Lorekeeper

GAMESCOM 2018 İZLENİMLERİMİZ

Her yıl olduğu gibi bu sene de Gamescom maceramızla karşınızdayız! Geçen sene ilk Gamescom’unu yaşayan Ezgi gibi bu sefer de ben (Ekrem) ilk Gamescom’umu yaşadım ve oldukça eğlendim. 17 Ağustos Cuma günü başlayıp 23 Ağustos Perşembe günü sırtımda on kilo çantayla “AY LÜTFEN KAÇIRMASAM BARİ!” diye uçağa koşarken biten macera bir hayli yorucuydu ama hepsine değdi.

Bu sefer ekibimiz Can, Burcu ve benden oluşuyordu ve Köln’ü almak üzere Hollanda’da buluştuk. Bolca Battle for Azeroth sohbetli, doğa yürüşlü, Frostmourne’la fotoğraf çektirmeli, ertesi gün trenlerde sorun olacağını öğrenme stresli iki günün ardından sabahın bir köründe Amsterdam’a geçtik ve Köln’e giden trenimize atladık.

Daha hava aydınlanmamışken Amsterdam Centraal’den çıktık yola…

Ben sabah doğrudan bir toplantıya koştum. Kiminle olduğunu şimdiden söylemeyeceğim ancak Lorekeeper ismini farklı yerlerde görmeniz mümkün bu sene. “Beklemede kalın!” diyebiliyorum şu an için sadece. Ben döndüğümde Burcu Pathfinder oynuyordu; ben alanı bulana kadar onlar çıkmışlardı, o yüzden bende yorum yok o konuda.

Pathfinder standı küçük olsa da neredeyse ağzına kadar doluydu!

Pathfinder’ı hem sevdim hem sevmedim gibi; bilemedim, ortaya karışık hisler içerisindeyim. Gamescom’daki kısıtlı süremizde karakter yaratımına hak ettiği vakti ayıramadım ama yine de oldukça fazla seçenek vardı ve tam sevdiğim eski RYO’lar tadındaydı diyebilirim. Başlangıçta sundukları hikâye beni çok içine çekmedi, biraz alelacele yazılmış D&D senaryosu gibiydi ve çok hoşuma gitmedi açıkçası. Birbirinden habersiz tiplerin bulunduğu mekânın saldırıya uğraması ve sonuç olarak oradan bir maceracı grubu olarak çıkmaları biraz eskitilmiş bir konsept. Ama bu benim kişisel görüşüm tabii, çok fazla D&D oynamamış kişiler muhtemelen fark etmeyeceklerdir bile. Oynanış oldukça rahattı ve kontroller alışık olduğumuz izometrik RYO kontrolleriydi. Çıktığında çok yüksek ihtimalle oynayacağım. -Burcu

Sırada bir Destiny: Forsaken gösterimi vardı. Cayde 6’nın ölümünü gözümüzde yaşlarla izledik derdim ama o kadar aksiyonlu bir videoydu ki daha ziyade nefessiz izledim şahsen. Açıkçası böyle “OF AKSİYONA BAK BE!” videoları beni her zaman açmıyor ama Destiny oynarken gerçekten o aksiyonun parçası gibi hissettiğiniz için ayrı bir hoşuma gitti. Bunun dışında yeni özellikleri anlattılar, yeni silahlardan falan bahsettiler. Çok keyifli göründü, çılgın legendary silahlar var yine.

Sunumda bize önden izlettikleri sinematiği sonradan yayınladılar zaten.

Doğrudan devamında değildi ama konu açılmışken devam edeyim: Gambit modunu da oynadık. Ben şahsen bayağı eğlendim. Hem PvE hem PvP ile karışabiliyor, süresi az çok belli… Daha ne olsun? Oyuna eklenen yay türü silahları da kullanma şansı bulduk. Mermi gibi “Attım, vurdum,” olmasa da Mount&Blade oynar gibi kasmıyor da. Destiny için tam kararında olmuş kanımca.

