BLOOD – MAW OF THE DAMNED
Lanetlinin Kursağı
Silahlar genelde bir başlarına iblislerin yüreğine pek de korku salmaz. Lanetlinin Kursağı buna bir istisnadır. Bu silah, Yakan Lejyon’un sadık hizmetkârları arasında eşit derecede dehşet ve huşuyla anılır. İblislerin kendileri bile Lanetlinin Kursağı’nın ne kadar hayat aldığı konusunda anlaşamazlar. Gerçeği bilen tek bir kişi vardır ve onun da adı Netrezaar’dır. O da ruhu bizzat silahın kendisine bağlanmış olduğu için…
Netrezaar, iblislerdeki o korkunun da sebebidir. Ruhunda yanan ebedi açlığın farkındadırlar çünkü. O kadar büyük bir açlıktır ki düşmanı dosttan bile ayırt etmeden yutmaya çalışır. Lejyon’un ellerinde Netrezaar’ın ruhu koca medeniyetleri silip süpürmüştür. Başkalarının elindeyse aynısını Lejyon’a karşı yaparken tereddüt bile etmeyecektir. Hatta her anın keyfini çıkartacaktır.
Lanetlinin Kursağı, Bölüm Bir
Kanlı tarihine rağmen Lanetlinin Kursağı, aslında bir soykırım silahı olarak tasarlanmamıştı. Sadece tek bir yaşamı söndürmek için dövülmüştü: Yüce iblis lordu Kil’jaeden’ınkini. Kil’jaeden bir zamanlar eredar ırkının en sevilen liderlerinden biriydi. Tek bir kelimeyle halkının kalbine ve aklına hükmedebilirdi. Yakan Lejyon’a katıldığındaysa birçok eredar onu körlemesine takip etti.
Bu takipçilerden biri de yetenekli bir demirci olan Netrius’tu. Kil’jaeden’a neredeyse tapıyordu ve hayatını eredar liderinin övgüsünü almaya adamıştı. Bu yüzden de Netrius, Lejyon’a bağlılık yemini etmenin Kil’jaeden için yapabileceği en büyük hizmet olduğunu düşündü.
Sadakatinin ödülü olarak Lejyon’un her şeyi tüketen fel alevlerinde yeniden şekillendi. Karmaşık büyüler ruhunu yaktı, zihnini ve bedenini sonsuza kadar çarpıttı.
Artık Netrezaar ismiyle bilinen Netrius, bir daha asla eskisi gibi olamadı. Kil’jaeden’a karşı hisleri de değişenler arasındaydı. Bir zamanlar gıptayla baktığı eredar lorduna karşı artık tehlikeli bir saplantıyla bağlıydı. Sadece Kil’jaeden’ın övgüsünü almak yeterli değildi, daha fazlasına ihtiyacı vardı.
Netrezaar’ın çarpık zihninde bir düşünce şekillendi. Saplantısını dindirmek için Kil’jaeden’ın yaşam özünü emecek bir silah tasarladı. Bu silah, bir gün Lanetlinin Kursağı olarak bilinecekti.
Lanetlinin Kursağı, Bölüm İki
Netrezaar, Yakan Lejyon tarafından da iyi bilinen ünlü bir demirci hâline geldi. Savaş makineleri dünyaları dehşete boğdu. Yaptığı silahlar koca medeniyetleri yıkıma götürdü. Ancak aslında bu silahların hepsi, Kil’jaeden’ı yutacak kusursuz aracı yaratma yolunda yaptığı basit deneylerden ibaretti.
Başarının anahtarı iblis lordunun yaşam gücünü çekip saklayabilecek bir materyali bulmaktı. Netrezaar yıllarını egzotik madenleri arayarak geçirdi ancak ne yazık ki çoğu işine yaramıyordu. Nihilam adı verilen dünyada umut verici bir keşif yaptı. Çok önceleri Lejyon’un lideri Sargeras ve ırkdaşı olan titanlar arasında yaratılışın dokusunu sarsan bir mücadele yaşanmıştı ve bu mücadele Nihilam’ı etkilemişti. Titanların bu kıyameti andıran savaşı dünyayı karartmış ve üzerinde bulunan madenlerin olağanüstü bazı özelliklere sahip olmasına neden olmuştu.
Netrezaar bu madenleri kazıp işlediğinde neredeyse yok edilemez olduklarını keşfetti. Üstelik doğrudan aldığı ışıkta Sargeras ve titanların savaşına dair imgelerin yansımasını gösteriyordu. Ancak en önemlisi, bu metal ona dokunan her canlının yaşam özünü yavaş yavaş emiyordu.
Netrezaar, geçen yıllar içinde ilk defa heyecanlandı. İhtiyacı olan şeyi sonunda bulmuştu.
Lanetlinin Kursağı, Bölüm Üç
Netrezaar, Lanetlinin Kursağı’nı eredar ırkının ana gezegeni Argus’taki büyük iblis dökümhanelerinden birinde şekillendirdi. Daha önce yaptığı silahları dövdüğünde onlara zulmü ve kötü niyeti işliyordu. Ancak bu sefer öyle olmayacaktı. Netreezar bu özel silahı yaratırken tüm hayranlığını ve çarpık saplantısını içine akıttı.
Kendisini çöküşün eşiğine getirene dek gece-gündüz demeden çalıştı. Amacı mükemmele ulaşmaktı. Kil’jaeden’ın tenini öpecek bu silah için daha azını kabul edemezdi. Balta, iblis lordunun hayat enerjisinin her bir damlasını emip doğrudan Netrezaar’a aktaracaktı; hiçbir şey boşa gitmeyecekti. Aynı zamanda baltanın sapını da büyüledi; böylece silahı kullanmaya çalıştığında metal kendi özünü emmeye çalışmayacaktı.
