Lorekeeper

NASIL BULDUK: WARCRAFT: THE BEGINNING

Son bir haftayı internetten uzak ve izole bir şekilde geçirmediyseniz muhtemelen gözünüze çarpmıştır: Warcraft filmi eleştirmenler tarafından yerden yere vuruluyor adeta. 10 senedir “Ha yapıldı, ha yapılıyor!” diye sürecini heyecanla takip ettiğimiz bir filmin bu kadar ağır eleştiriler alıyor olması, Azeroth’ta binlerce saatini geçirmiş bir oyuncu olarak ister istemez beni de endişelendirdi doğrusu. Ama aklıma düşen bütün şüphe tohumlarına rağmen üç beş eleştirmenin lafına bakıp filme gitmekten vazgeçecek de değildim. Ne de olsa bu Warcraft’tı. Film hakkında şu ana kadar gördüğüm her şey “Biz serinin hayranlarını tatmin etmek için yaptık bu filmi!” diye bağırıp duruyordu. Peki ya sahiden de öyle miydi? İşte onun cevabını da nihayet dün akşam itibariyle almış bulundum.

Güya “eleştiri” yapan bazı sitelerin iddiasının aksine Garona’nın yeşil derisi boyama değil. Efektle deri rengi sonradan yeşile çevrilmiş.

Öncelikle bilmeyenler için ufak bir bilgilendirme, bilenler için de bir hatırlatma yapayım: Film, orklar ve insanlar arasındaki İlk Savaş olarak bildiğimiz olayı konu alıyor temelde. Serinin ta 1994 yılında çıkan ilk oyunu Warcraft 1: Orcs & Humans’ın filmi de diyebiliriz yani. Zaten film de daha ilk sahnesinden “orklar ve insanlar” çatışmasını tabanına alarak o özü kavradığının sinyalini veriyor. Bundan 3 sene önce Comic Con’a gidenlere özel bir “teaser” gösterilmişti, hatırladınız mı? Comic Con’a bizzat gitmediyseniz muhtemelen hiç göremediğiniz ancak gidenlerin ballandırarak anlattığı ve çorak bir bölgede birbirleriyle dövüşmeye hazırlanan ork ve insanın olduğu o sahne filmin giriş sahnesinin ta kendisi. Üstelik geri planda o sahneye eşlik eden replik de oldukça enteresan: “Alliance ve Horde bitmek bilmez bir savaşın içinde. Ancak asıl düşmanın kim olduğunu bilmediğimiz bir zaman da vardı.” Doğrudan Warcraft III: Reign of Chaos’un açılış sinematiğine selam çakan bu sahne daha ilk andan bir kanımı kaynatmaya yetti benim. Sonrasında gelen Durotan ve Draka sahnesiyse genel olarak fantezi evrenlerinde “yaratık” olarak görülen ama Warcraft’ta bazen insanlardan daha insanî olabilen orkları gayet iyi kavradığını gözler önüne serdi Duncan Jones’un. Özellikle de ondan önce yönetmen koltuğuna geçmeye niyetlenmiş olan Sam Raimi’nin filmi Alliance odaklı yapmayı planladığını ve orkları da klasik fantezi klişesiyle aktarmayı düşündüğü göz önüne alınırsa… Sonrasında Dun Morogh’un dışından Ironforge’a bir bakış var ki oyundakinin birebir aynısını karşımda görünce bir an nutkum tutuldu. Derken sahne Stormwind’e geçti ve kamera şehirde süzülürken Stormwind’in o meşhur müziğinin ilk başı kulaklarımda çınladı… Merak etmeyin, devamını sahne sahne anlatıp zevkinizi kaçırmayacağım. Spoilerları doğrudan ikinci sayfaya saklıyorum, o yüzden ilk sayfada güvendesiniz. Ancak verdiğim bu örnekler de bir yandan önemli: Çünkü filme karşı duruşunuzu, çok yüksek ihtimalle şu anlattıklarımın sizi heyecanlandırıp heyecanlandırmadığı belirleyecek.