Forsaken’ı aldıysanız ya da bedava hafta sonuna katıldıysanız tecrübe etmişsinizdir zaten ama Gambit gerçekten çok keyifli. Destiny de yeni ek paketiyle çok güzel toplarıyor; meraklısı varsa diye araya girip belirtmeden geçmeyeyim dedim. -Can

Arada Fallout 76 gösterimine girdik. Aşırı rahatsız amfimtrak bir alandaydı. Girişi yapan görevli Almanca konuştu, ben böyle aradan kelime  seçmeye çalışıyorum falan… Üstüne bir de video başladı, Todd Howard çıktı Almanca bir şeyler konuştu. “Lan?! Yoksa??” derken İngilizce’ye döndü. Öyle komiklik yapalım demişler, konuşamıyor falan “ehe mehe” diye. Şirin bir adam olmadığından bana itici geldi biraz ama o tatsız başlangıca rağmen ben gösterimden memnun kaldım. Açıkçası ne kadarı yeniydi, bilmiyorum; ben çok takip edememiştim. Sanırım çoğu açıklanmış şeylermiş. Beklemedeyim şahsen. Adam toplayıp şehir kurmak, başkalarının şehrine nuke indirmek falan eğlenceli görünüyor! Bu arada söylemem lazım, dev ekranlarda bir şey izlemekten çok keyif aldım. Gördüğüm her şeyi bir tık fazla beğendim sanırım.

The Elder Scrolls VI yoktu ama DAHA İYİSİ VARDI! TES: BLAD–tamam ya, vurmayın. Şaka yaptık. 🙁  

Fena bir sunum değildi açıkçası ancak gerçekten de fuara özel tek gördüğümüz şeyin Todd Howard’ın Almanca konuşma çabası olması üzücüydü biraz. Bir de Vault Boy’u severim ederim de sanki biraz eskitmeye başladılar sürekli ona abanarak ya. Size de öyle geliyor mu? -Can

Günün sonuna doğru beklenen an geldi: Cyberpunk 2077. Fakat izleyici seçimini aşırı sıkı tutan CDPR sağolsun “Canım, tek kişi alıyoruz yalnız,” diyince Can’ı içeri yolladık; biz de Burcu’yla gezindik biraz. Daha doğrusu ben çocuk gibi her şeye atladım, Burcu da çocuk gezdiren anne gibi ardımdaydı.

Sizin Cyberpunk’ınız varsa bizim de CyberEkrem’imiz var!!!

Can, Cyberpunk’ı yeterince anlattı ama ben perşembe günü girdiğim seansta neler olduğunu anlatabilirim sizlere. Öncelikle CDPR her zamanki gibi dekorasyon işinde ciddiyeti elden bırakmamış. Geçen seneki dev tahta Gwent masası ve Witcher konseptli dekorasyonlara gösterdiği özeni bu sene de Cyberpunk’a göstermiş ve bekleme odasını futuristik bir bara çevirmiş. FCK DRM biralarını zaten görmeyen kalmadı sanırım, onun haricinde bir tane de “Broseph” adlı biraları vardı deneyebileceğiniz. Sabahın 11’inde bira tadımı yapmaya mecalim olmadığından benimkini sonradan denedik Can ile birlikte.

Bar çok havalıydı.  Maul cosplay de (sağda) CDPR’ın kadrolu çalışanı oldu herhâlde. Geralt’tan sonra V’nin de cosplayini yapıp geldi hemen.

Oyunun kendisine gelirsek… Daha sonra yaptıkları 48 dakikalık Twitch yayınındaki senaryonun aynısı oynandı açıkçası ancak basına canlı oynandığı için seçim şansı bizlere verildi çoğu yerde. Corp ajanından aldığımız kartta virüs olduğunu söyleyelim mi seçeneğinde söylemeyelim dedik örneğin. Ben şahsen oyunu görene kadar 1. kişi bakış açısının iyi bir seçim olduğundan emin değildim, hâlâ da yüzde yüz eminim diyemem ama düşündüğüm kadar rahatsız da etmedi açıkçası. Oyun o kadar harika görünüyor ki çıksa da oynasak… -Burcu

Can’ın gördüğü sunumda ekstradan sonu farklıydı. Onu da Facebook’tan ilk gün sonunda yaptığımız videoda anlatmıştı.