İşi bittiğinde Netrezaar, Lejyon’un cephaneliğindeki en kudretli silahı yaratmıştı. Eşi benzeri görülmemişti ve bir daha görüleceği de şüpheliydi.
Lanetlinin Kursağı, Bölüm Dört
Lanetlinin Kursağı’nın ilk kurbanı Kil’jaeden değil, Netrezaar’ın hizmetkârlarından biri oldu.
Netrezaar’ın emrinde mühendislik ve demircilik üzerine uzmanlaşmış bir hayli yetenekli mo’arg iblisleri vardı. Hepsi de ustalarına büyük bir hayranlıkla bakıyordu ancak demirci için çırakları, çekiç ve maşa gibi amacına hizmet eden birer araçtan ibaretti.
Baltayı test etmek isteyen Netrezaar, bir çift mo’argla ürkütücü bir deney yaptı. Derilerini yavaşça kesti ve silahın yaşam özünü ne kadar hızlı içtiğini ölçtü. Planı işe yaramıştı; iblislerin yaşam enerjileri önce baltanın yalımına, sonra da Netrezaar’a doğru aktı.
Lanetlinin Kursağı, Bölüm Beş
Deney yaptığı iki mo’argdan bir tanesi hayatta kaldı. İsmi Gorelix’ti ve eredar demircinin en tutkulu takipçisiydi. Ya da en azından bir zamanlar öyleydi. Zira deneyler Gorelix’i büzüştürmüş ve şekilsiz kılmıştı. Netrezaar’a karşı duyduğu hayranlık, yerini bütün iblis dökümhanelerinden daha sıcak bir şekilde yanan, kararmış bir nefrete bırakmıştı.
Gorelix’in Netrezaar’a karşı gelebilecek bir fiziksel kuvveti yoktu. Olsaydı bile bu eredara karşı gelmek ölümden de beter bir kadere yol açardı; zira Netrezaar Kil’jaeden’ın seçilmiş eredarlarından biriydi.
Deforme olmuş mo’arg, ustasından intikam almanın başka bir yolunu bulacağına yemin etti. Netrezaar’ın her hareketini dikkatlice izledi, zayıf noktasını bulmaya çalıştı. Zaman içinde Gorelix, garip bir şey fark etti. Netrezaar’ın baltasının gücü muazzamdı ancak yine de onu asla savaşta kullanmıyordu. Hatta mo’arg hizmetkârları dışında herkesten gizli tutuyordu. Eğer bu silahın amacı Lejyon’un düşmanlarını öldürmek değilse neydi?
Böylece Gorelix, Netrezaar’ın baltayı Lejyon için değil, başka amaçlarla dövmüş olduğuna dair bir aydınlanma yaşadı.
Lanetlinin Kursağı, Bölüm Altı
Netrezaar baltasından oldukça memnundu ve onu Kil’jaeden’ın üzerinde kullanacağı vakti kolluyordu. Baltayı efendisine bir hediye olarak sunacak, daha sonra da hiçbir şeyden şüphelenmeyen iblis lorduna saldıracaktı.
Eğer Gorelix araya girmeseydi bu plan belki de işe yarayabilirdi. Mo’arg, ustasının Kil’jaeden’la buluşacağını öğrenince bulmacanın son parçası da yerine oturdu. Nihayet Netrezaar’ın baltasının gerçek amacını öğrenmişti.
Kil’jaeden’ı bu yaklaşan ihanet için uyaran Gorelix, böylece iblis lordunun karşı planlar yapmasına olanak verdi. Kil’jaeden, Netrezaar’la aynen planlandığı gibi buluştu. Ancak demirci “hediyesini” vermeye fırsat bulamadan iblis lordu ona saldırdı. Gorelix baltayı eline alırken iblis lordu da büyülerini kullanarak Netrezaar’ın ruhunu olduğu yerde durması için bağladı.
Netrezaar’ın acı dolu çığlıkları Argus’ta yankılanırken Gorelix yavaşça ustasının derisini kesti; ve geriye sadece kemikleri kalana kadar kesmeye devam etti.
Lanetlinin Kursağı, Bölüm Yedi
Netrezaar’ın kaderi ölümden beter olmuştu; Kil’jaeden bunu bizzat sağlamıştı. Netrezaar’ın uğuldayan ruhunu demircinin kendi kafatasına bağladı. Daha sonrasındaysa Gorelix’e bu kafatasını Lanetlinin Kursağı’na eklemesini emretti.
Bu şekilde Netrezaar sonsuza kadar çok sevgili baltasıyla birlikte olacaktı. Silahın metali ruhunu sürekli emecek, onu hiç bitmeyen bir açlıkla bırakacaktı. Silah ne kadar yaşam enerjisi emse de doymayacaktı; hatta tam aksine, Netrezaar beslendikçe açlık sancıları daha da artacaktı.
Kil’jaeden, sadakati karşılığında ödül olarak bu baltayı Gorelix’e hediye etti ve mo’arga özel bir emir verdi: Netrezaar’ın ruhunu sürekli beslemesini ve böylece işkencesinin sonsuza dek sürmesini istedi.
Gorelix baltayla deneyler yaptı ve onu Lejyon’un yakaladığı tutsakların özünü emmekte kullandı. Genellikle Lanetlinin Kursağı’nın emdiği enerjiler Netrezaar’ın ruhunun yutabileceğinden fazla oluyordu. Arta kalan bu enerjiler doğrudan Gorelix’e akıyordu ve bu da deforme olmuş vücudunun sürekli daha da güçlenip büyümesini sağladı.
Baltanın namı ve kökeni yayıldıkça iblisler, baltanın içindeki tutsağa “Lanetlenmiş Netrezaar” diye hitap etmeye başladılar. Gorelix de baltanın ismini buradan aldı.
Ona “Lanetlinin Kursağı” adını taktı.
