Lorekeeper

WARCRAFT TARİHÇELERİ – BÖLÜM 5: BEKÇİLER, TENİN LANETİ VE TYR’İN DÜŞÜŞÜ

Hiçlik Efendileri’nin planlarını öğrenip ilk defa gerçek anlamda korkunun ne demek olduğunu hissetmiş olan Sargeras, bu karanlığın gerçek anlamda önüne geçebilmenin tek yolunun evrendeki tüm yaşamın tamamen yok edilip baştan düzenlenmesi olduğuna inanmıştı. Bu amaca ulaşabilmek adına bir orduya ihtiyaç duyan Kara Titan, sayısız yıllar boyunca bizzat avladığı ve kendi yarattığı Mardum gezegenine hapsettiği iblisleri serbest bırakarak Yakan Lejyon’u kurmuş, hatta kendisini dinlemek istemeyen Panteon üyelerinin bedenlerini de fel fırtınalar kullanarak kül etmişti. Ordusunu düzgün şekilde komuta edebilecek varlıklar arayan Sargeras, Argus gezegeninde yaşayan eredar isimli ırkın liderlerinden Kil’jaeden ve Archimonde’u da saflarına katmayı başarmıştı. Ölmeden önce Azeroth hakkında bilgi veren titanlar sayesinde henüz doğmamış olan dünya-özünü barındıran gezegenden de haberdar olan Sargeras için geriye bu dünyayı bulmak kalmıştı. Ancak tüm bunlar olurken Azeroth’taki canlılar da yaşamlarına devam ediyorlardı.

Sargeras bedenlerini yok etmiş olsa da titanlar, Norgannon’un son anda evrenin enerjilerini toplayarak yaptığı büyü sayesinde ruhlarını korumayı başarmışlardı. Büyük Karanlık adı verilen uzay boşluğunda Azeroth’a doğru yol alan ruhların amacı, gezegene vardıklarında kendi yaratmış oldukları Bekçiler’in bedenlerini ele geçirmekti; böylece yaşamlarına devam edebileceklerdi. Ancak Azeroth’a varıp planladıkları “birleşmeyi” gerçekleştirmek istediklerinde başarılı olamadılar zira kendi yaratımları dahi olsa Bekçiler, Panteon’un tüm gücünü taşıyabilecek potansiyele sahip değillerdi. Titanların ruhlarının kendi bedenlerine “çarpmasıyla” bir anda uzak diyarlarla ilgili hatıralar gören ve evrendeki harikalara şahit olan Bekçiler için bu kafa karıştırıcı deneyim geldiği hızla yok oldu. Beraberinde titanların ruhları da… Böylece evrene düzen getirmeyi ve diğer dünya-özlerini bulmayı görev bilen, en bilge savaşçıları Sargeras tarafından bedenleri yok edilen Panteon’un ruhları da bilinmezliğin içerisinde kayboldu. Yaşadıkları anlık deneyimle neye uğradıklarını şaşıran titan-yapımları, titanların güçlerinin bir kısmını edindiklerini fark etmişler ancak neden olduğunu anlayamamışlardı. Bir cevap alabilmek için yaratıcılarına seslenseler de hiçbir geri dönüş alamadılar. Yüce ve bilge titanlar ölmüştü…

