, gerçekliğin dokusunu yırtarak dünyaları bildiği Sığınak’a da zarar veriyordu. Bu yüzden bütün gücü bir kez daha kendi içinde topladı ve son bir çabayla Dünyataşı’nı ve Edyrem’in içinde yatmakta olan gücü sıfırladı. Uldyssian’ın bu büyük fedakârlığı, kendi varlığının da silinmesine sebep oldu.

Pandemonyum Hisarı

Bu sırada Cennet’teki yerlerine geri sürülmüş olan melekler, insanlık ve Sığınak’ın kaderinin ne olacağına karar vermeye çalışıyordu. Imperius, bu kadar büyük bir gücün Cennet’e karşı bir tehdit olabileceğini savunarak onları yok etmeleri gerektiğini söyledi. Konseyin o zamanki lideri Malthael herhangi bir oy vermeyeceğini belirtti; Auriel ve Itherael ise insanlığın iyilik potansiyeline inandıklarını söyleyerek Sığınak’ı kendi hâline bırakma yönünde oy kullandılar. Böylece dünyanın kaderini belirleyecek oyu vermenin ağırlığı Tyrael’ın omuzlarına düştü. Diğer meleklerin Imperius’la hemfikir olmasını beklediği Tyrael, herkesi şaşırtarak insanlığın lehine oy kullandı ve Uldyssian Ul-Diomed’in fedakârlığından etkilendiğini, insanlığın kalanının da bu yüzden bir şans hak ettiğini söyledi. Böylece Angiris Konseyi, Sığınak’ı bir süreliğine daha kendi hâline bıraktı.

Tyrael, zaman zaman Sığınak’ı gizlice ziyaret etmeye devam etti; zira Cehennem’in güçleriyle yaptıkları antlaşma, iki tarafın da Sığınak’ı rahat bırakacağını söylüyor olsa da iblislerin insanlığı kontrol etmeye çalışacağından emindi. Haklıydı da. Günah Savaşı olarak anılan olayların sonrasında Baş Habisler Al’Diabolos, Tor’Baalos ve Dul’Mephistos, Cehennem’de çıkan bir isyan sonucunda Sığınak’a sürgün edilmiş ve etkilerini tekrar yaymaya başlamışlardı. Angiris Konseyi’nin insanlığı yok etmekten ucu ucuna dönmüş olduğunu bilen Tyrael, böylece yalnız ve gizli bir şekilde Sığınak’ın kaderine müdahale etmeye karar verdi.

Doğudaki çeşitli büyücü klanlarından büyücüleri bir araya getiren Tyrael, Horadrim adında bir birlik kurdu. Horadrim büyücüleriyle birlikte Dünyataşı’ndan aldığı üç parçayla ruhtaşlarını yaratan Tyrael, bu taşların Baş Habislerin ruhlarını barındırmasını amaçlıyordu. Cennet’in ilgisini çekmeden daha fazla karışmak istemeyen Tyrael, bu yüzden Horadrim’in liderliğini Tal Rasha’ya, ruhtaşlarını koruma göreviniyse Zoltun Kulle’a bıraktı. Bundan sonra ise Horadrim’in yıllar sürecek avı başladı. Mephisto ilk düşen oldu; Kehjistan civarında Horadrim büyücüleriyle savaşan Nefretin Efendisi savaşı kaybetti. Mephisto’nun ruhunu içeren safir ruhtaşı, Travincal’daki Işık Tapınağı’nda Zakarum rahiplerine teslim edildi. Onu Baal izledi; Lut Gholein’den kaçarken yakalandı ancak Horadrim’le yaptığı dövüş sırasında ruhunu tutacak taşı kırmayı başardı. Kusurlu hâle gelmiş taş, Baal’ın ruhunu sonsuza kadar tutamazdı; bu yüzden de Tal Rasha fanî bir kalbin ruhtaşındaki kusuru gidermekte kullanılabileceğini söyleyerek öne çıktı. Aynı bir zamanlar Uldyssian’ın yaptığı gibi Tal Rasha’nın da kendi hayatını fedakâr bir şekilde ortaya koyuşu Tyrael’ın insanlığa duyduğu sempatiyi daha da güçlendirdi. Tal Rasha’ya bu fedakârlığının unutulmayacağını söyledi ve Horadrim’e Aranoch çölünde, kumların altına gizli bir mezar inşa etmelerini söyledi. Ekstra bir güvenlik önlemi olarak altı sahte mezar daha inşa edildi ve hangisinin Tal Rasha’nın gerçek mezarı olduğu çok uzun bir süre boyunca asla bilinmedi.

Diablo’nun izini bulmak Horadrim’in on yıllarını aldı ancak sonunda Khanduras topraklarında Dehşetin Efendisi’ni sıkıştırmayı başardılar. Diablo’nun ruhunu içeren yakut ruhtaşını Talsande Nehri’nin altındaki mağaralar labirentinin en dibine yerleştirdiler. Amaçladığı gibi üç Baş Habis’i de yakalatmış ve hapsetmiş olan Tyrael, böylece Horadrim’e son bir kez gözüktü ve onları tebrik ettikten sonra Diablo’nun ruhtaşını korumak için bir tapınak inşa etmelerini söyleyerek Cennet’e, hiçbir şeyden haberi olmayan kardeşlerinin yanına döndü.

Tal Rasha’nın bedenindeki Baal ile dövüşen Tyrael…

Horadrim’in galibiyeti uzun yıllar sürecek bir dinginlik getirmiş olsa da Baş Habisler, ruhtaşlarının içinden etkilerini yaymayı sürdürüyorlardı. Mephisto, yıllar içerisinde Zakarum inancını yozlaştırmıştı; Baal, Tal Rasha’nın bedenini kontrol altına almıştı ancak hapis olduğu mezardan çıkamıyordu; Diablo ise Başpiskopos Lazarus’un iplerini eline almış, Lazarus aracılığıyla çıkarttığı karmaşada hapis olduğu katedralin altına Tristram’ı kurtarmak için inen Khanduras Kralı Leoric’in büyük oğlu Aidan’ın bedenini ele geçirmişti. Aidan’ın bedenini kullanan Diablo, Tristram’da peşine kattığı zavallı Marius’la birlikte doğuya doğru yolculuk ederek Baal’ın hapis edildiği mezarı aramaya koyuldu. Tehlikeyi hisseden Tyrael, bir kez daha Sığınak’a gelerek Diablo’yu durdurmaya çalıştı; ancak Tal Rasha kılığında Marius’un aklını çelerek kendini serbest bıraktırtan Baal, kardeşiyle birlik olarak Tyrael’a üstün geldi ve başmeleği Tal Rasha’nın Kabri’nde hapis bırakarak Mephisto’yu kurtarmak için Kurast’a doğru yola çıktı.