Lanetlinin Kursağı, Bölüm Sekiz
Lejyon istilası altında olan ufak bir dünyadayken Gorelix, baltanın gerçek gücü ve potansiyelini keşfetti.
Gorelix ve mo’arglardan oluşan ekibi operasyon üssü olarak kullanabilecekleri bir kale inşa etmekle görevlendirilmişlerdi. Buradaki savaşlardan birinde kale, o dünyanın en cesur savunucularının saldırısına tanıklık etmişti. Duvarlarında devasa bir gedik açılmıştı ve eğer mo’arglar bu duvarı acilen tamir etmezlerse bütün kale Lejyon’un düşmanları karşısında düşecekti.
Gorelix, diğer mo’arglar çalışırken gediği savunmak için gönüllü oldu. Kendi yabancı dillerinde attıkları savaş naralarıyla yüzlerce düşman gediğe doğru aktı. Ancak Gorelix yerini korudu, baltanın ölümcül menziline giren herkesi kesip biçti. Hiç sarsılmadı bile; hatta tam aksine düşen her düşmanla birlikte bedeni daha büyük bir kuvvet ve dayanıklılıkla doluyordu.
Son saldırgan da öldüğünde diğer mo’arglar gediği tamir etmelerine gerek kalmadığını fark ettiler. Gorelix, gediği cesetlerle doldurmuştu.
Lanetlinin Kursağı, Bölüm Dokuz
Gorelix baltayı kullanmaya devam ettikçe silah onu daha da değiştirdi. Devasa bir kas yığını hâline gelmişti ve diğer bütün mo’arglar onun yanında cüce gibi kalıyorlardı. Bu canavarımsı görünüşü ona yeni bir isim kazandırdı: Tenyaran.
Lanetlinin Kursağı’nın ona verdiği bütün güçlere rağmen Gorelix’in baltayı kullanmadığı zamanlar da oluyordu. Bazen Lejyon yeni dünyaları istila ederken sadece uzaktan izlemekle yetiniyordu. Bu zamanlarda Gorelix savaşı ve yitip giden hayatları detaylı bir şekilde tasvir ederek Netrezaar’ın ruhuna işkence ediyordu.
Balta ellerinde fiziksel olarak titremeye başladığında Netrezaar’ın ruhunun acı çektiğini biliyordu. Devasa mo’arg bu hareketten de kurbanlarının ruhlarıyla baltayı beslemekten olduğu kadar çok keyif duyuyordu.
Lanetlinin Kursağı, Bölüm On
Centralis dünyasında Lanetlinin Kursağı’ndan efsanevi bir silah olarak bahsedilir.
Centralis, kudretli bir savaşçı halka ev sahipliği yapıyordu. Lejyon’un istila çabalarına da diğer ırklardan çok daha uzun süre dayandıkları biliniyordu; ancak yine de iblislere karşı duran herkes gibi eninde sonunda onlar da düşmüştü.
Kil’jaeden ise Centralis’in yaşayanlarını basitçe yok etmek yerine onların Lanetlinin Kursağı’na uygun kurbanlar olacağına karar vermişti. Onların kuvvetli özleriyle tıka basa beslenmek, Netrezaar’ın ruhunun yaşadığı işkenceye bambaşka bir boyuta taşıyacaktı.
Gorelix, Kil’jaeden’ın emriyle Centralis’e seyahat etti. Sonsuz Lejyon ordusunun önünde, elinde baltayla saldırıya öncülük etti. Baltanın metali zırh, et ve ruhları kesti; nereye bakarsa baksın karşısına çıkan her şey can verdi. Centralis’in hiçbir köşesi Gorelix’in gazabından kaçamadı. Hiçbir canlı, en ufak hayvan bile merhamet görmedi.
Gorelix’in ilerleyişi sona erdiğinde geriye sadece ölü bir dünya kalmıştı.
Lanetlinin Kursağı, Bölüm On Bir
Centralis’teki katliamın ardından Gorelix, baltanın yıkıcı gücünü nasıl daha üst seviyelere çıkartabileceğini öğrenmeye devam etti. Lanetlinin Kursağı’nı kullanmada o kadar becerikliydi ki Lejyon’un en vazgeçilmez araçlarından biri oldu. Kil’jaeden, Gorelix’in yeteneklerini sıradan savaşlarda harcamak yerine daha özel görevlere saklamaya başladı.
Bu aynı zamanda Kil’jaeden’a Lanetlinin Kursağı’nın durumunu gözleme şansı da verdi. Gorelix’e güvense de baltanın düşman ellerine düşme ihtimalini göze alamazdı.
Gorelix’in ellerindeki silah sayısız can aldı ve ne kadar beslenirse beslensin, Netrezaar’ın ruhunun çığlıkları balta boyunca yankılanmaya devam etti. Bu yüzden iblisler bile balta ve onun lanetli tutsağından korkmaya başladılar. Silahın koca bir ırkı tükettiğini görmüşlerdi. Bütün bir dünyayı. Buna rağmen açlığı devam ediyordu.
Bir gün o açlık dinecek miydi, orası hâlâ bir muammadır.
FROST – BLADES OF THE FALLEN PRINCE (ICEBRINGER AND FROSTREAPER)
Düşmüş Prensin Kılıçları (Buztaşıyan ve Ayazbiçen)
Buztaşıyan ve Ayazbiçen’den önce sadece Frostmourne* vardı. Sadece ismiyle bile yaşayanların kalbini ürpertebilen bu silah kadar günümüz tarihini şekillendirmiş az silah var. Frostmourne kralların kanını dökmüş ve koca ülkeleri yok etmiştir. Kılıcın açtığı yaralar bugün bile kapanmış değildir.