Yogg-Saron

Ulduar’ın altına hapsedilmiş olan Eski Tanrı Yogg-Saron, Bekçiler’in bir anda karmaşıklaşan hislerinin farkına vardı. Hapis hayatı sürdüğü sayısız yılın ardından esaretinden kurtulabileceği fırsatı yakalamış olduğuna inanan Yogg-Saron, gardiyanlarını zayıflatacak sinsi planlarını yapmaya koyuldu. İradeler Ocağı’nın yapısını bozarak yaratılan canlıların “Tenin Laneti” adı verilen bir hastalığa tutulmalarını sağlamak istiyordu; böylece taştan ve metalden yaratılmış olan Azeroth halkı zaman içerisinde değişim geçirerek etten-kemikten fânilere dönüşecek ve Eski Tanrı’nın kolayca ortadan kaldırabileceği şekilde güçsüzleşecekti. Ancak bu planı uygulamaya koyabilmesi için bir kukla gibi kullanabileceği bir varlık bulmalıydı. Arayışı ise uzun sürmedi zira Bekçiler arasında Loken, Panteon’un sessizliğinden en çok rahatsız olan titan-yapımıydı ve bu durum, Yogg-Saron’un dikkatinden kaçmadı. Loken’ın zihnine karanlık düşünceler fısıldayan Eski Tanrı, ilk başlarda başarısız oldu. Her ne kadar zihni bulanıklaşmış olsa da Loken, henüz nasıl maruz kaldığını bilmediği bu yozlaştırıcı güce karşı dirençliydi. Ancak Yogg-Saron aradığı açığı farklı bir yoldan bulacaktı.

Umutsuzluğun pençesine gittikçe daha fazla düşmekte olan Loken, kardeşi Thorim’in eşi olan vrykul Sif ile görüşüyor ve düşünceleriyle endişelerini onunla paylaşıyordu. Gizli yaptıkları bu görüşmeler sırasında ikili arasında yasak bir aşk filizlenmeye başladı; Yogg-Saron da bu fırsatı kaçırmaya niyetli değildi. Bekçi’nin zihnine bu sefer Loken’ın Sif’e olan sevgisini çarpıklaştırarak bir takıntıya dönüşmesine sebep olacak şekilde fısıldadı ve bir süre sonra Loken’ın gittikçe artan zorlayıcı tavırları Sif’i bunaltmaya başladı. Loken’a göre birbirlerine karşı hissettiklerini açıkça ortaya koymalılardı; Sif ise eğer eşi Thorim bu durumu öğrenirse Bekçiler arasındaki birlik ve beraberliğin tehlikeye düşeceğinden endişe ediyor ve karşı çıkıyordu. Loken’ın ısrarlarına ve takıntılı yaklaşımına daha fazla dayanamayan Sif, en sonunda onunla olan ilişkisini tamamen bitirme kararı aldı. Kendisini sevdiği kadını kaybetme düşüncesiyle kapıldığı öfke ve kıskançlığın pençesinden kurtaramayan Loken, anlık deliliğinin sonucunda Sif’i öldürdü.

Her ne kadar vicdan azabı ve pişmanlık duysa da Loken, Sif’e gerçekte ne olduğunu kardeşine anlatmaya niyetli değildi ve ölümünü örtbas edecek bir plan yapmalıydı. Tam da bu anda Sif’in ruhu karşısında belirdi. Vrykul kadının ruhu, Loken’ı affettiğini söylüyor ve Thorim gerçeği öğrenmeden bir plan yapması gerektiği konusunda uyarıyordu. Loken, Sif’in ruhunda daha önce hiç karşılaşmadığı karanlık bir taraf olduğunu hissettiyse de gerçeğin ortaya çıkmasından duyduğu korku bu farkındalığını bastırdı.

Sif’in cansız bedenini bulan eşi Bekçi Thorim

Sif’in ruhunun yönlendirmesiyle cansız bedeni Fırtına Dorukları bölgesine götüren Loken, ardından vakit kaybetmeden kardeşi Thorim’e giderek eşinin öldüğünü ve bu korkunç olayın arkasında buz devlerinin kralı Angrim’in olduğunu anlattı. Duyduğu öfke ve yasla Angrim’i ve beraberindeki birçok buz devini öldüren Thorim’in bu hareketi sonucunda buz devleri ile Bekçi’nin takipçileri olan fırtına devleri arasında büyük bir savaş patlak verdi. Devlerin savaşı devam ederken Loken’a destek olmaya devam eden Sif’in ruhu ise gittikçe daha da karanlıklaşıyor, daha rahatsız edici planlar yapıyordu. Ancak Loken artık dönülmez bir noktadaydı ve kadının ruhunun kendisinden istediklerini sorgusuz sualsiz yerine getiriyordu. Sif’e göre Loken, vakit kaybetmeden İradeler Ocağı’nı kullanmalı ve kendisine ait bir ordu yaratmalıydı; böylece Ulduar’ı savaşan devlerin gazabından koruyabileceğini iddia ediyordu. Ancak öncesinde daha da hain planları vardı.

