Cennet ve Cehennem’in uğruna savaştığı “Yaratılışın Kalbi” yani Dünyataşı, isminin aksine bir taştan çok daha fazlasıydı. “Anu’nun Gözü“ olarak da bilinen Dünyataşı, kabaca bir dağ boyutundaydı ve uçsuz bucaksız bir gücü bünyesinde barındırıyordu. Hakkındaki efsaneler Dünyataşı’nın gücünü elinde tutan tarafın zahmetsizce yoktan dünyalar var edebileceğini, gerçekliğin dokusunu eğip bükebileceğini söylemekteydi. Yine aynı kaynaklarda her iki tarafın da belli dönemlerde taşın üstünlüğünü ele geçirmiş olduğu yazmaktadır. Melekler bu gücü mükemmel bir düzene sahip dünyalar yaratmakta ve kendi idealleri olan adalet, umut, bilgelik, kader ve yiğitlik gibi değerleri yaymakta kullanırken iblisler ise meleklerin yarattığı dünyaları yok etmede, korku ve nefret saçmakta kullanmışlardı. Bu kısır döngü yüzünden yaratılan dünyaların hiçbiri gelişip yeterince büyüyememiş ve kısa süre içinde ölüp gitmişti…
Melek ve iblislerin bu daimi mücadelesi sürerken, bütün dengeleri alt üst eden bir olay gerçekleşti: Adalet Başmeleği Tyrael‘ın inşa ettirdiği Pandemonyum Hisarı‘nda korunmakta olan Dünyataşı bir anda sırra kadem bastı. Ne melekler ne de iblisler tarafından yeri saptanamayan taşı alıkoyan ise aslında Inarius adındaki bir melekti. Sonu olmayan savaşın anlamsızlığının farkına varan Inarius, kendisi gibi düşünen başkaları da olabileceğine inanıyordu. Bu yüzden gizliden gizliye sadece melekleri değil, iblisleri de davasına katmak için çabaladı. Kendi tarafına çektikleri arasında bir tanesi vardı ki, Dünyataşı’nın çalınmasında herkesten çok daha büyük bir rol oynadı: Nefretin Efendisi Mephisto‘nun kızı Lilith. Babasının nefretine çok uzun süre maruz kalmış olan Lilith, eline geçen bu fırsata sıkı sıkıya tutundu ve eşi benzeri olmayan bir olay gerçekleşti: Inarius’un liderliğinde toplanan melek ve iblisler ortak bir amaç için birleşerek beraber yaşamayı öğrendiler. Beraberce Ebedî Çatışma’dan uzak kalmaya ant içen Inarius ve Lilith arasındaki aşkın ilk kıvılcımı da bu sırada çaktı. Kendilerini takip edenlerle birlikte amaçlarına ulaşmak ve barış içerisinde yaşamak için Dünyataşı’nın güçlerini manipüle ederek Sığınak adı verilen dünyayı yarattılar…
Cennet ve Cehennem arasındaki savaşın tehdit etmediği ilk dünya olan Sığınak, böylece gelişip güzelleşmeye başladı. Inarius ilk önce Dünyataşı’nın varlığını gizli tutması için onu bir kabuk gibi saracak şekilde Arreat Dağı’nı yarattı. Hemen ardından Arreat’ı denizler, ormanlar ve Sanctuary’nin diğer yer şekilleri izledi. Inarius ve Lilith, Ebedî Çatışma’dan kaçacak bir yer bulmuş olmanın güvencesiyle aşklarının ilk tohumunu attılar: Nefalem. Yarı melek, yarı iblis; her iki tarafın da potansiyelinin çok ötesini damarlarında gizleyen üçüncü bir ırk. Dünyataşı’nın çocukları…
Ebeveynleri tarafından başta sevgiyle kucaklanan nefalemin ilk jenerasyonu, daha sonraları tarihçiler tarafından “Kadimler” olarak adlandırıldı. İlk jenerasyon arasında özellikle kendi soyları tarafından hala hürmet ve saygıyla anılan dört önemli Kadim mevcuttu: Devasa boyutları, çelikten iradesi, inatçılığı ve inanılmaz kas gücüyle Arreat barbarlarının hala savaş narası olarak adını zikrettiği Bul-Kathos ilkiydi. Bul-Kathos’un doğaya yatkınlığıyla bilinen küçük kardeşi Vasily, nesiller sonra öğretilerini benimseyen Scosglen Druidleri tarafından el üstünde tutulurdu. Kudretli Kehjistan büyücülerinin takip ettiği yol, yoğun meditasyon teknikleri sonucunda ateş, su, toprak ve fırtına güçlerinde ustalaşmış Esu‘ya aitti. Yaşam ve ölüm arasındaki döngüyü inceleyen ve dengeyi korumayı görev edinen nekromanslar ise kendilerini Rathma‘nın Rahipleri olarak adlandırmaktaydı.
Ancak Kadimler gelişip güçlendikçe, ebeveynlerinin içerisine büyük bir korkunun gölgesi düştü. Nefalemin damarlarında akan gücün potansiyeli melek ya da iblislerin sınırlarının çok ötesindeydi. Ve bu büyük güç, Sığınak’ta güvende olacaklarına inanmış olan kaçak melek ve iblisler arasında yeni bir çatışmanın doğmasına yol açtı. Kimisi nefalemin kendileri için büyük bir tehdit olduğunu ve yok edilmeleri gerektiğini savundu. Diğerleriyse bunun ihtimal dahilinde bile olmadığını söyleyerek nefalemlerin yanında yer aldı. Takipçileri arasındaki bu ayrılık Inarius’un hoşuna gitmediyse de bir meleğin bile böylesine büyük bir kararı vermek için düşünme süresine ihtiyacı vardı. Inarius da seçeneklerini tartmak için bir süreliğine inzivaya çekildi. Lilith ise çocuklarının içerisinde olduğu tehdit yüzünden yarı delirmiş bir şekilde nefalemin yok edilmesi gerektiğini düşünen herkesi tek tek avlamaya başladı. Barış içerisinde yaşamak için kendi inşa ettiği dünyayı Lilith’in kana buladığını öğrenen Inarius’un öfkesi büyük oldu. Mephisto’nun kızını öldürmeye niyetlendiyse de, paylaştıkları aşkın kıvılcımları hala canlı olduğundan onu Sığınak’tan sürgün etmekle yetindi.
Daha fazla kan dökülmesini istemeyen ancak Lilith’in ihanetiyle derinden sarsılmış olan Inarius, Dünyataşı’nı bir kez daha kullanarak nefalemin güçlerini emecek şekilde değiştirdi. Böylece sadece birkaç jenerasyon içerisinde nefalem ırkının güçleri yitip gitti; sıradan insanlar haline geldiler. Sığınak’ı mesken edinmiş melekler ve iblisler gölgeler arasına çekildi, Inarius bir kez daha ortadan kayboldu.
Onlarca, yüzlerce, hatta binlerce yıl herhangi bir güce sahip olmayan, sıradan insanlar bir zamanlar hem meleklerin hem de iblislerin sığınağı olmuş dünyada hüküm sürdüler…