“Dalaran’ı uçurmak için üçüncü filmi beklemeyelim. Büyücü değil mi bu adamlar? Baştan uçursunlar işte…”

Evet, hepinizin aklındaki o sorunun cevabına geliyoruz şimdi: Film güzel mi? Bu sorunun cevabı az önce de dediğim gibi sizin Warcraft evreniyle olan alakanıza göre değişebilir. Eğer daha önceden Warcraft’la hiç alakanız yoksa ve filmi bu evrene bir giriş yapmak amacıyla izliyorsanız muhtemelen kafanız çok karışacak. Zira filmde çok fazla karakter var ve film karakterler arasında sıkça gidip geldiğinden bilmeyen biri için takibi zor bir yapıya sahip. Eleştirmenlerin filmi diri diri gömüyor oluşunu da buna bağlıyorum ben büyük ölçüde. Öte yandan eğer Warcraft’a hakimseniz ve karakterleri tanıyorsanız önünüzde ciddi bir şölen var. Kusursuz değil belki ama en azından masadan aç kalkmayacağınızı garanti edebilirim… Ancak tam anlamıyla tıka basa doymuş kalkmak istiyorsanız size verebileceğim bir tavsiye var: Filmin bir uyarlama olduğunu ve oyuna nispeten sadık ilerlese de bazı radikal değişiklikler yaptığı gerçeğini en baştan kabul edin. Bu değişikliklerden bazısı iyi, bazısı daha kötü. Kötü olanlar genellikle benim “Hollywoodlaşma” olarak andığım bir semptomun ürünü. Maalesef ki filmin Warcraft hayranları için “mükemmel” olmasının önünde duran en büyük engel de bu semptomun ta kendisi. Bazı şeyleri sırf Hollywood seyircisine daha çok hitap etmek için daha iyi olan orijinal halinden saptırmış olmaları, araya çok “cheesy” replikler atmaları filmin bana göre kusurları arasında. Neyse ki bu kusuru doğrudan oyunun hayranlarına selam çakan tonla göndermeyle büyük ölçüde affettiriyor Duncan Jones. Yine de devam filmlerinde (filmin adında “Başlangıç” yazdığı dikkatinizi çekmiştir herhalde?) bu hataya daha az düşeceklerini umuyorum.

Medivh sıkça cüppe değiştirse de en şekil halinin bu kuzgun tüylü olan cüppeyle olduğu aşikar.

Bunun dışında eleştirmenler tarafından en çok eleştirilen şeylerden biri de oyuncular ve karakterlerdi. Bir-iki karakterin performansı hariç herkesin performansını iyi buldum. Açıkçası fragmanlarda ve film öncesi yayınlanan materyallerde Medivh’den biraz şüphelenmiştim. Zira pek de “Medivh” gibi durmuyordu. Ancak film içerisinde Ben Foster bana karakteri satmayı başardı doğrusu. Özellikle de şu meşhur, kuzgun tüyleriyle dolu omuzluğu olan cüppesini giydiğinde “Evet ya, şimdi Medivh’e benzedi işte” dedirtti. Travis Fimmel’in Lothar’ı bizim seride tanıdığımız Lothar’dan çok daha genç, çok daha ciddiyetsiz bir karakter olmuş ama açıkçası karakter gelişimini de yine önümüzdeki filmlerde tamamlayacağını düşündüğüm için pek de rahatsız etmedi ve farklı bir Lothar yorumu olarak bana kendini kabul ettirdi. Stormwind Kralı Llane Wrynn rolünde Dominic Cooper beni olumsuz anlamda şaşırtan isim oldu. Bazı sahnelerde içinden “Ne diyorum yahu ben? Bu zırh niye bu kadar ağır?!” dediğini fazla belli etmiş gibi geldi bana ama onun da rolü çok ön planda değil zaten. Ben Schnetzer, Khadgar’ın gençliğindeki toyluğu gayet güzel vermiş. Medivh’e hayran bakışları ve onun yaptıklarını kopyalıyor oluşu eğlenceli ve karaktere uygundu. Paula Patton, Garona’yı taşımayı başarmış; tam arada kalmış bir karakter olarak beklediğimden çok daha iyiydi… Derken geldik kadronun asıl parladığı kısımlara: Orklar. Hepsi bir yana, Toby Kebbel ve Durotan performansı müthişti. Durotan’ın orkların başta da bahsettiğim “insanî” yanını temsil ettiğini düşünecek olursak vermesi gereken tüm duyguları CGI maskesinin altından vermeyi başarmış olması gerçekten de takdire şayan. Robert Kazinsky Orgrim’i taşımış, Clancy Brown Blackhand olmuş çıkmış zaten. Daniel Wu, Gul’dan olarak kendinden nefret ettirmeyi çok rahat başarıyor –ki Gul’dan gibi bir karakterden beklediğimiz de oydu zaten. Geri kalan herkese de tek tek girmeden ana kadronun gayet ikna edici bir performans sergilemeyi başardığını söyleyebilirim yani.