“Ahmak… Az önce bu dünyanın kıyametini garanti altına aldın. Bu gün başlattığın olayların nelere yol açacağını tahmin bile edemezsin. Derhal Işığın Tapınağı’na doğru yola çık… Kurast şehrinin doğusundadır. Orada cehenneme giden bir geçidin önünde açıldığını göreceksin. O geçitten geçecek cesareti bulman lazım Marius. Elindeki taşı, yok edilebileceği tek yer olan Cehennem Ocağı’na götür. Şimdi kaç! Taşı al ve kaç buradan!”

Daha önce Baal’ı hapis tutan rünler bu sefer de Tyrael’ı hapsederken Baş Habisler, geride Kara Sürgün’de Belial ve Azmodan’ı destekledikleri için pişman olan ve şimdi Diablo’ya yaranmaya çalışan Duriel’i bıraktılar. Yolları Tristram’a varmış ve aynı Tyrael gibi Kara Gezgin’in peşine düşmüş bir grup kahraman, önce Duriel’le dövüşüp onu öldürdükten sonra Tyrael’ı da serbest bıraktı. Tekrar Diablo’nun peşine düşmek istese de hem Baal tarafından zayıf düşürülmüş olduğu için hem de Cennet’in dikkatini çekmeye çekindiği için gizlice kahramanlara destek olmaya karar veren Tyrael, onları Kurast’a yönlendirdi. Ancak Mephisto çoktan serbest kalmış, Diablo ise Kurast’taki geçitten Cehennem’e geçmişti; Baal ise tamamen kayıplardaydı. Diablo’nun ardından Cehennem’e açılan geçidi koruyan Mephisto, kahramanlarla dövüştü ancak bir kez daha kaybetti. Kahramanlar, yendikleri Baş Habis’in ruhtaşını da yanlarına alarak Tyrael’ın yardımıyla çok az fâninin görmüş olduğu Pandemonyum Hisarı’na ayak bastılar. Pandemonyum’da Tyrael’ın Cehennem’in tarafına geçmiş eski teğmeni Izual’ı öldüren ve Mephisto’nun ruhtaşını yok eden kahramanlar, en nihayetinde Kaos Sığınağı’na ulaşıp Diablo’yla yüz yüze geldiler. Artık Aidan’ın bedenini geride bırakıp kendi gerçek formuna ulaşmış olan Diablo, kahramanlarla büyük bir çatışma yaşadıysa da yenildi ve Mephisto gibi onun da ruhtaşı Cehennem Ocağı’nda parçalandı.

Kehribar Ruhtaşı’nı ele geçirip Sescheron kapılarına dayanan Baal

Geriye bir tek Baal ve onun kehribar renkli ruhtaşı kalmıştı. Tyrael insanlığın cesaretine ve fedakârlığına güvenerek Marius’la büyük bir kumar oynamıştı lakin ne yazık ki bu sefer oynadığı kumar geri tepti. Yaşadığı dehşet verici olaylarla Westmarch’a kaçan ve akıl sağlığını kaybeden Marius’u arayıp bulan Baal, Tyrael kılığına girerek Marius’u kandırdı ve ruhtaşını ondan geri aldı. Kehribar ruhtaşını ele geçiren Baal, Westmarch’tan Arreat Dağı’na doğru katliam yapmaya başladı. Katlettiği zavallı ruhların bedenlerini iblislerle doldurup ordusunu kurmaya başlayan Baal, barbar şehri Sescheron’un kapılarına vardığında emrinde binlerce askerden oluşan bir ordu vardı. Baal’ın amacı dağın derinliklerinde bulunan Dünyataşı’nı yozlaştırmak ve insanlığı sonsuza kadar Cehennem’in kuklası yapmaktı. Hâlâ Baal ile dövüşemeyecek kadar güçsüz düşmüş olan Tyrael, kahramanları barbar kasabası Harrogath’a ışınladı. Kahramanlar Baal’ın peşine düşüp onun ordularına karşı savaştılar ve Yıkımın Efendisi’ni Dünyataşı Odası’nda kıstırmayı başardılar; lakin Baal kahramanlar tarafından yenilgiye uğratılmış olsa da amacına ulaşmış ve kendi ruhtaşını Dünyataşı’yla birleştirerek yozlaştırmıştı. Kahramanları güvenli bir şekilde Harrogath’a yollayan Tyrael’ın önünde zor bir seçim vardı zira çok yakında safir ruhtaşının içinde biriken yıkım ve karanlık enerjiler Dünyataşı aracılığıyla Sığınak’taki bütün fânilerin kalbine yayılacaktı. O yüzden Tyrael çaresiz bir şekilde El’druin’i Dünyataşı’na fırlattı ve Cennet ile Cehennem’in uğruna sayısız zamandır savaştığı taşı parçalara ayırdı. Ortaya çıkan patlama Arreat Dağı’nı dümdüz etti ve Tyrael’ın da fiziksel formunu yok etti. İnsanlık, Adalet Başmeleği’nin müdahalesiyle bir kez daha kurtulmuştu; ancak Dünyataşı’nın yok oluşuyla Cennet ve Cehennem’in ilgisi bir kez daha Sığınak’a döndü.

Dünyataşı’nı yok etmeye hazırlanan Tyrael…

Tyrael’ın fiziksel formu yok olmuş olsa da kılıcı El’druin bir şekilde patlamadan sağlam şekilde kurtuldu ve Aranoch Çölü’nde ortaya çıktı. Shanar adındaki semavî enerjiler üzerine araştırma yapan bir büyücü, kılıcın izini takip etti ve Jacob adındaki bir barbar kılıcı bulana kadar El’druin’e göz kulak oldu. Jacob kılıcı memleketi Staalbreak’teki bir laneti kaldırmak ve adaleti sağlamak için kullandı; ancak iradesini yıllarca kuşanmış olduğu kılıç asıl sahibinin çağrısını duyduğunda tekrar Cennet’e döndü.