Buztaşıyan ve Ayazbiçen de bu tarihi kabzalarında taşıyacak olsa da Frostmourne’un izinden gitmeyecekler. Onların geleceklerini kendileri şekillendirecekler. Ne de olsa bir efsane biter, öteki başlar…
Düşmüş Prensin Kılıçları, Bölüm Bir
Frostmourne’a ait hikâyeler çoktur; ancak hepsi Lich Kral’a dayanmaktadır. Yakan Lejyon’un bu ruhani varlığı şekillendirmesinin tek bir sebebi vardı: diriölü vebasını bütün Azeroth’a yaymak. Kuzeyyarı’nın çorak topraklarının ıssız derinliklerinde Lich Kral, karanlık planını uygulamaya koyuldu. Etkisi dünyanın üzerine bir gölge gibi çöktü ve fanî zihinleri kendi hizmetkârları olarak hizmet etmeleri için manipüle etti.
Lich Kral aynı zamanda bu amacına ulaşmak için dünyadışı bazı artefaktlara da sahipti. İblis yapımı rünkılıcı Frostmourne bunlardan biriydi. Kılıç düşmanlarının ruhunu emip bu ruhları içinde hapis tutabiliyordu. Bu özelliğinin yanında yaşayanları zekâdan yoksun diriölü hizmetkârlar olarak diriltme yetisine de sahipti. Ancak bu sıradışı güçleri hakkıyla kullanabilmek için Lich Kral’ın Frostmourne’u kuşanacak ölümlü bir bedene ihtiyacı vardı.
Bu arayışı onu genç bir insan prensi olan Arthas Menethil’e götürecekti.
Düşmüş Prensin Kılıçları, Bölüm İki
Lordaeron, diriölü vebasından etkilenen ilk bölgeydi. Bu bela koca aileleri ve kasabaları tüketip insan krallığını perişan etmişti. Etkilenenler ölümün huzurunu bulamıyor, mezarlarından doğrulup “Musibet” olarak anılan diriölü ordusuna katılıyordu.
Prens Arthas Menethil bu dehşeti ne pahasına olursa olsun durduracağına yemin etti. Bu uğraşında en uç yolları bile denemeye razıydı. En nihayetinde en yakın dostlarının tavsiyelerine kulak asmayarak vebanın kaynağını aramak için Kuzeyyarı’nda pervasız bir arayışa çıktı.
Kader onu burada Frostmourne’a yönlendirdi. Arthas rünkılıcının lanetli olduğunu bilmesine rağmen barındırdığı gücü iyilik için kullanılabileceğine inanıyordu. Ancak yanılmıştı. Frostmourne’u aldığında Lich Kral’ın demir iradesine boyun eğdi. Prensin akıl sağlığı eriyip gitti, rünkılıcıysa ruhuyla ziyafet çekti.
Böylece Lich Kral’ın ilk ölüm şövalyesi hâline geldi.
Düşmüş Prensin Kılıçları, Bölüm Üç
Prens Arthas Menethil’in kraliyet korumalarından Yüzbaşı Falric’in günlüğünden:
“Frostmourne’da rahatsız edici bir şeyler var. Ne zaman kılıcın yakınında olsam soğuk bir şey kalbimi avcunun içine alıyor gibi hissediyorum. Yine de gücünü yadsıyamam; kimse yadsıyamaz. Hele ki o son savaştan sonra.
“Arthas bizi Mal’Ganis adındaki lanet bir yaratığın kalesine yönlendirdi. Prense yetişmekte güçlük çektik; hiç yorulmuyormuş gibiydi. Hiç korkmuyormuş gibi… Elinde o garip kılıçla diriölüleri hasat biçer gibi biçti. Mal’Ganis bile prensin karşısında duramadı.
“Muazzam bir zaferdi ama kutlama havasında değilim. Arthas son zamanlarda garip davranıyor. Savaştan sonra donmuş topraklarda ortadan kayboldu. Neyin peşinde, en ufak fikrim bile yok. Yakında onu bulmaya gideceğim.”
Düşmüş Prensin Kılıçları, Bölüm Dört
Kraliyet Tarihçisi Archesonus tarafından yazılmış olan “Lordaeron’un Düşüşü ve Doğukırı’nın Yıkımı”nın üçüncü bölümünden:
“Prens Arthas Kuzeyyarı’ndan dönüşünde bir kahraman olarak karşılandı. Lordaeron halkı sevgili prenslerine tezahürat ederken çanlar çaldı. Kimse onun ruhunu Frostmourne’a kaptırdığından haberdar değildi. Kimse Kuzeyyarı’nda kendi askerlerini öldürüp onları diriölülere dönüştürdüğünün farkında değildi.
“Başkentteki taht odasında Arthas, babası ve kralı II. Terenas’ın önünde diz çöktü. Tekrar bir araya gelişleri kutlu bir olay olmalıydı ancak sonu trajediyle bitti.
“Genç prens Frostmourne’u babasının kalbine sapladı. Kılıç diğerlerine de yaptığı gibi Terenas’ın da ruhunu çekip aldı. O lanet kılıcın tek bir darbesiyle Arthas bir kraldan çok daha fazlasını yok etti. Koca bir krallığı dağıttı. Bütün Lordaeron çok geçmeden kara prens ve onu izleyen Musibet’in gölgesinde düştü.
Düşmüş Prensin Kılıçları, Bölüm Beş
Arthas ve Musibet ordusu Lordaeron’u silip süpürürken yaşayanlar arasında da panik baş gösterdi. Çoğu insan umutsuzluğun pençesine düşerken bir kısmı kurtuluşları için kutsal paladin tarikatına bakar oldu. Işıkgetiren Uther bu erdemli savaşçıların en büyüğüydü. Eğer düşmüş prensi durdurabilecek bir kişi varsa kesinlikle oydu.