Bu arada bu şahane şehir arka planının hareketli olduğunu söylemiş miydik?

Blizzard alanına gittik. Bir salonun yaklaşık yarısı Blizzard’dı. Şöyle her oyunun üstünden geçeyim: Starcraft bir dizi bilgisayardı ve kenarda Tychus heykeli vardı. Açıkçası deneniyor mu diye bakmadım (Deneniyordu -Can) zira ya sıra çok vardı ya da daha ilgi çekici başka şeyler denk geldi.

Heroes of the Storm keza yine bir dizi bilgisayar şeklindeydi. (Önceki senelere göre dörtte biri boyuta düşmüş. -Can) Daha sonra Can’la Mephisto deneme şansımız oldu. Yani o Mephisto aldı, ben karşısında Garrosh’tum. Dövdüler ama bizim bir Morales vard- Neyse tuzumu kenara bırakıyorum. Bu arada ufak bir müjde vereyim: Announcer listesinde Overwatch’tan tanıyacağınız AI Athena vardı, sonraki yamada gelmesi olası. (Ben bunu yayınlayasıya geldi bile. -Can)

Overwatch demişken… Oyunu oynayabileceğiniz bir alan vardı, ortada böyle şekilli keyifli bir yer vardı ama kalabalıktı, girmedik.

Girmesek de en azından sizin için fotoğrafını çektik ama.

Onun yerine Hearthstone için ayırdıkları ve han şeklinde tasarlanan alana bir kez kenardan fotoğraf çekilmeye, bir kez de Burcu’yla oynamaya girdik ama Almanca olunca muvaffak olamadık. Dağıttıkları hearthstone’lardan alıp devam ettik. (Aslında baya iyi gidiyormuşuz ama o kadar Almanca’ydı ki anlamadık iyi mi yapıyoruz kötü mü yapıyoruz… -Burcu)

Dekorlar falan bayağı olmuş yalnız. Hancıdan et ve kırmızı şarap isteyecektik ki buranın gerçekten han olmadığını fark ettik.

Ben devamında Darkmoon Faire alanına girdim, Horde dövmesi yaptırdım (dövme derken, ‘airbrush’ ama yine 2–3 gün gitti), X-53 üzerinde fotoğraf çekildim. Island Expedition oynama alanı vardı ama yine sıra fazla geldi.

Darkmoon Faire alanında yaptırabildiğiniz geçici dövme çeşitleri bunlardı bu sene. Ekrem tabii ki gidip Horde sembolü olanı yaptırdı.

Son olarak Diablo için de ufak bir alan vardı ama PC yerine… evet, tahmin edeceğiniz üzere Switch’ler vardı. Dörtlü gruplar hâlinde girip bir rift yapabiliyordunuz. Açıkçası aşırı bir “OHA İŞTE BUDUR YA!” hissine kapılmadım ama PC dışında ilk defa oynayan ve konsola alışık olmayan biri için “Switch alsam mı?” listesine bir tık daha atmadım diyemem. Alsam mı?

Switch’i bilmiyorum ama bu dekorları veriyorlarsa alırım. Verselerdi keşke… 🙁

Switch’e özel hazırladıkları bölüm de ilginçti. Diablo’yla dövüşmeye başlıyorduk, oradan hop diğer boss’lar geliyordu. Aynı anda bir sürü boss ile dövüştük falan… Standart Diablo III’tü. Fakat bazı oyuncular oyundaki eşyaların statlarının normalde mümkün olandan fazla seviyede olduğunu söylemiş. Artık deneyenler iyice power play yapsın diye mi, yoksa ufukta Diablo III için yeni bir içerik mi var, orasını BlizzCon’da göreceğiz. -Can

Bu noktada artık yorgunduk, size ufak bir yayın yaptık ve yiyecek bulmaya gittik. Biraz dolandıktan sonra bir Alman lokantasına gittik. Can schnitzel, Burcu flammkuchen aldı, ben şuursuzca dev bir et parçası söyledim. Biralarımızı içtik, daha fazla istemiyorsak bardak kapatmamız gerektiğini öğrendik ve evlerimize dağıldık. (Flammkuschen enfes bir şey ya, denk gelirseniz yiyin. -Burcu)

Çarşamba günü bir noktada Can Microsoft alanındaydı, neler oldu çok konuşamadık. Neler oldu Can?