Normalde bir meleğin fiziksel formu yok olduğunda Kristal Kemer’den o meleğin inanç ve doktrinini taşıyan yeni bir melek doğardı. Tyrael’ın yerine ise herhangi bir yeni melek doğmadı ve Tyrael, Sığınak zamanına göre 20 yıl boyunca fiziksel formunu geri kazanmaya çalıştı. Tekrar bir bütün olduğunda önce El’druin’i yanına çağıran Tyrael, ortada olmadığı süre içerisinde Bilgelik Başmeleği Malthael’in ortadan kaybolduğunu öğrendi. Malthael ortadan kaybolmadan önce nephalemler ve Sığınak’a karşı saplantı derecesinde ilgi göstermişti; bu yüzden Tyrael, Malthael’in en sadık hizmetkârlarından biri olan Urzael’i kayıp başmeleği bulması için Sığınak’a yolladı. Ardından da Sığınak’ı Belial ve Azmodan’a karşı korumaları gerektiğini söylemek için Imperius’la yüzleşti; ancak Imperius öfkeliydi çünkü Tyrael insanlığı kurtarmak adına Cennet’in kutsal yasalarını çiğnemişti. Adalet Başmeleği ise farklı bir sebepten dolayı öfkeliydi; Cennet’in masumları koruması ve yaşananlara kayıtsız kalmaması gerektiğini düşünüyordu. Böylece iki başmelek, birbirlerine saldırdılar.

“Beni yargılayamazsın. Ben adaletin vücut bulmuş hâliyim! Bundan daha fazlasını yapmamız gerekiyordu… masumları korumamız! Lakin o kıymetli yasalarımız sizi hiçbir şey yapmamaya zorluyorsa… ben de kardeşiniz olmayı reddediyorum!”

Arbede sırasında Tyrael, Imperius’un mızrağını eline geçirdi ve kendi kanatlarını sökerek fâni olmayı seçti. Melek özünü feda eden Tyrael, bu hareketiyle insanlığın kurtarılmaya değer olduğunu kardeşlerine göstermeyi umuyordu. Cennet’ten düşerken aldığı insan formu da bunu yansıtacak şekilde kendisini ilk etkilemeyi başaran insan olan Uldyssian’ın formuna benziyordu.

Güçlerini kaybederken bilincini ve hafızasını da yitiren Tyrael, Tristram’da bir zamanlar altında Diablo’nun ruhtaşının yattığı katedrale düştü. Tyrael’ın düşerken etrafa saçtığı öz, bölgedeki karanlık enerjileri uyandırmış ve Yeni Tristram olarak anılan kasaba civarındaki diriölüleri ayaklandırmıştı. Katedrale düşen “yıldızın” ne olduğunu araştırmaya gelen bir grup maceracı tarafından kurtarıldı ancak hafızasındaki bölük pörçük anılar arasından neden buraya gelmiş olduğunu hatırlamakta zorluk çekiyordu. Tek bildiği şey, düşüşü sırasında parçalanmış olan El’druin’in parçalarına ihtiyacı olduğuydu. Böylece bir yandan yeni, fâni bedeninin ihtiyaçlarına ve zayıflıklarına ayak uydurmaya çalışırken bir yandan da nefalem güçleri hızla artmakta olan maceracıların El’druin’in parçalarını toplamasını bekledi. Fakat bir yandan Yalanlar Efendisi iblis Belial’ın güçleri çoktan harekete geçmişti. Zayıf düşmüş Tyrael’ı ele geçirmek için’a saldıran ve Belial’ın sadık takipçisi olan cadı Maghda, Tyrael’ın eski Horadrim dostu Deckard Cain’i de öldürerek düşmüş meleği kaçırmayı başardı. Deckard Cain, son nefesinde El’druin’i Horadrim büyüleri kullanarak tekrar bir araya getirdi ve evlatlık kızı Leah’ya emanet etti. Kral Leoric’in gizli zindanının derinliklerinde Tyrael’ı hapis bulan maceracılar kılıcı ona sunduklarında Tyrael’ın anıları ve gücünün bir kısmı geri geldi. Nefalemler ve Leah ile birlikte dostu Deckard Cain’in bedenini yakarak onurlandıran Tyrael, Belial’ı durdurmak için doğuya, Caldeum’a gitmeleri gerektiğini söyledi.

Tyrael ve Leah, Deckard Cain’e veda ederken…

Caldeum’a vardıklarında gördükleri üzere şehir Belial’ın pençesinde kıvranmaktaydı. Yalanlar Efendisi ve onun emrindeki cadılar meclisi, yaptıkları kuşatma sonucunda şehrin kontrolünü İmparator II. Hakan’ın elinden almışlardı. Kehjistan sınırındaki Alcarnus adındaki ufak bir kasabayı da yok ederek kendilerine üs hâline getirmişlerdi. Şehrin paralı asker ekibi Demir Kurtlar’ın da desteğini ardına alan nephalemler ise önce Maghda ve cadılar meclisinin peşine düştüler. Bu sırada Maghda’nın cadıları tarafından esir tutulan Leah’ın öz annesi Adria’ya rastladılar ve Kara Ruhtaşı’nın varlığını öğrendiler. Kara Ruhtaşı, Tyrael’ın zamanında Horadrim büyücüleriyle birlikte yaptığı ruhtaşlarına benziyordu ancak tek bir iblisin ruhu yerine birden çok melek ve iblis ruhu taşıyabiliyordu. Zoltun Kulle tarafından yapılan bu taş, hâlihazırda Cehennem Ocağı’nda taşları kırıldıktan sonra Diablo, Mephisto ve Baal’ın ve hatta onlardan önce öldürülen Andariel ve Duriel’in ruhlarını ele geçirmişti; eğer Belial ve Azmodan’ın ruhları da toplanabilirse bütün yedi başlıca iblisi birden yok edebilirlerdi. Karanlık çalışmaları sebebiyle diğer Horadrimler tarafından öldürülmüş Zoltun Kulle’un ruhunun da yardımıyla Kara Ruhtaşı’nı bulan kahramanlar, Caldeum’da çıkarttıkları isyanın da yardımıyla Belial’ın kendini II. Hakan olarak gösterdiğini öğrenip onunla yüzleştiler. Yalanlar Efendisi’nin ruhunu ele geçirdikten sonra ise geriye bir tek Azmodan kalmıştı. Leah’ın görüleri sayesinde Azmodan’ın Arreat Oyuğu’ndaki Tabya Kalesi’ne saldıracağını öğrendiler.

Tabya Kalesi’ne vardıklarında Azmodan kuşatmasına çoktan başlamıştı. Nefalem kahramanlar geriye kalan son iblis efendisi Azmodan’ın peşine düşerken gücünü yavaş yavaş geri kazanmaya başlamış olan Tyrael da kalenin komutasını devralarak savaşmaya, kalenin bitmek bilmeyen iblis orduları önünde düşmesini engellemeye çalıştı. Zor kazanılmış zafer ufukta gözükür ve Azmodan’ın ruhu da Kara Ruhtaşı’ndaki yerini alırken Adria’nın ihaneti herkesi hazırlıksız yakaladı. Tyrael’ı savunmasız bırakan Adria, aslında en başından beri Diablo’nun dönüşünü hazırlıyordu. Leah, aslında Diablo tarafından kontrol altına alınmış olan Aidan’ın çocuğuydu ve bu da onu Diablo’nun dönüşü için mükemmel bir beden yapıyordu. Kara Ruhtaşı’nın içindeki yedi iblis efendisinin özüyle Baş Habis olarak Leah’ın bedeninde tekrar doğan Diablo, böylece muazzam bir güce kavuşmuş şekilde Tabya Kalesi’ni terk ederek Cennet’i istila planına başladı.