Sif’in ruhu Loken’ı öylesine ikna etmişti ki, kardeşi Thorim’i olan biten savaşın tek sorumlusu olarak suçlamaktan çekinmedi. Öfkesinin mantığına gölge düşürdüğünü kardeşine haykıran Loken, daha da ileriye giderek Sif’in eğer görseydi tüm bu olan bitenlerden nasıl utanç duyacağını dile getirdi. Duydukları karşısında ağır bunalıma giren Thorim, Ulduar’ı terk etti. Loken ise aradığı fırsatı bulmuş oldu; hiç zaman kaybetmeden İradeler Ocağı’nı kullandı ve kendisine ait bir ordu yarattı. Bu orduyla devlere saldıran ve onları alt eden Loken, iradesine karşı çıkanları da hapsetmekten geri kalmadı. Ancak bir süre sonra kendi yarattığı savaşçılar arasında daha önce karşılaşmadığı bir durumu fark etti: Ne olduğunu anlamlandıramadığı bir hastalık bedenlerini be ruhlarını ele geçirmişti. Akıl danışmak için Sif’n ruhuna seslendiği zaman ise hiçbir cevap alamadı. Acı gerçeği çok geç de olsa fark etmişti: Sif’in ruhu aslında hiçbir zaman var olmamıştı ve yalnızca Yogg-Saron’un yarattığı bir ilüzyondan ibaretti. Bekçi Loken, Eski Tanrı tarafından tuzağa düşürülmüştü.

Yaptıklarının yarattığı pişmanlık ve bir kukla olarak kullanılmış olmanın getirdiği hayal kırıklığıyla iyice aklını yitiren Loken için artık önemli olan tek şey, gerçekte yaşananları herkesten saklamaktı. Bu amaç doğrultusunda diğer Bekçiler’i alt etmesi gerektiğini bilen Loken’ın bu yoldaki en büyük engeli ise Odyn ve beraberindeki Valarjar ordusuydu. Ancak Odyn’in kuvvetlerine direkt bir saldırı yapması, ölümcül bir hata olurdu. Bu yüzden daha sinsi bir plan yaparak Odyn’in bir zamanlar kızı gibi gördüğü ancak zorla val’kyr yaptığı büyücü Helya ile iletişime geçti. Helya her ne kadar Odyn’in istediği her şeyi iradesi dışında yapıyor olsa da aklı ve düşünceleri hâlâ kendisine aitti, Odyn’e karşı beslediği kin ise gün geçtikçe artıyordu. Bunu fırsat bilen Loken, Helya’ya seslendi ve onunla bir anlaşma yapacağını söyledi: Eğer Yiğitlik Salonları’nı dış dünyaya tamamen kapatabilirse Odyn’in Helya üzerindeki kontrolünü kıracak ve onu serbest bırakacaktı.

Sonunda intikam vaktinin geldiğini fark eden Helya ise ikinci kere düşünmeden bu teklifi kabul etti. Çağlar önce Elemental Düzlemi yaratırken yaptığı gibi Azeroth’u çevreleyen enerjileri iradesi doğrultusunda kullanan Helya, Yiğitlik Salonları’nın sonsuza kadar kilit altında kalmasını sağlayacak büyülü mühürleri yarattı. Loken da sözünde durarak özgürlüğünü val’kyr büyücüye geri verdi. Hemen harekete geçen Helya, kendisi ve diğer val’kyrler için yeni bir ev olacak bir mekan yarattı ve burayı Azeroth’un derin sularına bağladı. Helheim adıyla bilinen bu diyar, yine de her val’kyr’in gitmeyi kabul ettiği bir yer olmadı. Bir grup val’kyr, ne Helya’nın ne de artık hapsedilmiş olan Odyn’in tarafına geçmeyi kabul etmedi ve Gölge Diyarlar’da varlığını sürdürdü. Böylece zaman içerisinde Ruh Şifacıları olarak bilinecek bu asil varlıklar fiziksel dünyayı gözetleyebilecek ve yeri geldiğinde zamansız ölmüş olanların ruhlarını yaşayanların dünyasına geri dönebilecekleri şekilde yönlendirebileceklerdi. Ancak Helya’nın düşünceleri ve iradesi, uzun yıllar boyunca hissettiği nefret ve intikam ateşiyle kararmıştı ve zamanla yarattığı “ev” de kişiliğinin bir yansımasına dönüştü. Helheim’a ulaşan vrykul ruhları da zaman içerisinde bu karanlığın pençesine düşerek intikam arayan kindar varlıklara, ya da daha çok bilinen adlarıyla Kvaldir’e dönüştüler.