Microsoft tarafında fotoğraf çekmediğimiz için onun yerine Cyberpunk sunumundan verdikleri figürü koyduk buraya, evet.

Ben hem Lorekeeper hem Oyungezer adına fuarda bulunduğumdan OGZ’den Serpil’in ayarladığı Microsoft toplantısına gittik. State of Decay 2’nin yeni DLC’sini gördük orada canlı canlı. Yani ilk çuvallamadan sonra bir parça daha toparlamış gözüküyordu oyun ama getirdikleri Horde modunun da (Orda diyeceğim sanmıştınız, değil mi?) yeni zombilerin de heyecanla anlattıkları kadar dünyanın en müthiş ve yeni fikirleri olmadığı gerçeği vardı. Left 4 Dead’in üzerinden 10 sene geçti yahu… Onun dışında Serpil, Ori’nin yeni oyunu için bir toplantı aldı fakat benim aklım Anthem’daydı. O yüzden EA standına doğru sıvıştım ufaktan. -Can

Oradan sonra EA alanına girdik, ben sanırım orada bir Marketing Manager abinin toplantı yapacağı masaya şuursuzca oturdum, gamsızca kahve içtim. Anthem’e girmek istemiştik ama olmadı. Akabinde Can’lar sanırım Sekiro’ya gidiyorlardı, benim çok ilgim olmadığı için EA alanında kaldım ve Command and Conquer: Rivals’a hallendim.

Rivals değil ama Spider-Man’in Chinatown temalı alanı da çok tatlı olmuştu doğrusu. (Evet, orada da fotoğraf çekmedik.)

Şimdi… Rivals. Yani arkadaşlar, hayır, sıradaki CnC oyunu değil tabii ancak EA’dan çıkan bir mobil oyundan beklediğim şey (bkz. Dungeon Keeper Online) de kesinlikle değildi. Bilakis, Redwood Studio para ödemeyen oyuncuları da çok önemsiyor gibi. Umarım oyun önyargı kurbanı olmaz, hak ettiği ilgiyi görür de EA karışma ihtiyacı hissetmez. Tabii Lorekeeper olarak bir hikâye olup olmayacağını da sordum ancak yanıt maalesef olumsuzdu. Oyun için ileride “çeşitli planları ve fikirleri” olduğunu söyledi topluluk yöneticileri ancak anladığım kadarıyla hikâye tarafında herhangi bir şey görmeyeceğiz. Yine de şansınız olursa bakmanızı tavsiye ederim mobil oyun oynuyorsanız, cidden fena olmamış.

Burada sanırım Can’lar Sekiro’daydı dediğim gibi. Öyle miydiniz?

Dark Souls refleksleri zayıflamış Can alışana kadar biraz dayak yedi Sekiro’da.

Sekiro, Souls/Borne serilerini seven herkesin yine bayılacağı bir oyun olmuş. Bizzat oynadım, test ettim, onaylıyorum. Dark Souls’dan Bloodborne’a geçerken olduğu gibi yine bazı farklı oynanış mekanikleri eklenmiş: Protez kol ve o kola dâhil olan farklı farklı gereçler, kanca atıp kendinizi sağa sola çekmeler vb gibi. Ama sanırım Sekiro’nun yaptığı en önemli değişikliklerden biri yuvarlana yuvarlana yaptığımız savaşların tarih olması. Artık bayağı samuray dönemine uygun şekilde kılıçlarınızı tokuşturup karşıdakinin defansını kırmaya çalışıyorsunuz öncelikli olarak. Dark Souls’da ne kadar iyi yuvarlanıyor olursanız olun, boss’un sağlık barını sona indirip “NİYE ÖLMEDİ BU YA?” diye bağırmak durumunda kalıyorsunuz; sonra görevli biri gelip “Arkadaşım yeni mekanik koyduk. Parry at ki defansını kırıp öyle öldürebilesin,” deyince aydınlanıyorsunuz. Ben sizin yerinize rezil oldum ki siz rezil olmayın. -Can

Bu arkadaşların da basit ve güzel Day of the Tentacle cosplaylerine bayıldık bir yandan.