Azmodan ve Belial’dan önce ruhları Kara Ruhtaşı’na kısılmış iblis efendileri: Andariel, Baal, Mephisto, Duriel ve Kara Gezgin (Diablo)

Tyrael’ın yardımıyla Diablo’yu takip eden kahramanlarsa Cennet’e vardıklarında çok büyük bir yıkımla karşılaştılar. Ebedî Çatışma boyunca Cehennem’in güçlerine karşı dayanmış olan Elmas Kapı’yı tek başına yıkan Diablo, Imperius’u da ağır bir şekilde yaralamış, Auriel’ı umutsuzluğun pençesine düşürdükten sonra Yüce Cennet’i yozlaştırmaya başlamıştı. Umut Başmeleği Auriel’in umutsuzluğa düşmesi diğer melekleri de etkiledi ve artık bir melek olmayan Tyrael bile Leah’nın ölümü için kendini suçlamaya, çaresiz hissetmeye başladı; ancak nefalemlerin yardımıyla Auriel’i kurtardıktan sonra Semavî Ordu’yu tekrar savaşmaya ve iblis ordusuna karşı koymaya çağırdı. Yavaş yavaş Cehennem’in yozlaşmasını temizleyen kahramanlar, sonunda Kristal Kemer’de Baş Habis Diablo’yla karşı karşıya gelirken Tyrael da bir kez daha eski teğmeni Izual’ın bu sefer tamamen iblis hâline dönüşmüş formuyla çarpıştı. Kahramanlar Diablo’yu yenip Baş Habis özünü Kara Ruhtaşı’na hapsettikten sonra Tyrael bir kez daha Kristal Kemer’in şarkısını duymaya başladı. Hem Cennet’i hem de Sığınak’ı temsil etmek için bu sefer bir fâni olarak bir kez daha Angiris Konseyi’ne katıldı; ancak artık Adalet Başmeleği olarak değil, Bilgelik Vekili olarak.

Fâni olarak Cennet’te yaşamaya çalışmak Tyrael için zordu. Meleklerin de dinlenmeye çekildiği, kendilerini dengeledikleri daha sakin zamanlar olsa da uyumak gibi bir ihtiyaçları yoktu ve bu yüzden Tyrael’ın ölümlü bedeninin dinlenebileceği bir yatak bulunmuyordu. Bütün Cennet’in Kristal Kemer’den yayılan ışıkların içinde yıkanması eskiden huzur ve dinginlik verirken artık gözlerini acıtıyordu. Rahatlayıp dinlenebildiği çok nadir zamanlarda ise rüyaları Baş Habis’in yozlaştırıcı gücünün her şeyi boğduğu kâbuslarla süslüydü. Kısacası bir zamanlar bir başmelek olarak ona doğal gelen her şey artık ona burada bir yabancı olduğunu hissettiriyordu. Daha da kötüsü diğer meleklerin tavırları da bu hissi pekiştiriyordu. Özellikle de Imperius ve onun özel birliği olan Luminarei’nin kumandanı Balzael, Tyrael’ın bu yeni formunu açıktan açığa hor görüyor, artık bir melek olmadığını sıkça yüzüne vuruyorlardı. Bu negatif duygularından arınmak ve biraz olsun huzur bulmak isteyen Tyrael, Auriel ile görüşmek için Umut Bahçeleri’ne gitti. Auriel’in bile onunla görüşmeyi kibarca reddederek Tyrael’ı geri çevirmesi, eski başmelek için onur kırıcıydı. Lakin Tyrael bu sırada fâni gözleriyle diğer meleklerin fark edemediği bir şey fark etti: Bahçedeki ağaçların ışığının içine gizlenmiş ahenksizlik ve yozlaşmayı. Bu durumu Angiris Konseyi’nin toplantılarında dile getirdiyse de Imperius konuyu her seferinde Tyrael’ın fâni bedenine ve kanatlarını feda edişine getirerek uyarıları ciddiye almadı.

Angiris Konseyi, Kara Ruhtaşı’nı ne yapacaklarını tartışırken…

Cennet’in geneline yayılmakta olan ahenksizlik, kendini en çok da bu konsey toplantılarında göstermeye başlamıştı. Başmelekler Kara Ruhtaşı’nın kaderini uzun uzadıya tartışsalar da ne yapacakları konusunda bir türlü hemfikir olamıyorlardı. Imperius taşın daha önceki ruhtaşlarında olduğu gibi Cehennem Ocağı’nda parçalanması gerektiğini savunuyordu. Auriel ve Ithereal bu taşın diğerlerinden farklı olması yüzünden bu hareketin sonuçlarının öngörülemeyeceğini ve çok riskli olduğunu söylüyordu. Tyrael ise daha önce de Sığınak’ta ruhtaşlarını sakladığını söyleyerek taşı Cennet ve Cehennem’in ulaşamayacağı bir yerde saklamalarını önerdi. Bu öneriye Auriel bile karşı çıktı ve ruhtaşlarının nihayetinde her seferinde gizlendikleri yerdeki insanları yozlaştırdığını hatırlattı. Konsey içindeki gerilim artarken Imperius, Tyrael’ı hâlâ Bilgelik Kasesi Chalad’ar’ı kullanmamış ve bir cevap aramamış olmakla suçladı; Tyrael ise Imperius’u gururu ve inatçılığı yüzünden önlerindeki tehlikeyi göremeyecek kadar kör olmakla… Imperius’un kanatları bu sözler üzerine öfkeyle parladı ve Tyrael’a saldırmak için öne çıktı; ancak Tyrael geçen sefer olanların tekrarlanmasını istemiyordu ve Imperius’la savaşmayacağını açıkça belirtti. Onun yerine sözlerine değer vermedikleri sürece Bilgelik olarak görevini yapamayacağını söyledi ve Auriel’in itirazları arasında konsey salonunu terk etti.