Kvaldir

Odyn ve Valarjar’ın hapsedilmesinden sonra dikkatini Ulduar’a çeviren Loken, Mimiron’un yeni yaratılan titan-yapımlarındaki hastalığı araştırmaya başladığını fark etti. Oldukça zeki olan Mimiron’a göre İradeler Ocağı’nda bir şeyler ters gitmekteydi ancak araştırmasını tamamlayamadan gerçekleri gizlemeye çalışan Loken tarafından kaza süsü verilen bir biçimde öldürüldü. Mimiron’a gönülden bağlı olan mekagnomlar ise Bekçi’nin henüz kaybedilmemiş ruhunu barındırabilecek mekanik bir beden yaptılar. Ancak Mimiron’un ölümle olan deneyimi, aklını yitirmesine sebep olmuştu ve kendisini Ulduar’ın içerisindeki atölyelere kapatarak yeni buluşlar yapmaya adadı.

Mimiron’un başına gelenlerin diğer Bekçiler’i de şüphelendireceğine inanan ve artık Yogg-Saron’un kendisine bahşettiği güçler ile daha da kuvvetlenen Loken, diğer Bekçiler’in hepsini alt etmesi gerektiğine bir kez daha inandı. İlk olarak Freya’ya ve takipçilerine saldıran Loken, onu alt ederek Ulduar’daki bahçelere kapattı. Ardından Hodir’e savaş açan Loken, ateş devleri Ignis ve Volkhan’ın yardımıyla onu da kısa zamanda mağlup ederek aynı Freya’ya yaptığı gibi Ulduar’a hapsetti. Eski Tanrı Yogg-Saron ise bu sırada boş durmayarak hapsedilen Bekçiler’in ruhlarını ve zihinlerini ele geçirerek iradelerinin zayıflamasını sağladı.

Ulduar çevresinde yaşayan Bekçiler’den yalnızca iki tanesi henüz bir saldırıya uğramamıştı: Tyr ve Archaedas. Loken’ın Hodir’i mağlup edişine tanık olan Tyr, bir süredir taşıdığı şüpheleri de böylece teyit etmiş oldu. Yanına Archaedas’ı ve bir titan-yapımı dev olan Ironaya’yı alan Tyr, Fırtına Dorukları bölgesindeki dağlara çekildi. Üçlünün bölgeden kaçtığını düşünen Loken ise böylece Ulduar üzerinde tam anlamıyla kendi hakimiyetini sağlamış oldu. Yapıdaki mekanizmalarla oynayan Loken, kendisini Azeroth’un Düzen Sağlayıcısı olarak tanımlattıktan sonra İradeler Ocağını söndürdü ve emrindeki birçok titan-yapımını Fırtına Dorukları’na sürgün ederek Ulduar’ı dış dünyaya kapattı.