İkili, Andorhal şehrinde Lordaeron’un kaderini belirleyecek savaşta karşı karşıya geldi. Frostmourne, Uther’ın efsanevi silahı Işıkgetiren’in Çekici’yle çarpıştı. Silahların her darbesinde karşıt enerjilerin kıvılcımları dans ediyordu. Işık ile karanlık, yaşam ile ölüm arasındaki bir mücadeleydi bu.
Kazanan ölüm oldu. Frostmourne Uther’ın parlak zırhını yardı ve yiğit ruhunu yuttu. Böylece Arthas, Lordaeron halkının son umut ışığını da söndürmüş oldu.
Düşmüş Prensin Kılıçları, Bölüm Altı
Frostmourne’un kurbanlarının listesi oldukça uzundur. Rünkılıcı tarafından öldürülmüş neredeyse herkes aynı karanlık kaderin pençesinde acı çekti. Silah bu yaralı ruhlarla bir ziyafet çekip onları kılıcın içinde hapis tuttu.
Korucu-General Sylvanas Windrunner buna istisnaydı. Musibet ordusu asil elf krallığı Quel’Thalas’ı istila ettiğinde sağlam bir direniş örgütlemişti. Zekice taktikleri Arthas ve onun lanetli ordusunu her adımda engellemişti. Gerçek bir kahramanın cesareti ve yürekliliğiyle savaşmıştı.
Sylvanas en nihayetinde savaşta öldüğünde, hak ettiği gibi bir kahramanın ölümüne kavuşmadı. Arthas korucu-generali inatçı direnişi nedeniyle cezalandırdı. Frostmourne’u kullanarak Sylvanas’ın ruhunu bedeninden ayırdı ve onu bir banshee olarak kaldırdı.
Düşmüş Prensin Kılıçları, Bölüm Yedi
Efendi Hathorel tarafından kaleme alınmış, Asil Elf Kralı Anasterian Sunstrider’ın ölümüyle ilgili yazıt:
“O kuduz köpek Arthas Quel’Thalas’a tek bir sebepten ötürü geldi: Görkemli Güneş Pınarımızın gücünü çalmak için. Onu durdurmak için her şeyi denedik. Her şeyi. Yine de Arthas ve o pis ordusu gelmeye devam ettiler.
“İşte o son anlarda büyük kralımız Anasterian ortaya çıktı. Efsanevi Felo’melorn kılıcını kuşanmıştı. Hem ölüler hem de diriler Anasterian’ın Arthas ile olan düellosunu izlemek için bir anlığına durdular.
“Yaşlı olsa da kralımız kendi başının çaresine bakıyordu. Arthas’ı sınırlarının sonuna kadar zorladı. Ancak Felo’melorn bile Frostmourne ile boy ölçüşemezdi. Arthas, Anasterian’ın kadim kılıcını ikiye ayırdı. Sonrasındaysa ölüm şövalyesi tek bir acımasız darbeyle kralımızın canını aldı.
“Savaşmaya devam etmek istedim ancak yüreğimde her şeyin sona erdiğini hissediyordum. Herkes hissediyordu.”
Düşmüş Prensin Kılıçları, Bölüm Sekiz
Kudretli Sapphiron bile Frostmourne’un ısırığına karşı güvende değildi. Mistik büyünün uzmanı bu bilge mavi ejderha, türdeşlerinin bugüne kadarki en yücelerinden biriydi. Nesillerce o ve sadık ejder hizmetkârları, Kuzeyyarı’ndaki sıradışı ganimetleri korumuşlardı.
Arthas’ın dikkatini Sapphiron’a çeken de bu ganimetlerin ta kendisiydi. Ölüm şövalyesi ve Musibet hizmetkârları, ejderhanın inine girerek hazinelerini yağmalamaya çalıştılar. Bu sırada patlak veren savaş ise efsaneler arasında yerini alacaktı.
Sapphiron ve ırkdaşları mistik güçlerinin tüm öfkesini Arthas’a kustular; lakin kara prens ödülünü almadan dönmeye niyetli değildi. Ölüm şövalyesi kadim düşmanlarını tek tek alt edip öldürdü. Sonrasındaysa Frostmourne’un güçlerini çağırarak Sapphiron’u bir diriölü ayaz ejderhasına dönüştürdü.
Sapphiron, bu yeni formunda Musibet’in en korkunç silahlarından biri hâline gelecekti.
Düşmüş Prensin Kılıçları, Bölüm Dokuz
Çok az kişi Arthas’ın kılıcıyla çarpıştıktan sonra hikâyesini anlatabilecek kadar hayatta kalabildi; iblis Illidan Stormrage bunlardan biriydi.
Ardında kudretli bir orduyla Kuzeyyarı’nı biçip geçen Illidan’ın amacı Lich Kral’ı yok etmekti. Sulusepken yağışın ve karların arasından Musibet’in donmuş başkenti Buztacı Hisarı’na doğru ilerleyen Illidan, hedefine vardığında ölüm şövalyesi Arthas ve diriölü hizmetkârlarının yolunu kestiğini gördü.
Diri ve ölü kuvvetler savaşta birbirine girerken, Illidan ve Arthas da kendi düellolarına başladılar.
Azzinoth’un Savaşkılıçları’nı kuşanmış olan Illidan, dört bir yandan ölüm şövalyesine saldırmaya başladı. Kılıçlarından yükselen ağıtlar etraflarındaki buzu parçalara ayırdı ve Lich Kral’ın kalesinin salonlarını titretti. Birbirlerine denk iki rakip olsalar da galip gelen Arthas oldu. Frostmourne Illidan’ın göğsünü yardı ve neredeyse ölmesine sebep oluyordu.İblis hayatta kalıp kaçmayı başardı lakin yaraları asla tam olarak iyileşmeyecekti. Yıllar sonra bile Frostmourne’un buz gibi dokunuşu içini titretecekti…
Düşmüş Prensin Kılıçları, Bölüm On
Illidan’ın ve ordusunun yenilgisinin ardından Arthas, lanetini mühürleyen son adımı attı. Lich Kral ile bir oldu; zihnini ve ruhunu bu güçlü ruhani varlıkla birleştirdi. O andan itibaren ölüm şövalyesi Arthas yoktu. Artık ölümün beden bulmuş hâli olmuştu.