Sonrasında aramızdaki messenger diyaloğuna göre Can’ı Anthem’e sokmuşuz. (Evet, E3 demosunun aynısını oynattılar. Güzeldi ama videodakinin dışında çok ekstra söyleyecek bir şey yok. Oynanışı çok keyifli ama. -Can) Burcu da benimle Starcraft’a katılmaya gelmişti ancak devamında Pillars of Eternity toplantısına geç kalmak istemediği için Starcraft’a ben girdim. Çok da bir şey kaçırmadı açıkçası. Zaten gördüğünüz Tychus videosu gösterildi, onun dışında bir de SC2’nin durumuyla ilgili bir sunum vardı. Hakkını da yemeyeyim, sunum güzeldi; “sc2 ded gaem” dedikodularının o kadar doğru olmadığından, oyunun aslında eskiye göre büyümekte olduğundan, ilgi gördüğünden ve eskisi gibi Koreli oyuncuların hükmünde olmadığından bahsettiler. Çok kısa bir soru-cevap yaptılar; ilgi çekici bir soru ya da cevap yoktu açıkçası. Adıma tek ilgi çekici cevap çıkışta araya sıkıştırdığım oldu: SC2 için yapılan AI araştırmasının sadece araştırmacılar için olmadığını, “bazı şeyler olduğunu” ancak açıklayacak bir şeyleri olmadığını söyledi.

Can’lar Pillars of Eternity’ye gitmişlerdi bu noktada, orada yine neler oldu bilmiyorum. Neler oldu?

Pillars of Eternity… Yine hak ettiği değeri göremeyen oyunlardan bir tanesi. Bir diğeri de Larian’ın yılın oyunu ödüllü Divinity: Original Sin 2’si tabii. Facebook Games diye ne idüğü belirsiz bir stant oyun alanının yarısını kaplarken Divinity 2 ve Pillars 2 gibi şaheserlerin bir kenarda ufacık stantlara sahip olması (hatta bazen hiç olmaması) beni üzüyor.

Neyse, THQ Nordic’in ufak bir odasında Josh Sawyer ile bire bir röportaj yapma fırsatı bulduk, aklımızda ne vardıysa sorduk. Asıl konumuz tabii ki bu ay sonunda çıkacak olan yeni DLC “Seeker, Slayer, Survivor”dı. Daha çok adalarda artefakt peşinde koşma ve türlü savaşları gerek strateji ile gerekse kaba kuvvetle çözebileceğimiz DLC’de o adını çokça duyduğumuz tarihî savaşların (War of the Black Trees, Broken Stone War… Tarihçelerimizde yazdık bunları hep!) olmayacağını duymak biraz hayal kırıklığına uğratmadı değil. Yine de çevresel etmenlerden yararlanmak, safi gücümüze güvenmek ve belli bir süre hayatta kalmak üzerine üç farklı arena modu denemeye değer görünüyor. Ayrıca bu DLC’nin avcıların tanrısı Galawain’e odaklandığını ve her tanrı için irili ufaklı içeriklere sahip güncellemeler olacağını da öğrendik -ki bu da Eora’ya geri dönmek için daha bir sürü fırsatımız olacak demek oluyor. Şahsen sırlar tanrısı Wael’e dair de hikâye odaklı ve bol bulmacalı bir şeyler yaparlar diye umuyorum. -Burcu

Hazır Josh Sawyer’ı bulmuşken “Bize de masaüstü Eora oynatsana!” dedik, ısrar edince güvenliği çağırdılar.