Diğer meleklerin baskısını üzerinde hisseden Tyrael, Bilgelik Havuzları’na inerek Chalad’ar’ı kullanmayı denedi. Ancak Chalad’ar’ın etkisi ölümlü bedenler için fazlaydı; Tyrael kaseden evrendeki her noktanın birbirine bağlanış şeklini görebiliyor olsa da bunun onu tükettiğini ve daha fazlasına aç hâle getirdiğini fark etti. Yine de kase tüm olumsuz yanlarına rağmen hislerini ve duyularını da keskinleştirmişti. Kristal Kemer’den yeni bir meleğin doğuşunu müjdeleyen Işıkezgisi sırasında bu keskinleşen duyularıyla ruhtaşının yeni doğan melekleri de etkisi altına almış olduğunu fark etti; aynı zamanda melekken ona huzur ve huşu veren tören, ölümlü bedenini acı içerisinde bırakmıştı. Tören sırasında karşılaştığı Balzael onun bu durumuyla her zamanki gibi dalga geçti ve diğer tüm meleklerin önünde konseyin ertesi gün onsuz toplanıp Tyrael hakkında nihai kararı vereceğini, onu yargılayacaklarını söyledi. Elindeki seçeneklerin hızla daraldığını fark eden Tyrael, böylece çok umutsuz ve fazlasıyla riskli bir plan kurmaya başladı.

Kristal Kemer

Tyrael, Kara Ruhtaşı’nın gerçekten de melekleri yozlaştırdığına ve Cennet’te kaldığı sürece tehlike yaratmaya devam edeceğine emin olunca büyük bir risk almaya karar verdi. Kara Ruhtaşı Luminarei tarafından çok sıkı bir şekilde korunuyordu ve taşı tek başına, konseyin izni olmadan alması imkânsızdı. Taşı çalmak için Diablo’yu yenen nefalemlerin yardımını almayı düşündü; ancak batı topraklarına dağılmış olan kahramanlar hâlâ Adria’nın izini sürdüklerinden tam olarak nerede olduklarını bulmak imkânsıza yakındı. İkinci bir fikir olarak Horadrim organizasyonunu yardıma çağırmak aklına geldi fakat Deckard Cain’in ölümüyle birlikte organizasyondan geriye kimse kalmamıştı. Cain’in yazmalarını incelemeye devam ettiğinde bunun tam olarak doğru olmadığını gördü. Garreth Rau adındaki bir kâtip, Horadrim’i taklit eden “İlk Olanlar” adında bir oluşum kurmuştu; ancak amaçları ve yolları zamanla çarpıklaştığı için Deckard Cain, Leah ve onlara yardım eden Mikulov adında bir keşiş tarafından çökertilmişti. Cain’in yazıtlarında bu tarikattan geriye kalan kâtiplerin Gea Kul’da orijinal Horadrim öğretilerini benimseyecek şekilde reforma gittiğini öğrendi. Mikulov’a ek olarak Cain’in yazıtlarında adları geçen Cullen ve Thomas adlı kâtiplerin de ona arayışında yardımcı olabileceğinde karar kıldı. Aklına gelen bir diğer grup, Arreat Dağı’nın patlayışının ardından El’druin’e sahip çıkan büyücü Shanar ve savaşçı Jacob oldu. Tyrael’ın yokluğunda El’druin’i adalet sağlamak için kullanan ve Jacob’ın kasabasını kırıp geçiren bir öfke vebasıyla başa çıkan ikiliye Gynvir adında bir de barbar eşlik etmişti. Son olarak daha önce güçlü bir iblisle başa çıkabilmiş, kendisi de güçlü bir nekromans olan Zayl’ı (ve ona eşlik eden kuru kafa Humbart’ı) seçti. Her birine Tristram’daki katedrale gelmeleri için gizemli bir çağrı yollayıp bu neredeyse bir intihar ile eş değer görevi kabul edeceklerini umarak Cennet’i arkasında bıraktı ve Sığınak’a indi.

Soldan sağa: Shanar, Jacob, Gynvir, Zayl, Mikulov

Grup umduğu gibi eksiksiz hâlde katedrale gelmiş olsa da Tyrael’ın hâlâ derin şüpheleri vardı. Bilhassa katı bir ön yargıya ve batıl inançlara sahip olan Gynvir, ölülerle konuşup onları diriltebilme yetisine sahip Zayl’a karşı gardını indirmeyi reddetmişti. Tyrael gruba neyle karşı karşıya olduklarını ve görevlerinin önemini anlatsa da grubun uyumsuzluğu gün gibi aşikârdı. Zayl ve Mikulov, Bramwell’de Borad Nahr isimli demircinin kendilerine yardım edebileceğine dair istihbaratları olduğunu söylediler; lakin bunu tartışmaya vakit bulamadan bir grup tarikatçı ve yaratığın saldırısına uğradılar. İlk saldırı dalgasını püskürttükten sonra yaralarını sarmak ve dinlenip durumu tartışmak için Yeni Tristram’a doğru kaçmak zorunda kaldılar.

Tyrael geçmişte de Üçlü İçin Av sırasında ölümlü insanlara güvenmişti ve bu sefer de güvenebileceğini düşünmüştü ancak grubun durumu çok da iç açıcı gözükmüyordu. Birbirlerinin sırtlarını kollamaları gerekirken kopuk ve bağımsız bir şekilde hareket ediyorlardı. Özellikle Jacob, El’druin’i kaybettikten sonra hayatında oluşan boşluğu bir türlü dolduramamıştı ve Shanar’a kendini kanıtlamaya çalışırken az daha canından oluyordu. Diğerleri Katledilmiş Buzağı Hanı’nda dinlenip yaralarını sararken Jacob kendini içmeye vurdu ve yanına gelip ona destek olmak isteyen Tyrael’a çatıp uyumaya gideceğini söyleyerek hanı terk etti. Dışarıda etrafı gözetlemeye çıkan Zayl, bu sırada tayfımsı, kara kanatları olan gizemli varlıkların yaklaştığını hissedip diğerlerini uyardı. Grup bir kez daha kaçmak zorunda kalırken yaratıklardan birinin Jacob’a saldırdığını ve boynunda bir iz bıraktığını gördüler. Bu gizemli varlıkların kendi peşlerinde olduğunu anladıktan sonra Yeni Tristram halkını daha fazla riske atmamak için Bramwell’e doğru yola koyulmaya karar verdiler.