Bekçiler arasında bir tek Ra, Ulduar’dan uzaklardaki güney topraklarında yaşıyordu. Ulduar’da olan bitenlerden sonra Ra’nın neden kuzey topraklarına gelmediğini merak eden Loken, Bekçi’yi bulmak için kuvvetlerini gönderse de mogu, tol’vir ve anubisatlardan öğrenebildiği tek şey Bekçi’nin ortadan kaybolduğuydu. Ancak bu arayış, Azeroth tarihini değiştirecek olaylar zincirinin bir başka halkasını oluşturuyordu, zira Loken’ın kuvvetleriyle birlikte Tenin Laneti de güneydeki topraklara ayak basmış oldu. Ra’nın kayıplara karışmasının ise çok mühim bir sebebi vardı: Bekçiler arasında titanlara ne olduğunu fark eden bir tek kendisiydi. Yaratıcılarının öldüğünü anlayan Ra, Aman’Thul’un kendisinden geriye kalan gücün tamamını toplayarak Ebedi Çiçekler Vadisi’ndeki bir dağ mahzenine, sonradan bilinecek adıyla Mogu’shan Mahzenleri‘ne gizledi; kendisi ise vadinin altındaki yer altı mezarlıklarına çekildi.

Loken’ın Ulduar’dan sürgün ettiği titan-yapımları, sonraki çağlar boyunca kuzey Kalimdor’a yayıldılar. Devler dağlara ve kıtayı çevreleyen denizlere çekilirken earthen ırkı mensupları da yerin altında büyük tüneller kazarak gözden kayboldular ve burada trogglarla amansız bir savaşa tutuştular. Vrykullar ise yeryüzünde kalarak çeşitli klanlara ayrıldılar. Ulduar’dan kovulan bu ırklar arasında bir süre göreceli bir barış devam etse de uzun sürmedi.

Hodir’in alt edilmesinde büyük rol oynamış olan ateş devleri Volkhan ve Ignis, Ulduar’ı çevreleyen Fırtına Dorukları topraklarını fethedilmesi gereken bölgeler olarak görüyorlardı. Bu amaçla yola çıkan iki devin isteklerini yerine getirebilmeleri için bir orduya ihtiyaçları vardı. Gözlerini yakınlardaki Winterskorn vrykullarına çevirdiler zira bu topluluk, oldukça saldırgan ve savaşmayı seven bir klandı. Öldüklerinde Yiğitlik Salonları’na gideceklerine inandıklarından ellerinden geldiğince kahramanlık göstermeye ve savaşta ustalaşmaya çalışıyorlardı.

Volkhan ile Ignis de bu klanın tutumundan memnunlardı ve onları zorla ele geçirdiler. Savaşa karşı duydukları açlığı daha körükleyecek şekilde vrykulları teşvik eden ve onlara büyülü zırhlarla silahlar sağlayan devler, zaman içerisinde beklemedikleri bir gelişmeyle karşılaştılar. Vrykulların bedenleri zayıflıyor, metalik tenleri yumuşuyor ve güşsüzleşiyorlardı; Tenin Laneti, Winterskorn’u da ele geçirmeye başlamıştı. Yine de amaçlarından sapmaya niyetli olmayan iki dev, sahip oldukları vrykul ordusunu güçlendirebilmek için demirden ve lavdan golemler yarattılar.

Ignis ve Volkhan

Volkhan, Ignis ve beraberlerindeki vrykul ile golem ordularının ilk saldırısı, kendi hallerinde yaşayan barışçıl earthen ırkının evleri bildikleri mağaralarına yapıldı. Kimi yerlerde son earthen ölene kadar durmayan katliamdan kaçmayı başaran bir grup şanslı earthen, hâlâ gizlenmekte olan Tyr, Archaedas ve Ironaya’dan yardım istedi. Üçlünün yardımıyla Winterskorn kuvvetleri geri püskürtülmüş olsa da iki ateş devinin saldırıları bitmek bilmiyordu. Sadece vrykul ve golemlerle bu işi başaramayacaklarını anlayan iki dev, büyülü kapanlar hazırlayarak çevredeki proto-ejderhaları da saldırı kuvvetlerine katmak için kontrolleri altına aldılar. Bu yeni güçle amansızca tekrar saldıran Winterskorn ordusunun karşısında kimse duramıyordu.