Bir yandan Josh Sawyer’ı bulmuşken soru bombardımanı da gerçekleştirdik tabii -ki o sorulardan özellikle iki çok önemli şey çıkarttım. Birincisi, kısa bir ilk versiyonunu yayınladıkları masaüstü Eora sistemi tahminimizden büyük ve detaylı tam teşekküllü bir rol yapma sistemi olacak; Josh Sawyer harıl harıl üzerinde çalışıyormuş. İkincisiyse Obsidian’ın Watcher’ın hikâyesiyle işi bitmiştir diye tahmin ediyorduk ama ne mutlu ki çok yanılıyormuşuz. Pillars of Eternity 2’nin sonunda gerçekleşen mevzulardan sonra da Watcher’ın neler yapacağını görebileceğimizi birden fazla kez ima ettiler. Açıkça dememiş olsalar bile Eora için uzun vadeli planları var gözüküyor Obsidian’ın. -Can

Günün devamında Heroes of the Storm röportajına gittik. Ben Starcraft panelinin sonundaki yetersiz süreden pek memnun değildim ama Heroes için daha geniş vaktimiz oldu ve merak ettiğimiz birkaç soruyu sorduk… pek tatmin edici cevaplar alamadıysak da. Multi-class, yeni sınıf türleri ve Overwatch Specialist gibi birkaç konuda en azından BlizzCon’a işaret bekliyordum ama o kadarını bile duymadık. Gelenektendir, hem hiç yapmamıştım, Fenix’i de sordum gitmişken. (Merak eden varsa şuradan okuyabilir -Can)

Geçen senelerde Blizzard’ın kapladığı alanı bu sefer Game of Thrones tarayıcı oyunu işgal etmiş. Millet tabii ki hemen Demir Taht’ta fotoğraf çekmeye koşmuş…

Son günü biraz daha ayrı geçirdik, kendi tarafımda ben Taleworlds ile görüştüm. Özellikle geliştirme tarafıyla ilgili bazı sorular sordum, Armağan (Yavuz) Abi her zamanki içtenliğiyle yanıtladı. Soranlar olmuştu, Bannerlord gerçekten güzel görünüyor. Mount & Blade seven herkesin seveceğinden oldukça eminim. Tarih vermeseler de artık işin sonuna kadar kesintisiz gidecekler gibi görünüyor.

Burada Bannerlord’u Ekrem’le oynarken görüyoruz.

Perşembe gününün benim açımdan önemli bir görüşmesi de World of Warcraft’tı ancak çok da dolu değildi, ne yalan söyleyeyim. Battle for Azeroth sistemlerinden biraz bahsedildi, keyifli bir sunum yaptılar. Lorekeeper takipçilerinin ilgisini çekeceğini sandığım önemli iki soru sorduk (Bu arada tüm Blizz görüşmelerinde odadaki en aktif, en soru soran ekip hep bizdik, bunu da not düşmek istiyorum). İlkinde Can’ın özel isteğiyle night elflerden dem vurdum. Arka planda kaldıklarını ve fazla “medeni” durduklarını, A Good War’daki korkunç Malfurion ya da Warcraft III’te orkların kalbine dehşet saçan Sentinel’leri özlediğimizi söyledim; tekrar görüp görmeyeceğimizi sordum. Tüm ekibin bana katıldığını ve bunun ofiste konuştukları bir konu olduğunu söyledi. Açıkçası sonraki yamada bir şey geliyormuş falan gibi bir his almadım ancak komple düşünülmemiş olmadığını da (A Good War’dan sonra) onaylamış oldu. Diğer bir sorum hikâye anlatımından ve bunu farklı ortamlara yaymalarından, özellikle Sylvanas hakkında çıkan tartışmalardan sonra memnun olup olmadıkları ve hikâye anlatımının geleceği ile ilgiliydi. O konuda biraz fazla laf yuvarladı ancak temelinde farklı şeyler denediklerini, öğrendiklerini ve tepkilere de önem verdikleri doğrultusunda bir cevap verdi.

Ekrem WoW ekibine sorularını yöneltirken millet ne cosplayler yapıyor gördüğünüz üzere… Teheeey! (Yine fotoğrafsız kaldık, evet.)

Benim için bundan sonrası günlük işimle ilgili toplantılar ve gezinmecelerden ibaretti. Benim adıma çok keyifli birkaç gün oldu bu Gamescom macerası. Buradan beni dürtüp harekete geçiren Can’a ve bizi organize eden Burcu’ya da teşekkür ediyorum.