Zayl’ın yaptığı büyü grubun izini gizlediğinden Bramwell’e kadar neredeyse sorunsuzca vardılar. Burada Borad Nahr’ı buldular ve kendisinin aslında bir demirci değil, Westmarch şövalyesi olduğunu öğrendiler. Nahr, grubun gelişine dair bazı görüler almıştı; bu yüzden onlara yardım etmekte hevesliydi. Gruba bu gizemli kanatlı varlıkları araştırmada yardım edeceğini söyledi ve onlara yakınlardaki bir Zakarum mahzenine dair bulduğu yazıtları, Westmarch’ın ikinci kralı Korsikk’in günlüğünü ve haritaları verdi. Grup, Bramwell’in ormanlık alanlarını araştırırken kadim bir nefalem tapınağı buldu ve burada bir kemik iblisiyle dövüştü. Cullen, tapınakta bulduğu garip şekilli bir hançeri yanına aldı. Hemen ardından bir kez daha tarikatçıların saldırısına uğradılar ancak Tyrael bu sefer grubun daha uyum içerisinde dövüştüğünü ve birbirlerini kolladıklarını fark etti. Derken savaşa başka güçler de katıldı; gizemli yaratıklar etraflarında bir çember oluşturup daha çok iblisi üzerlerine çekerken Balzael tarafından yollanan ve “Semavî Yokedici” olarak da bilinen Sicarai birliğine dahil bir melek doğrudan Tyrael’a saldırdı. Tyrael bu Sicarai’ın Imperius tarafından yollandığını düşünse de Imperius’un Balzael’in kendi başına aldığı bu karardan haberi yoktu. Sicarai, Tyrael’ın fâni formunu sınırlarına kadar zorladıysa da eski başmelek kendini savunmayı başardı. Derken grup bir kez daha takım çalışması gösterdi ve Sicarai’ı defansa dönmeye zorladı; hatta Gynvir, nefalem güçlerini açığa çıkartarak Sicarai’ı ağır bir şekilde yaraladı. Jacob da meleğin düşürdüğü kılıcı alarak kılıcın kutsal güçleri kendisini kavurduğu hâlde Sicarai’ın karşısında durdu ve onu kaçmaya zorladı. Tyrael geride kalan kılıcı alıp Borad’dan onu Jacob için tekrar dövmesini istedi. Ancak melek silahlarını tekrar dövmek kolay bir iş değildi; buna rağmen Borad büyük bir özveri ve çabayla kılıcın Jacob’a zarar veren güçlerini bastıracak rünler ekleyerek Tyrael’ın isteğini yerine getirdi. Dahası, Nahr aile sembolünü gruba emanet edip oğlu Lorath’ı bulmalarını tembih etti; zira Kara Ruhtaşı’nı saklayabilecekleri kadim nefalem şehri Corvus’u bulmalarına Lorath’ın yardım edebileceğini umuyordu.

Westmarch şehri

Westmarch’a vardıklarında önce Tyrael, Thomas ve Cullen, Zakarum Katedrali’ni kolaçan etmeye çıktılar; kalanlarsa şehre dağılarak bilgi toplamaya koyuldular. Shanar, Jacob ve Gynvir şehirde muhafızlık yapan Lorath’ı bulup babasının mesajını ilettiler. Katedrali mesken edinmiş Templar örgütünün karanlık işler çevirdiğinden zaten şüphelenen Lorath, Horadrim’e katılmayı ve gruba yardım etmeyi kabul etti. Zayl’ın büyüsü eşliğinde kimseye fark ettirmeden katedrale baskın yaptılar ancak katedralin altındaki mağaralara ulaşmaya çalışırlarken bir arbede patlak verdi. Diğerleri dövüşürken Cullen, daha önceden bulduğu garip hançeri katedralin derinliklerine giden tünelde bulduğu yuvaya soktu ve nefalem güçlerini serbest bırakmanın yanında kayıp nefalem şehri Corvus’a giden yolu da açtı.

Corvus’un korumaları, aradan geçen yüzyıllara rağmen hâlâ ayaktaydı. Ne melek ne de insan olan Tyrael’ı temkinli bir şekilde izleyen heykellerin gölgesinde şehirden geriye kalan açıklığı incelemeye koyuldular ve sonunda Kara Ruhtaşı’nı burada saklayabileceklerine karar verip bir süre burada nefalem güçlerini uyandırmak için idman yapmaya başladılar. Bu süreçte grup kendi içindeki bazı problemlerle de yüzleşti. Jacob ve Shanar’ın arasındaki çarpık ilişki ciddileşirken Gynvir de Jacob’a karşı kendi duygularını bastırmaya çalışıyordu; barbar ile Zayl arasındaki uçurum her zamanki kadar derindi. Tyrael’ın bile kendi sorunları vardı zira aklındaki soruların cevaplarını Chalad’ar’dan almaya çalışıyordu ve kaseyi her kullandığında kendini kasenin içindeki ışık hüzmelerinin içinde daha fazla kaybetmeye başlamıştı. Düşünceleri kaseye bakarken netleşse de gerçekliğe geri döndüğünde daha da bulanık ve paranoyak hâle geliyordu; kaseye bağımlılığı da gitgide ciddi boyutlara ulaşmıştı. Mikulov ondaki bu durumu fark etmiş ve ona yardımcı olmaya çalışmış olsa da Chalad’ar’ın kararttığı düşünceler, Tyrael’ın keşişten daha çok şüphe duymasına sebep olmuştu.

Bilgelik Kasesi, Chalad’ar

Bütün bu problemlere rağmen Tyrael’ın bir araya getirip eğittiği Horadrim grubu Cennet’e yapacakları istilaya hazırlanmaya devam etti. Tyrael, ekibi gruplar hâlinde Pandemonyum’un sınırındaki çorak bir boyuta götürüp doğuştan gelen nefalem güçlerini keşfetmelerini ve test etmelerini sağladı. Herkes aynı seviyede güç artışı göstermese de her birinde ciddi bir gelişme vardı. Tyrael, özellikle de meleklerin semavî şarkısı Işıkezgisi’nin titreşimlerini duyup yansıtabilen Shanar’ın güçleri üzerinde duruyordu ve yaptığı planda büyücünün yeri büyüktü. Plan için kritik bir diğer isim olan Zayl da bir yandan Kara Ruhtaşı’nı gizleyip zapt edecek büyülü bir kese üzerinde çalışıyordu. Gea Kul’dan gelen takviye Horadrim birliklerinin de yardımıyla sayıları artan grup sonunda hazır olabilecekleri kadar hazırdı. Ancak Jacob’ın boynundaki damga sayesinde grubu yakından takip eden Balzael’in emrindeki Sicarai da bu fırsatı bekliyordu; hızlı ve efektif bir şekilde saldıran melek, Horadrim takviyelerini hasat biçer gibi biçip geçti. Tyrael diğerlerini kurtarmak için bir kez daha Sicarai ile karşı karşıya geldi; lakin Sicarai’ın öfkesi bu sefer karşı koyamayacağı kadar güçlüydü. Semavî Yokedici’nin darbesi zırhını yarıp geçti ve Chalad’ar’a takılmasaydı muhtemelen Tyrael’i ikiye bölecek kadar derine inecekti. Jacob, Horadrim’den geriye kalanları bir araya toplayıp nefalem şehrine doğru geri götürürken Zayl da Tyrael’ı almak için geri döndü. Kara Ruhtaşı için yaptığı kesenin büyüsünü kullanarak Tyrael’i öldürecek bir darbeyi engelledi ve Sicarai’ı geçici olarak saf dışı bıraktı. Kese zarar gördüyse de Tyrael kurtulmuştu; Sicarai’ın afallamasından yararlanarak Tyrael’ı da kayıp şehre doğru sürükledi. Sicarai nefalemlerin korumalarını geçemediği için güvendeydiler fakat Tyrael’ın durumu ciddi gözüküyordu. Zayl büyüsünü ve yeteneklerini kullanarak yaranın bir kısmını iyileştirmeyi başardı. Tyrael ise kendine gelir gelmez Sicarai’ın geri dönüp haber vermesine izin veremeyeceklerini söyledi ve bir an önce harekete geçmelerinde ısrar etti; böylece Horadrim’in Cennet istilası en sonunda başladı.