Arthas bütün rakiplerini yenmişti ve güçleri verdiği mücadelelerle büyümüştü. Kimse yeni Lich Kral’ın karşısında durabilecek gibi değildi ancak yine de birisi bunu yapmayı başardı. Bu kişinin adı Tirion Fordring’di ve Külgetiren olarak bilinen kutsal bir kılıç kullanıyordu.
Işık’ın Umudu Şapeli’nde yapılan ikinci savaşta Tirion, Arthas’ın karşısına çıktı ve onun yenilmez olmadığını tüm dünyaya gösterdi. Külgetiren’in kudretli bir darbesiyle Musibet ordusunu liderini geri çekilmek zorunda bıraktı.Bu, Frostmourne’un Külgetiren ile son çarpışması da değildi. İki kılıç tekrar buluştuğunda sadece bir tanesi o çarpışmadan kırılmadan çıkabilecekti.
Düşmüş Prensin Kılıçları, Bölüm On Bir
Hiçbir kral sonsuza kadar hükmetmez. Buztacı Hisarı’nın tepesinde Arthas bu dersi öğrenecekti.
Lich Kral’ı ve Musibet’i sonsuza kadar yok etmek için birleşen Azeroth halkları, Kuzeyyarı’na muazzam bir sefer düzenlediler. Kanlı savaş en nihayetinde Buztacı Hisarı’nın istilasına kadar sürdü. Külgetiren’i kuşanmış olan Tirion Fordring, dünyanın en büyük kahramanlarının katıldığı saldırıyı yönetti.
Sonrasında gelen öfkeli saldırıda Tirion, bir kez daha savaşta Arthas’la karşı karşıya geldi. Külgetiren Frostmourne’la çarpıştı ve çelik acı bir kış rüzgarı gibi uğuldadı. Kemikleri titreten bir darbeyle Tirion, birçok büyük kahramanın yapamadığını başardı. Frostmourne’u parçaladı. Arthas’ın hükmünü sona erdirdi.
Frostmourne’un parçalanması, aynı zamanda rünkılıcının içinde hapis kalmış ruhları da serbest bıraktı. Bu sırada Arthas da kılıcın kendi üzerindeki hakimiyetinden kurtuldu. Tirion Fordring’e göre düşmüş prensin son sözleri şunlardı:
“Önümde… sadece… karanlığı görüyorum…”
UNHOLY – APOCALYPSE
Kıyamet Yakan Lejyon’la ilgili hikâyelerin çoğu sayısız iblisin dünyaları istilasından bahseder; ancak sinsi nathrezimler bir düşmanı fethetmenin tek yolunun kaba güç olmadığını bilirler. Tek bir yalan, bir ittifakı yıkabilir. Tek bir damla zehir, bir devi sakat bırakabilir. Tek bir salgın, koca bir şehri mezarlığa çevirebilir.
Nathrezimlerin kılıcı Kıyamet, tüm bu sayılanları gerçekleştirdi. Salgınlar başlatıp yayma, savaşlar çıkarma ve dostu düşmana çevirmenin gücünü taşıyan bu kılıç, kullanmayı bilen ellere geçtiğinde koca medeniyetleri Lejyon istilası başlamadan dizleri üzerine çökertebilmişti.
Kıyamet, Bölüm Bir
Kıyamet tek bir nathrezim tarafından dövülmedi. Bu iblislerin birçoğu, kılıcı dünyaların felaketi olacak şekilde biçimlendirip onun yaratılmasına yardımcı oldu.
Asırlar boyunca Kıyamet, bir nathrezimden diğerine geçti. Kılıcı kuşanan her iblis onu fanî medeniyetleri zayıflatmak ve Yakan Lejyon istilasına uygun hâle getirmek için kullandı. Salgınlar ve kıtlıklar yaratarak paranoya ateşlerini de harlamış oldu. Gerçekleştirdiği ihanet ve cinayetlerle Lejyon’un düşmanlarını birbirine düşürdü. Silahı sadece görmek bile fanîlerin gücünü zayıflatıp korkuyla titremelerine sebep olmak için yeterliydi.
Kıyamet, Bölüm İki
Kıyamet’i kuşanan son nathrezimin ismi Kathra’natir’di. Silah ona Yakan Lejyon’un Navane’deki istilası sırasında geçti. Bu dünyada sadece bir avuç zeki ırk vardı ve aralarında uzun zamandır süregelen bir düşmanlık olsa da farklılıklarını bir kenara bırakıp iblislere karşı birleşmişlerdi.
Ancak zayıf bir ittifaktı; hâliyle Kahtra’natir ve Kıyamet için kolay bir av oldular.
Kathra’natir, Navane’nin direniş güçleri arasında onların askerlerinden biri olarak gizlenerek yürüdü. Her kulağa ihanetin dedikodusunu fısıldadı, eski nefretleri ve kadim rekabetleri körükledi. Bu sırada Kıyamet de direnişçilerin mantık algısını gölgeliyordu. Birbirlerinden Lejyon’dan olduğu kadar korkmaya başladılar. Tek bir gecede çıkan sebepsiz bir katliamla Navane ordusu kendisiyle savaşa girdi.
Kıyamet ne zaman el değiştirse nathrezim sahipleri, onu değiştirip daha da geliştirdiler. Fetihlerinde öğrendiklerini kullanarak kılıca yeni hastalıklar ve lanetler bahşettiler. Böylece Kıyamet aslında nathrezimlerin emrindeki bütün karanlık sanatların birleşimi hâline geldi.