Başka bir çıkar yol olmadığını ve sadece kendilerinin bu saldırıları durduramayacaklarını anlayan Tyr, vakit kaybetmeden beş ejdersürüsü liderinden yardım istedi. Sadece titan-yapımlarının acımasızca öldürülmüş olması değil, aynı zamanda proto-ejderhaların da savaş için köleleştirilmiş olduklarını görmek de ejdersürüsü liderlerini çileden çıkardı. İkinci defa düşünmeye gerek duymadan karşı saldırıya geçen Alexstrasza, Malygos, Nozdormu, Neltharion ve Ysera yine uyum içerisinde çalışarak Winterskorn kuvvetlerini dize getirdiler. Bu vrykulların tekrar bir tehdit olmasını engellemek isteyen Ysera ve Nozdormu, onları uykuya daldıracak bir büyü yaparak Winterskorn’un sislerle kaplanmasını sağladılar; böylece binlerce yıl boyunca bilinçsizce ve Zümrüt Rüya’nın huzuru nedir bilmeden uyuyacaklardı.

Winterskorn’un da alt edilmesinden sonra Tyr, dikkatini Ulduar’a çevirdi. Loken çok uzun süredir hiç kimsenin kontrolü olmadan dilediğince yaşamaya devam ediyordu ve bu, Tyr’i oldukça rahatsız etmişti. Öncelikle Loken’ın yaptığı her şeyi detaylarıyla öğrenebilmek için Ulduar’da bulunan ve Azeroth tarihini kayıt altına alan Norgannon’un Diskleri’ni edinmeleri gerekiyordu. Tyr bizzat Ulduar’a giderek büyük kalenin kapılarında dikildi ve Loken’ı dışarı çekmek için ona meydan okudu. Loken beklendiği gibi dışarı çıkıp Tyr ile yüzleşmiş olsa da, hain Bekçi aslında sorunlarını savaşmadan çözmeye çalışmak için Tyr’i ikna etmeye uğraşıyormuş gibi gözüküyordu. Gerçek amacı ise onu da alt ederek bir Bekçi’den daha kurtulmaktı. İkili arasında tartışmalar uzar giderken Loken, aslında başka bir sorunla karşı karşıya olduğundan habersizdi: Bu esnada Archaedas ve Ironaya gizlice Ulduar’a girerek Norgannon’un Diskleri’ni çalmışlardı.

Artefaktlar güvenli bir şekilde ellerine geçince Tyr, Archaedas ve Ironaya, yanlarına Fırtına Dorukları’ndan kaçmak isteyen titan-yapımlarını da alarak güneye doğru gitmeye karar verdiler. Bu titan-yapımları arasında Tenin Laneti ile değişime uğramaya başlayan vrykullar, Winterskorn saldırıları sonrasında hayatta kalmış olan earthenların büyük bir bölümü ile kendilerine katılmayı kabul eden mekagnomlar bulunuyordu.

Disklerin çalındığını öğrendiğinde Loken’ın hissettiği öfke ve panik muazzamdı. Eğer Tyr ve müttefikleri olup bitenleri Algalon’a gösterirlerse hayatının sonlandırılacağına inanıyordu; bu yüzden de onları durdurmak için bir şeyler yapmalıydı. Ne yapabileceğini düşünen Loken, en sonunda çağlar öncesinde Yogg-Saron ile birlikte Ulduar’ın içerisine gömülen n’raqi kuvvetlerinin C’Thraxxi olarak adlandırılan kadim komutanlarının mezarlarını açarak onları diriltti. Zakazj ve Kith’ix adındaki bu iki C’Thraxxi, Eski Tanrı Yogg-Saron’un Loken’ın zihnindeki kontrolünü hissettikleri anda hiç düşünmeden hizmetlerini sunmaya yemin ettiler.

Güney topraklarına ilerleyen Tyr ve takipçilerini bitmek bilmez bir azimle takip eden iki C’Thraxxi, sonunda onları açıklık bir alanda kıstırdılar. Oldukça güçlü olan Zakazj ve Kith’ix, tüm titan-yapımları ve özellikle de Tenin Laneti ile etkilenenler için büyük tehdit oluşturuyorlardı. Bunun bilincinde olan Tyr, Archaedas ve Ironaya’dan bir istekte bulundu: Kendisini orada yalnız bırakıp daha güneye ilerlemelerini söyledi; böylece kendisi iki düşman kuvvetle çarpışırken müttefikleri de güvenle kaçabileceklerdi.