Tyrael’ın açtığı geçitle Bilgelik Havuzları’na varan Horadrim, Shanar’ın eşsiz yetenekleri sayesinde Işıkezgisi’ni taklit ederek bir grup Luminarei muhafızı görünümünde Kara Ruhtaşı’na doğru ilerlemeye başladılar. Tyrael’ın yaptığı plana göre Umut Bahçeleri’ne ulaşıp oradan da Adalet Salonları’na doğru ilerleyeceklerdi. Fakat bir grup muhafızdan saklanmaya çalıştıkları sırada Zayl gruptan ayrı düştü ve kendini Kader Kütüphanesi‘ne doğru gider hâlde buldu. Grubun kalanıysa planladıkları gibi Umut Bahçeleri’nden yollarına devam ediyordu. Ta ki Jacob bahçenin zihnine gönderdiği görülerin ağırlığı altında çöküp ilüzyonlarını bozana kadar… Açığa çıkan Horadrim, peşlerindeki gerçek Luminarei’lerden Adalet Salonları’na doğru kaçarak kurtulmaya çalıştılar. Bu sırada Horadrim’in ortaya çıkışını zaten beklemekte olan Sicarai, bir kez daha onlara saldırdı. Cullen nefalem hançerini kullanarak güçlerini yine açığa çıkarttı ve peşlerindeki muhafızların bir kısmını etkisiz hâle getirdi ancak Sicarai’ı durdurmayı başaramadı. Thomas kılıcıyla Cullen’ı korumak için öne çıktı ve bu yaptığı son şey oldu. Sicarai kılıcı parçaladığı gibi Thomas’ı da ikiye bölerek tek hamlede öldürdü. Tyrael ve Cullen bu dehşet verici manzara karşısında donakalmışlarken Luminarei tarafından ele geçirildiler. Adalet Salonları’na ilerlemeye devam eden Jacob, Gynvir ve Shanar’ın peşine düşmeleri de an meselesiyken Zayl ve Mikulov nefalem güçlerini kullanarak büyük bir karışıklık yaratıp dostlarına vakit kazandırdılar.

Tyrael’ın fanî formu

Jacob, büyücü ve barbarı Adalet Salonları’nın hemen ötesindeki Angiris Konsey odasına yönlendirirken herhangi bir direnişle karşılaşmadılar. Çok geçmeden bunun sebebi ortaya çıktı. Tyrael ve Cullen’ı esir alındıkları hapishanede ziyarete giden Balzael, Kara Ruhtaşı’nın etkisinin farkında olduğunu ve taş için başka planlar yaptığını itiraf etti. Westmarch’taki tayflar ve hatta Chalad’ar’ın Tyrael’a gösterdiği “sözde” cevaplar bile bu planın bir parçasıydı ve Imperius’un bu olan bitenden haberi dahi yoktu. Balzael’in planı Horadrim’den geriye kalanların taşı ele geçirmesine izin vermek, bütün bu çıkan karışıklık için Tyrael’ı sorumlu tutmak ve daha sonra diğer başmeleklerin ruhu bile duymadan Sığınak’a kaçmış olan Horadrim’e saldırarak taşı geri almaktı. Bu yüzden de Imperius’a istilacıların yakalandığı haberini yolladıktan sonra Tyrael ve Cullen’ı Adalet Salonları’na getirmiş, Tyrael’ın zihnini Chalad’ar’la daha da bulandırarak onu inandığı her şeyin yanlış olduğuna ikna etmeye çalışmıştı. Az kalsın başaracaktı da; Kara Ruhtaşı’nı almış ve yolda Zayl’ı da yanlarına kattıktan sonra planladıkları gibi Cennet’i terk etmek yerine Cullen ile Tyrael’ı kurtarmaya gelmiş Horadrim olmasaydı. Jacob, Shanar, Gynvir ve Zayl’ın ani saldırısı Tyrael’ı Balzael’in etkisinden kurtardı ve başmelek El’druin’i asıl düşmanıyla yüzleşmek üzere indirdi. Balzael ve Tyrael nihayet yüzleşirken nefalem güçleri sayesinde Sicarai ile dişe diş mücadele eden Gynvir ve Shanar, onu köşeye kıstırmayı başardılar. Ancak her köşeye sıkışan tehlikeli varlık gibi melek de daha tehlikeli hâle geldi; Gynvir’i yaralamayı başardı, barbarı baltasız bıraktı ve son darbeyi vurmak için kılıcını kaldırdı. Jacob son anda araya girerek Gynvir’e inmek üzere olan darbeyi kendi vücuduyla engelledi. Cullen bir kez daha nefalem hançerini kullanarak güçlerini serbest bıraktı ve Sicarai’ın silahını parçaladı. Daha da öfkelenen melek, Cullen’ı boğazından yakalayarak havaya kaldırdı fakat son darbeyi yine indiremedi, zira Jacob yere düşen nefalem hançerini Sicarai’ın göğsüne saplayarak yokedici meleğin sonunu bu sefer nihai olarak getirdi. Son gücüyle bunu yaptıktan sonra da yere yığıldı; yarası oldukça ciddi ve derindi. Shanar ve Gynvir, daha önce Tyrael’ı iyileştirmiş olan Zayl’a Jacob’ı da kurtarması için yalvardılar. Nekromans, Tyrael’dan çok daha kötü yaralanmış adamı iyileştirmek için oldukça riskli bir ayin kullandı ve iskelet elini feda etti.