Kıyamet, Bölüm Üç
Binlerce yıl önce Dalaran şehri, pervasız büyü kullanıcılarıyla dolup taşmıştı. Büyülü güçleri istismar edişleri, istemeden de olsa gerçekliğin dokusunu yırtan yarıkların oluşmasına sebebiyet verdi. Bu yarıklardan biri sayesinde Kathra’natir, Azeroth’a uzanan yolu buldu.
Kathra’natir’e göre Dalaran tam karmaşa çıkartmalık bir yerdi. Şehrin büyü kullanmayan kısmı büyük çoğunlukta batıl inançlıydı ve büyücülere çok da gizlemeyi başaramadıkları bir tedirginlikle bakıyorlardı. Kathra’natir, kılıcı kullanarak bu korkularla oynadı. Dalaran’ın su ve erzak stoklarını kirletti. Korkunç veba salgınları şehri mahvetti ve sıradan halk bunun büyücülerin işi olduğunu düşündü.
Kahtra’natir ise uzaktan kendi işini keyifle izledi; geceyi dolduran kaos senfonisini dinledi. Gün doğduğunda Lejyon’a karşı koyabilecek tek bir asker bile kalmamıştı.
Kıyamet, Bölüm Dört
İlk Tirisfal Muhafızı Alodi’ın günlüğünden Kıyamet ile ilgili bir kısım:
“Kılıcın huzurunda fiziksel olarak zayıfım. Aklımdan garip düşünceler geçip duruyor. Burada tekrar etmeyeceğim karanlık düşünceler. Silahın çoktan unutulmuş korkuları yüzeye çıkartıp onları daha da güçlendirme tutkusu var ve bunlar nispeten daha düzgün özellikleri arasında.
“Silahı yok etmek için izin istedim ancak diğer konsey üyelerinin şüpheleri var. Bu silahı da iblislerden alınan diğer artefaktların yanına kapatmak istiyorlar. Bence ideal bir çözüm değil ama öyle olsun bakalım. Eğer bu konsey varlığına devam edecekse aramızda ortak bir güven ve anlayış olmalı.
“Tek umudum bu kılıcın bir daha gün yüzü görmemesi.”
Muhafız Alodi olmasaydı Dalaran kendi kendini yok edebilirdi. Alodi, Tirisfal Konseyi adı verilen ve Azeroth’u iblislerin etkisinden korumak için kurulmuş gizli bir büyücü organizasyonunun parçasıydı. Birtakım zorlu savaşların ardından Alodi, zar zor da olsa Kathra’natir’i yenmiş ve onu dünyamızdan sürmüştü.
İblis gitse bile Kıyamet geride kalmıştı.
Kıyamet, Bölüm Beş
Kathra’natir’in yenilgisinden çok sonraları Kıyamet tekrar ortaya çıktı. Tirisfal Konseyi için büyük bir karmaşanın baş gösterdiği zamandı. O dönemde Muhafız olan Aegwynn, konseye karşı gelip kayıplara karışmıştı. Başka bir çare göremeyen konsey ise asi Muhafız’ı yakalamak için Tirisgarde adında yeni bir oluşum kurmuştu.
Tirisgarde oluşumu Aegwynn’in gücüne yetişmek için kendilerini çok güçlü artefaktlarla kuşattı. Ancak çok geçmeden de öğrendikleri üzere sadece artefaktlar bu kadar güçlü bir Muhafız’ı alt etmeye yetmezdi. Aegwynn zekâsını kullanarak peşindeki avcıları tekrar tekrar yenilgiye uğrattı. Çaresiz kalan konsey, sonunda Kıyamet ile onun gibi diğer tehlikeli ve gizli artefaktları ortaya çıkarttı. Bu çok tehlikeli silahları sadece en sadık ve yetenekli Tirisgarde üyelerine dağıttılar.
Kıyamet, Laith Sha’ol isimli Tirisgarde üyesindeydi. Laith kılıcı tuttuğu andan itibaren zihnin bir köşesinde bir karanlık peydah oldu. Bu karanlık düşünceler, en nihayetinde de onu tamamen tüketene kadar zihnini çürütmeye ve yayılmaya devam etti.
Kıyamet, Bölüm Altı
Kıyamet, Laith Sha’ol’a umabileceğinden bile fazla güç bahşetti ancak bu gücün bir bedeli vardı. Nefret bütün düşüncelerini ele geçirdi. Aegwynn’i adalete teslim etme konusundaki düşünceleri, yerini onu ölü görme konusundaki arzusuna bıraktı.
Laith avını ufak bir insan kasabası olan Corwell’de kılpayı ıskaladı. Kasaba halkını sorguladığında onları Aegwynn’le işbirliği yapmakla suçladı. Corwell halkı Muhafız’ın nerede olduğuna dair en ufak bir fikre sahip olmasa da Kıyamet’in etkisi çok geçmeden onları da pençesine aldı. Komşu komşuya şüpheyle bakar oldu; paranoya zehirli dişlerini bu ufak kasabaya geçirmişti.
Yaşadığı öfke patlaması sırasında Laith kasaba liderini biçti ve bu ölümle birlikte bir vahşet dalgası kasabaya yayıldı. Arkadaşlar ve aileler birbirlerine çıplak elle, dişleriyle ya da etrafta silah olarak kullanabilecekleri ne varsa onunla saldırmaya başladılar.
Kasabadan sadece Laith canlı olarak ayrıldı.
Kıyamet, Bölüm Yedi
Kraliyet Tarihçisi Archesonus’un “Vebalar, Lanetler ve Felaketler Üzerine” kitabının sekizinci bölümünden alıntı:
“Tarihin garip bir döneminde salgınların, kıtlığın ve vahşetin arttığı bir kısım bulunmaktadır. Bu zor zamanların sebebinin ne olduğuna dair kesin bir bulgu yoktur. İlginç teorilerden biri, bu meşum bir kökene sahip bir kılıç taşıyan isimsiz bir atlının gelişine bağlar bu olayları.