Tobby Kebel artık nasıl oynadıysa, Durotan’ın hislerini sadece gözlerinden bile anlamak mümkün.

İzninizle bu noktada artık spoilerların kol gezeceği, filmin daha detayına ineceğim kısma geçiyorum. O yüzden eğer filmin sürprizlerini kendiniz deneyimlemek istiyorsanız bir sonraki sayfaya kesinlikle geçmemenizi tavsiye ediyorum. “Yok, sorun değil” diyorsanız ya da filmi zaten izlediyseniz buyrun spoilerlı kısma!

[UYARI: BUNDAN SONRASI FİLM HAKKINDA CİDDİ SPOILER İÇERMEKTEDİR!]

Biz bize miyiz? Güzel. Çünkü bundan sonrasında spoiler konusunda elimi korkak alıştırmayacağım. O yüzden spoilera alerjiniz varsa bunu son uyarım sayın, uyarmadı demeyin.

Film, ilk açılış sahnesinden sonra Durotan ve Draka’ya geçiyor demiştim, değil mi? Draenor’da geçen bu sahneler oldukça kısa sürüyor ve çoğunlukla da zaten fragmanlarda gördüklerimizden ibaret. Orkların iblis kanı içme mevzusunu komple atlamışlar, her şey “fel” ve onun getirdiği etkiye bağlanmış. Açıkçası asıl lore’dan sapmış olsalar da izlerken çok yadırgamadım. Portal’ın açılışında Gul’dan’ın kafeslerdeki draeneilerin ruhlarını çekişi gayet iyi ve etkileyici bir sahneydi. Üstüne üstlük draeneiler da hiç fena olmamıştı hani… Portal’ın Azeroth tarafına geçtiğimizde Thrall’ın ölü doğması ve Gul’dan’ın yakındaki bir geyiğin yaşam enerjisini çekerek Thrall’ı hayata döndürmesi… İlginçti. Ne yalan söyleyeyim, o sahneyi hiç beklemiyordum. Minik Go’el doğuştan “fel”lenmiş oldu böylece, bunun sonuçlarını ileride bir şekilde yansıtırlar mı, merak içerisindeyim.

Minik Go’el’in hayatını Gul’dan’ın “fel büyüsüne” borçlu olması gerçekten enteresan.