Horadrim’in kalanı, yanlarında Kara Ruhtaşı’yla onları Sığınak’a geri götürecek geçide doğru kaçarken Tyrael ise Balzael’i nihai olarak durdurmak için onun peşinden gitti. Balzael, Tyrael’ı konsey odasına çekti ve onun fâni olma seçimini her zamanki gibi küçük görerek dalga geçti. Söylediklerinin bir kısmında haklıydı; zira bir zamanlar birçok açıdan eşsiz bir savaşçı olan Tyrael, Balzael’e karşı durmakta zorlanıyordu. Balzael onu birden fazla kez yaraladı ve işini bitirmek için üzerine çullandığında hayatını kurtaran şey kurnazlıktı: Chalad’ar’ı Balzael’in yüzüne doğru tutup kasenin hipnotize eden, akıl bulandıran etkisinin meleği pençesine almasını izledi. Buna rağmen Balzael sandığından çabuk toparlandı ve Tyrael’a tekrar saldırdı… fakat saldırısını tamamlayamadı. Imperius, mızrağı Solarion’u Balzael’in göğsünü deşecek şekilde saplamış ve kumandanını tereddüt dahi etmeden öldürmüştü. Tyrael’ı canlı ve zarar görmeden geri getirmesini emrettiğini, her ne kadar yaptıklarını dehşete düşerek izliyor olsa da onun hâlâ kardeşi olduğunu söyledi. Tyrael ise gerçekten de Balzael’in yaptıklarıyla Imperius’un bir alakası olmadığı için rahatladı. İki başmelek tartışırken Auriel ve Ithereal da onlara katıldı. Auriel, Horadrim’i saldığını söylediğinde Imperius küplere bindiyse de Umut Başmeleği artık gözlerinin açıldığını ve Tyrael’ın Kara Ruhtaşı konusunda haklı olduğunu anladığını belirtti. Böylece konsey Auriel’in teklifi olan ani bir oylamayla (Imperius’un itirazlarına rağmen) Tyrael’ı melekler ve insanların elçisi olarak seçip Sığınak’a Kara Ruhtaşı’nı korumak için geri gönderdi.

Tyrael kardeşleriyle yüzleşirken Horadrim’den geriye kalanlar güven içinde Sığınak’a geri dönmüştü. Tyrael da Corvus’a döndüğünde hepsini tebrik edip Kara Ruhtaşı’nın etkisinde daha fazla kalmamaları için uzaklara gönderdi. Kendisi ise Gea Kul’dan gelen diğer Horadrimler ve Lorath Nahr’la birlikte geride kalıp Kara Ruhtaşı’nı Rakkis’in Kabri’ndeki nihai gizlenme yerine götürdü. Ancak tam taşı kabre gizledikleri sırada uzun süredir gölgelerde gizlenen bir başka düşman ortaya çıktı: Malthael. Tyrael uzun süredir kayıplarda olan kardeşinin saldırısıyla afallamıştı. Onu El’druin’i kullanarak durdurmaya çalıştıysa da kılıç eski Bilgelik Başmeleği’nin içinden geçti; yani Malthael yaptıklarının adil ve doğru olduğuna şüphe duymaksızın inanıyordu. Kabri koruyan Horadrimleri tek tek öldürüp ruhlarını içen Malthael’i kendi başlarına durduramayacağını anlayan Tyrael, Lorath Nahr’ı Diablo’yu yenmiş olan nefalemleri bulması için yolladı. Malthael ise Tyrael’ı kenara fırlattıktan sonra Kara Ruhtaşı’nı alıp ortadan kayboldu.

Çok geçmeden Malthael’in artık Ölüm’ün Vekili olduğu anlaşıldı. Westmarch’ı önceden sinsice dehşete boğan tayflar artık açıktan açığa insanları avlamaya başlamışlardı. Lorath’ın arayıp bulduğu nefalemler, Westmarch’ta bir kez daha Tyrael ile buluştular. Tyrael onlara Diablo tehdidinin ortadan kalkmasıyla Malthael’in Ebedî Çatışma’ya nihai bir son getirmeye ve bunun için de içlerinde iblislerden de bir parça taşıyan insanların da yok olması gerektiğine karar verdiğini anlattı. Malthael’e sadık birçok melek ve daha önceden Westmarch’ta rastladıkları tayflar ölüm melekleri hâline gelmişlerdi ve yakaladıkları herkesin ruhunu toplamaya çalışıyorlardı. Tyrael ve yoldaşları böylece karşı saldırılarını planlayıp harekete geçtiler. İlk işleri Zakarum Katedrali’nde ruhları toplamaya başlayan ölüm meleği Kasadya’yı durdurmak oldu. Nefalemler doğrudan Malthael’in peşine düşmek istedilerse de Ölüm Vekili’nin nerede olduğuna dair bir fikirleri yoktu. Tyrael, kardeşi Kara Ruhtaşı’nı alırken taşın bir kısmının kırıldığını ve kırık parçanın titreşimlerini incelerse Malthael’in yerini bulabileceğini söyledi.

Nefalemler Westmarch’ı ölüm meleklerinden temizlerken Tyrael da Kara Ruhtaşı’nın izini sürdü ve nihayet Malthael’in Pandemonyum’da olduğunu keşfetti. Nefalemi Pandemonyum Geçidi‘ne yollayan Tyrael, burada Imperius’la karşılaştı. İnsanlığa karşı genel tavrına rağmen Imperius da Malthael’in durdurulması gerektiği konusunda hemfikir oldu ve istemeyerek de olsa nefalem için Pandemonyum Hisarı’na giden yolu açtı. Bu sırada Tyrael, kardeşinin planını nihayet öğrenmişti: Malthael Kara Ruhtaşı’nı kullanarak Sığınak’taki tüm iblis özünü taşın içine hapsetmeyi planlıyordu. İnsanlık da yarı-iblis olduğu için bu hareket onların sonu olacaktı. Ancak nefalem bunun olmasını engellemek için önce ölümün özüyle bir oldu, daha sonra da hisarın tam kalbindeki en büyük Ruh Krözesi‘nin içinde Malthael’le yüz yüze geldi. Nefalemin her geçen gün artmakta olan gücü bu noktada Ölüm’ün Vekili için bile fazlaydı. Vaktinin daraldığını gören Malthael, böylece büyük bir kumar oynadı: Kara Ruhtaşı’nı yok ederek içindeki bütün iblis ruhlarını özümsedi; lakin bu hareket, bilgeliğinden kalan son kırıntıları da götürdü. Elindeki tüm güçle nefaleme karşı koyan Malthael, yine de Sığınak’ın şampiyonunun önünde düştü. Ve Tyrael, hem Cennet’in hem de Cehennem’in en güçlülerini yenmiş olan kahramana bakarken düşünmeden edemedi: Acaba günün birinde nefalem de karanlığın cazibesine kapılacak mıydı? Kapılırsa ona nasıl karşı koyacaklardı? Yoksa Sığınak’ın ve masumların koruyucu olmaya devam mı edecekti? Tyrael’ın ve diğer meleklerin, cevabın ikincisi olmasını ummaktan başka yapabilecekleri bir şey yoktu…