“Bazı efsanelerde at beyaz ve soluktur. Diğerlerindeyse siyahtır ve alev alev yanan gözleri vardır. Bu atlı nereden geçse felaket de peşinden gelir. Hasatlar kurur. Hastalıklar yayılır. Masum halk öylece düşüp ölüverir. Tam da bu yüzden bu atlı pek çok isimle bilinir: Savaş, Ölüm, Kıtlık ve Veba.
“Gerçekten de böyle bir atlı var olmuş olabilir mi? Pek sanmıyorum. Hastalık ve veba gibi şeyleri fiziksel bir varlığa mâl etmek, insanların kontrolü dışındaki fenomenlere verdiği doğal bir tepkidir ne de olsa.”
Kıyamet, Bölüm Sekiz
Muhafız Aegwynn, Laith Sha’ol ve Kıyamet’i öğrendiğinde dünyayı bu iblis-yapımı silahtan kurtarmak için zihni ve kalbi kararmış Tirisgarde ile yüzleşmeye karar verdi.
Aegwynn Laith’i bir tuzağa çekti ve rakibinden hızlıca kurtulmayı umdu. Kıyamet’in gerçek gücünü küçümsemişti; Laith kılıcı Muhafız’a savurduğunda onun yaşam enerjisini emmeye başladı. Aegwynn’in büyülerinden hiçbiri Kıyamet’in vampirimsi gücünden onu koruyamadı. Çökmenin eşiğindeyken haykırdığı çaresiz bir efsunla Laith ve kılıç arasındaki bağlantıyı kopartmayı başardı.
O anda, Laith’in zihnindeki karanlık da yok oldu. Kıyamet’in etkisindeyken yaptığı her şeyi hatırladı. Bütün o kalp sızlatan, karanlık işleri… Ölümleri.
Dehşete düşen Laith, Kıyamet’i olduğu yere bırakıverdi ve ardına bile bakmadan kaçtı.
Kıyamet, Bölüm Dokuz
Kıyamet’in bulunduğu yerle ilgili yazarı bilinmeyen bir Tirisfal Konsey raporu:
“Laith Sha’ol’un nereye kaybolduğu ya da hâlâ hayatta olup olmadığını bilmiyoruz. Kıyamet’e gelirsek, Tirisgarde ajanları Aegwynn’in kılıcı yok etme ve güçlerini etkisiz kılma konusunda çabaları olduğunu ancak başarıya ulaşamadığını rapor ettiler. Başka ellere geçmesin diye kılıcı kimsenin bulamayacağı bir yere mühürlediğini biliyoruz.
“Tam olarak nerede korunmaya alındığıyla ilgili bazı teorilerimiz var. Bunlardan ilki Aegwynn’in kılıcı Laith’le dövüştüğü yere gömdüğü ve bir büyü katmanıyla gizlemiş olduğu. İkincisiyse kılıcı mistik bir kabukla kaplayıp Karakaya Dağı’nın alev alev yanan kalbine fırlatmış olduğu.
“Zaman içinde ajanlarımız hangisinin doğru olduğunu bulup kılıcı geri alacak.”
Kıyamet, Bölüm On
Laith Sha’ol, Kıyamet’i bir daha asla görmedi. Ancak kaderin zalim bir oyunu sonucu kılıç daha sonraları kendi evladına geçecekti.
Muhafız Aegwynn ile olan savaşından sonra Laith, Stormwind şehrine yerleşti ve kendine bir aile kurdu. Günlerini geçmiş günahlarından arınmak için ihtiyaç içindekilere yardım ederek geçiriyordu. Oğlu Ariden ise o kadar fedakâr bir hayat peşinde değildi.
Ariden, Stormwind topraklarını uğursuz bir tüccar grubuyla birlikte geziyordu. Bu dolandırıcı tüccarlar, sahte iksir ve artefaktları sıradan halka satıp onların kişisel servetlerini sömürmeye çalışıyorlardı. Mallarını Karazhan’da, o zamanki Muhafız olan Medivh’e satmaya çalıştıklarındaysa şansları tersine döndü.
Medivh onların yalanlarını fark etmişti. Muhafız, tüccarları cezalandırmak için onları hizmetkârları olacak şekilde lanetledi. Ariden ve diğer dolandırıcı dostları artık Kara Atlılar olarak bilineceklerdi. O günden itibaren dört bir yana koşturacak, kayıp artefaktları arayıp onları Karazhan’a getireceklerdi.
Ariden tarafından bulunan artefaktlardan biri de Kıyamet’ti.
Kıyamet, Bölüm On Bir
Ariden’in Kıyamet’in kökeni ya da ölümcül güçleri konusunda en ufak fikri bile yoktu. Ancak babasının silahla olan geçmişi yüzünden Kıyamet’e doğru doğal olmayan bir çekim hissetti. Kıyamet’i bulma ihtiyacı Ariden’in ruhunu yakıp kavuruyordu; o yüzden de Kara Atlılar’ı bu gizemli artefaktı bulmak için hummalı bir arayışa sürükledi.
Kara Atlılar, Doğu Krallıkları’nın altını üstüne getirdiler ve nihayet kılıcı Kırgıbayır’da keşfettiler. Aegwynn’in kılıcı saklama konusundaki bütün çabalarına rağmen Kıyamet tekrar ortaya çıkmıştı. Kılıcı kimin burada bıraktığını Ariden bilmiyordu ve umursamıyordu da.
Ariden kılıcı kaldırdı ve içinde yanan o ihtiyaç bir anda söndü. Yıllar içinde birçok başka artefaktın da peşinden koşacak olsa da hiçbiri onu Kıyamet kadar çekmemişti.
Hiçbiri bu kadar tanıdık da hissettirmeyecekti.