Alliance tarafında önceki sayfada da dediğim gibi Ironforge birebir yansıtılmıştı ve güzeldi. Magni’nin Lothar’a “boomstick” vermesi ve bu tabancanın da ileride Blackhand’in elinde patlıyor oluşu güzel bağlanmıştı. Zaten genel olarak cücelerin o hediyesi, Stormwind askerlerine ciddi bir üstünlük sağladı film boyunca. Stormwind de yine “neredeyse” birebirdi. Film İkinci Savaş öncesinde geçtiği için henüz yıkılıp baştan inşa edilmemiş hali ne de olsa daha. Katedral ve kale kısımlarının yeri dışında bayağı şu anki haline yakın yine de. Bir yandan da filmin bu kısımları biz oyuncular için biraz “fan service” haline bürünmeye başlamıştı. “Goldshire’a gidelim” denmesiyle Lion’s Pride hanına girmeleri bir oluyor zaten. Ve oyunda birçok oyuncunun ilk durak noktalarından biri olan o hanı oyuna gayet sadık bir şekilde görmek bile insanı mutlu ediyor. Zaten “filmi ne kadar seveceğiniz Warcraft’ı ne kadar bilip önemsediğinize bağlı” dememin sebebi de bu yüzden. Bu gibi minik minik detaylarla dolu film: Bir sahnede geçiş yapılırken murloc çıkıyor, Khadgar nöbetçinin birine polymorph atıp kuzuya çeviriyor, Medivh büyü yaparken Atiesh’i eline tutuşturunca Khadgar asaya hayran hayran bakakalıyor, ırklar farklı dil konuştuğu için arada Garona tercümanlık yapıyor ya da Llane savaşa giderken minik Varian’a “krallığa sahip çık” konuşması yapıyor… (Bu noktada “Aman oğlum, sakın hafızanı kaybedip gladyatör falan olup krallığı boş bırakma” esprisi yaptığımı utanmazca itiraf ediyorum.)

Salonu en çok güldüren sahnelerden biri de Khadgar’ın attığı “polymorph” büyüsüydü…

İşin Medivh tarafına geldiğimizde Karazhan hatırladığımızdan daha bir “klasik büyücü kulesi” tadında. Bitmek bilmeyen merdivenler, uçsuz bucaksız kitaplar falan biraz fazla klasik fantezi klişesine kaçıyor ancak rahatsız etmiyor. Açıkçası bu noktada Medivh’in kilden bir heykel üzerinde çalıştığını gördüğüm an “Oha, adam golem yapıyor!” nidası attım, daha sonrasında da yanılmadığımı görmek güzeldi. Lakin Medivh’in sürekli “Şarjım bitiyor, ben bir şarj olayım” diye girip durduğu havuzdan çok fena kıllanmış durumdayım. Suyun belli ki büyülü özellikleri olması aklıma suyun Ebediyet Pınarı’ndan alınmış olabileceği teorisini getirdi. Eğer öyleyse enteresan bir durum gerçekten de. Özellikle de en son o suyun “fel”le kirlendiği düşünülürse… Bir de Alodi mevzusu var ki, normalde yarı-elf bir erkek olması gereken Alodi’nin, filmde fel etkisinde kalmış bir kadın büyücü olması ilginç bir değişiklik olmuş. Sanki fel etkisini genel olarak Guardian olanları etkileyen bir büyü türüymüş gibi yansıtmışlar ancak normalde Medivh’in delirmesi ve orklara geçidi açmasının asıl sebebi bizzat Sargeras’ın etkisiydi. Zaten Medivh’in “iblis” formu da Sargeras’tan çok sıradan bir satyr’e benzediğinden Sargeras mevzusunda da filmin farklı bir yol izleyebileceği hissine kapıldım. Bu noktada çok kişisel bir not olacak ama The Last Guardian -ya da dilimize çevrildiği ismiyle Son Bekçi- kitabını okuduğumdan beri o hikâyeyi sinemada izlemek isteyen biri olarak Khadgar ve Medivh arasındaki o usta-çırak ilişkisini çok görememek biraz hayalkırıklığı yaşattırdı. Hele ki filmin sonunda Medivh’in Khadgar’ı yaşlandırmamış olmasını başta çok yadırgadım. Sanırım Duncan Jones, seriye genç Khadgar’la devam etmeye niyetli; zaten film boyunca da “Sen Gardiyan değilsin. En azından henüz” diye diye bir sonraki gardiyanın Khadgar olacağını iyice gözümüze sokmuş oldular. (Bu arada Khadgar’ın Medivh’le olan son mücadelesinde level atladığı da gözümden kaçmadı.)