Tyr ile C’Thraxxi komutanları arasında geçen muazzam savaş, tam altı gün ve gece boyunca devam etti. Müteffikleri güvenle güney topraklarına doğru ilerlerken Tyr, azimle savaştı; ancak düşmanları da bir o kadar zorlu rakiplerdi. Onları herhangi bir şekilde alt edemeyeceğini anlayan ve savaşmaktan bitkin düşmeye başlayan asil Bekçi, en sonunda zor bir karar verdi: Yaşam enerjisini harcayarak büyülü bir patlama yaratacak, kendi canını feda ederken düşmanlarını da öldürmeyi başaracaktı. Planı doğrultusunda ilerleyen Tyr’in yarattığı büyük patlamayı uzaktan gören Archaedas ve Ironaya, açıklık alana geri döndüklerinde yalnızca Tyr’in ve Zakazj’ın cansız bedeleriyle karşılaştılar. Kith’ix ise ölümden ucu ucuna kurtularak gizlice batıdaki topraklara ilerledi ve kendisinden çağlar boyunca haber alınamadı.

Bir zamanlar Tirisfal topraklarında yer alan ancak günümüzde nerede olduğu bilinmeyen Tyr’in gümüş eli

Tyr’in fedakârlığını onurlandırmak isteyen Ironaya, Bekçi’nin cansız bedeninin bulunduğu topraklara “Tyr’s Fall” (Tyr’in Düşüşü) adını verdi; öyle ki sonraki dönemlerde bu topraklar, vrykul dilinde aynı anlama gelen “Tirisfal” olarak bilinecekti. Tyr ve düşmanının bedenlerini bu toprakların altına gömen Ironaya ve takipçileri, daha sonra tekrar güneye inmek için harekete geçseler de aralarında yer alan vrykullar, Tyr’in yaptığı fedakârlıktan derinden etkilendiklerini belirterek Bekçi’nin mezarı olan bölgeyi ve Bekçi’den geriye kalan tek miras olan, toprağa saplanmış gümüş elini her daim gözetebilmek için geride kalmak istediklerini söylediler. Ironaya ve Archaedas, vrykulların bu isteklerinin onurlu bir hareket olduğunu belirterek karşı çıkmadılar ve earthen ile mekagnomları yanlarına alarak bir zamanlar ilk titan-yapımlarından olan kusurlu troggları bir arada tutabilmek için yapılan Uldaman’a doğru yola çıktılar.

Uldaman’a vardıklarında Archaedas ve Ironaya, toprak ve büyü üzerindeki hakimiyetlerini kullanarak şehri genişlettiler ve Norgannon’un Diskleri’ni de en derin odalara yerleştirdiler; böylece Azeroth’un tarihini güvende tutabileceklerdi. Ancak yıllar geçtikçe earthen ırkının mensuplarından bir bölümü Tenin Laneti’ni taşıdıklarına dair belirtiler göstermeye başladılar. Bu grup, kendilerini bu hastalıktan iyileştirecek bir şifa bulunana kadar uyutulmak istediklerini söyleyince Archaedas, laneti taşıyan bireyleri Uldaman’ın yer altındaki derin mahzenlerine kapattı. Mekagnomlar ise uyanık kalmak istiyorlardı zira her ne kadar Tenin Laneti’nin kendilerini bir gün ele geçireceğini biliyor olsalar da Uldaman’ı, orada yaşayanları ve şehrin içerisine yerleştirilmiş mekanizmaları korumaya ant içtiler.