Aman efendim, biz teşekkür eder ve seneye yine bekleriz asıl. Ehm, ne diyorduk? Son gün benim için biraz stresliydi; nedenlerini şu an buradan açıklayamıyorum ne yazık ki. O stresli kısımları atlattıktan sonra Burcu’yla Dying Light 2 sunumuna girdik. Chris Avellone’un da elinin değmesiyle Dying Light bambaşka bir şey olmuş. Gece kısmını zaten hiç göstermediler, sunumun odağı gündüz vakti yaptığımız seçimlerin oyunun dünyasını nasıl etkilediği üzerine yoğunlaştı tamamen. Sanki o zombili parkur yapmalı oyun gitmiş, seçimler ve sonuçları konusunda Bioware RYO’larını ağlatacak derecede detaylı ve güzel bir etki-tepki sistemi gelmiş yerine. Ama aslına bakarsanız zombili parkur kısmı da yerinde duruyor, sadece sunumda (bir tek yer dışında) göstermediler pek. Verdiğiniz kararlara göre askerî yönetimin sokaklara el koyması ve “düzen” getirmesi ya da çok daha tehlikeli sokaklarda daha özgür ancak kaotik yaşamaya mahkûm halk gibi grinin tonlarında seyreden seçimler beni gayet çekti doğrusu. Gözünüz üzerinde olsun derim.

Bu fotoğrafı da sırf Ezgi’ye Summerset yayınlarına geri dönmesi gerektiğini hatırlatmak için çektik.

Asıl bu seneki kapanışı yaptığım oyunsa… Birçoğunuzun artık “Ay yine mi ya?” dediği ancak benim bıkmak usanmak bilmediğim Assassin’s Creed oldu. Ege kültürüne yakınlığından mıdır bilemiyorum ama Odyssey’in bana yaptığı garip bir çağrı var doğrusu. O çağrının yanılmadığını bir saatlik oynanış sekansı sırasında da görmüş oldum. İlk bakışta Origins’in aynısı gibi dursa da derinine indiğinizde daha düzgün ve katmanlı bir yapısı olduğunu görüyorsunuz. Bayek’in sevgili kalkanı gitmiş, onun yerine artık çift el silah kullanma öne çıkmış -ki bu da sizi daha agresif olmaya itiyor. Yetenekler de Origins’teki gibi pasif değil, aktif olarak kullandığınız bir sisteme geçiş yapmış. Sparta tekmesi, Leonidas’ın Mızrağı’nı yere çarpıp etraftakileri düşürmek, kendinizi iyileştirmek vb yetenekler savaşlarınızın vazgeçilmezi olacak şüphesiz. Ok-yay sisteminde de değişikliğe gitmişler, artık on beş çeşit yay taşımak yerine farklı farklı ok çeşitleri var. Demoda oynadığımız kısım yüksek seviyeli bir içerikmiş, görevli “Aman bak, takılırsan falan söyle,” dedi ama Origins’i en zorda oynamaya alışık biri olarak “Ben hallederim ya, sorun değil,” ukalalığını yapma hakkını kendimde buldum. Boşuna da yapmamışım ama şimdi, süre bittiğinde demonun son boss’u olan Medusa’yı kesebilmiş olan tek basın mensubu bendim ortamda. Bu arada Medusa’nın yılanlarının sonradan—neyse, bu kısım spoiler’a giriyor çok fena. Ama işin Those-Who-Came-Before tarafını yoğun bir şekilde göreceğimize dair inancım fazlasıyla arttı, o kadarını diyeyim sadece.

Ubisoft yine figürler konusunda almış başını yürümüş. AC: Odyssey’in demosu beklediğimizden iyi çıktı.

Genel olarak Gamescom izlenimlerimiz bu şekilde oldu bu sene. Önceki senelere göre bazı açılardan daha sönük, bazı açılardan daha heyecanlıydı. Bu sefer Entertainment Area’daki oyunlara rahatça bakacak vaktimiz bile olmadı toplantılara koşturmaktan. Elimizden geldiğince çok oyunu, özellikle de sizin en merak ettiklerinizi görmeye çalıştık. Umarım keyifle okuyacağınız şekilde aktarabilmişizdir. -Can