Mütevazı Alliance birlikleri büyü kullanmak yerine %100 hızlı binekleriyle Blackrock Dağı’na doğru ilerlerken…

Lothar, önceki sayfada da dediğim gibi alıştığımız Lothar’dan farklıydı ama bu halini de benimsedim izlerken. Oğluyla olan ilişkisinin trajik sonu ilk andan itibaren fazla tahmin edilebilirdi. Adeta “Bakın ben birazdan ölüp babama karakter gelişimi yapacağım” diye haykırıyordu. Ama en azından figüran orklara kurban gitmedi; bayağı (filmde hiç repliği olmasa da) elinde Gorehowl’uyla dikilen Grommash Hellscream’e meydan okudu , Blackhand’in “eliyle” de rahmetli oldu. Sonrasında gelen Lothar ve Garona ilişkisi biraz “E hadi romantizm de olsun filmde” kokusu taşısa da neyse ki çok uzayıp sündürülmedi. Fragmanlarda gördüğünüzden bir sahne falan fazlası var sadece.

Ancak beni asıl üzen ve “Hollywood klişesi” yüzünden suratımı buruşturmama sebep olan sahne en sonda, Dark Portal’ın önündeki sahneydi. Tamam, filmin kendi mantığı içerisinde etrafı sarılmış ve ölümünün kaçınılmaz olacağını bilen Llane’in “Ben nasıl olsa öleceğim, bari sen öldür de halkın arasında kahraman olursun” yapması bir nebze kabullenilebilir ama fazlasıyla Hollywood-vari bir hareketti. Kaldı ki orijinalinde Garona’nın Gul’dan’ın zihin kontrolü yüzünden kendi isteği dışında dostu bildiği Llane’i öldürmüş olması (ve hatta bunun minik Varian’ın gözleri önünde gerçekleşmiş olması) çok daha vurucuydu. Üstelik de o çaresizlikten kaynaklı pişmanlık hissi de Garona’nın karakter gelişiminde de büyük yere sahipti. Burada Llane’in zorlamasıyla “E öldüreyim bari” yapmasının çok da hoşuma gittiğini söyleyemeyeceğim. (Ben de buna ayrı sinir olmuş durumdayım. Daha Variancığıma çocukluk travması yaşatacaktık fakat? – Ezgi)

Son olarak da film bittikten sonra çıkan ekstra sahneye değineceğim. Açıkçası nehirde sürüklenen Go’el’i gördüğüm anda “Aha, Lord of Clans geliyor!” diye heyecan yaptım. Nitekim yanılmadım da… Filmin son sahnesi, bebek Thrall’ın Aedelas Blackmoore’un adamları tarafından bulunmasıyla bitti ve sonraki filmlere ardına kadar açık bir kapı bıraktı. İkinci Savaş ve Thrall’ın orkları özgürlüğüne kavuşturma hikâyesi şu an ikinci film için yerini garantilemiş diyebiliriz yani…

Lothar’ın Kraliçe Taria’nın kardeşi olması da filmdeki ilginç (ama güzel işleyen) farklılıklardan biriydi…

Warcraft: The Beginning ya da Türkiye’de vizyona girdiği isimle “Warcraft: İki Dünyanın İlk Karşılaşması” (Başlangıç diye çevirmek zor geldi sanırım) aldığı bütün eleştirilere rağmen iyi bir başlangıç aslında. Warcraft’a çok da hakim olmayanlar için filmin eksik kaldığı ve hızlı geçtiği kısımlar eğer yönetmen Duncan Jones hâlihazırda kesilmiş olan 40 dakikalık sahneleri yayınlamaya karar verirse muhtemelen daha bir yerine oturacaktır. Ancak öyle ya da böyle, Azeroth’u büyük ekranda, kanlı canlı görmek de çok güzel be!