Bu sırada Ulduar’da yaşamına devam eden Loken, C’Thraxxi komutanlarının görevlerinde başarısızlığa uğradıklarını öğrenmişti. Her ne kadar Tyr’in ölmüş olmasından dolayı bir karşı saldırı beklemiyor olsa da Norgannon’un Diskleri hâlâ büyük bir tehditti ve bu konuda bir şeyler yapması gerektiğini hissediyordu. Bu yüzden kendi tasarladığı ve “Çağlar Mahkemesi” adını verdiği bir arşiv yaratarak Norgannon’un Diskleri’nin yerine taşıdı. Azeroth tarihini kendi istediği şekilde bu arşive yansıtan ve yaptığı tüm karanlık hareketleri silen Loken, sonrasında ise Ulduar’da bulunan ve Algalon ile iletişime geçilmesini sağlayan düzenekleri yeniden biçimlendirdi. Böylece başka hiçbir canlı Algalon ile bağlantı kuramayacak ve konstelar, sadece Loken’ın ölümüyle Azeroth’ta bir şeylerin ters gittiğini anlayarak gelecekti.

Proto-ejderhaya binen bir Ejderyüzen askeri

Winterskorn klanının husursuz bir uykuya daldığı ve earthenların da artık güneye gitmiş oldukları bilincinde olan diğer vrykul klanları, zaman içerisinde Kalimdor’un kuzey topraklarına daha da yayılarak hakimiyetlerini kurdular. Aralarından en ön plana çıkanlar, Ejderyüzen adıyla bilinen bir topluluktu. Tenin Laneti’ne yenik düşmeye başlayan bu klan, zayıflıklarını ortadan kaldırmak için çevredeki proto-ejderhaları köleleştirmeye başladı; ancak Winterskorn’un aksine bu topluluk onları yalnızca vahşi yaratıklar olarak görmüyor, av yoldaşları ve binekleri olarak da kullanıyordu. Zaman içerisinde proto-ejderhalar, klanın ayrılmaz bir parçası haline geldiler; aynı zamanda vrykulların düşmanları olarak bildikleri ayı-adamlardan oluşan ve günümüzdeki furbolgların ataları olan jalgar ırkına karşı da muazzam birer silah olarak kullanıldılar.

Bir süre sonra Tenin Laneti, vrykulların hiç de beklemedikleri bir dönüşüme sebep oldu: Vrykul kadınları bedenen küçük, zayıf ve çelimsiz çocuklar doğurmaya başladılar. Kral Ymiron’a göre bu lanetin sebebi Bekçiler’den başkası değildi, bu yüzden halkına seslendi: Bekçiler’e olan inançlarından vazgeçmelerini söyledi. Ardından tüm vrykul klanlarını bir araya getirme sözü veren Ymiron, oldukça acımasız bir emir verdi: Kusurlu doğmuş olan tüm vrykul çocukları öldürülecekti. Ejderyüzen klanındaki ebeveynlerin büyük bir kısmı krallarının emrine sorgusuz sualsiz itaat ederken bir kısmı kendi evlatlarının soğukkanlılıkla öldürülmesine göz yumamadı. Bir çözüm yolu arayan bu duyarlı vrykul aileleri, çocuklarını ölümden koruyabilmek için güneydeki efsanevi topraklara giderek bir süre önce buraya yerleşmiş olan diğer vrykulları aramaya karar verdiler. Böylece Tirisfal topraklarına ulaşan Ejderyüzen aileleri, çocuklarını buradaki vrykullara teslim ederek evlerine geri döndüler. Tenin Laneti’nden kurtulmak isteyen Kral Ymiron ve klanı, en sonunda kendilerini süresiz bir uykuya daldırarak hastalıktan kurtulacakları günü beklemeye başladılar.

Tirisfal’a yerleşen vrykullar ve kuzeyden kendilerine emanet edilen çocuklar çağlar boyunca Tenin Laneti ile evrim geçirerek günümüzde bildiğimiz insanlara dönüşeceklerdi. Benzer kaderi earthen, mogu, tol’vir, mekagnom gibi diğer ırklar da paylaşacaktı. Yogg-Saron’un planları işe yaramış ve titan-yapımları, bedenen gittikçe zayıflamışlardı. Ancak Eski Tanrı’nın hesaba katmadığı şey, fiziksel olarak atalarından oldukça zayıf olacak olan bu ırkların cesaret ve kahramanlık gibi ruhani diğer duygularda ön plana çıkacağıydı.