Lorekeeper

WARCRAFT TARİHÇELERİ – BÖLÜM 18: KADİM DRAENOR

Evren, Işık ile Hiçlik’in çarpışmasıyla oluşmuş, zaman içerisinde birçok gezegen bu sonsuzlukta hayat bulmuştu. Titanlar, henüz doğmamış olan “kardeşlerini” bulabilmek ve bunu yaparken evrene düzen getirebilmek amacıyla gezegenleri ziyaret etmiş ve gelişmelerine katkı sağlamışlardı. Kudretli Sargeras’ın Yakan Lejyon’u oluşturmasının ardından diğer titanlar, Karanlık Titan’a karşı büyük bir savaş vermişler ancak kaybeden taraf olmuşlardı. Ancak bu gerçekleşmeden önce aralarından Sargeras’ın sağ kolu olarak da bilinen Aggramar, başka bir gezegen daha keşfetmişti.

Yakan Lejyon’un seferi başlamadan önce evrenin uzak bir köşesinde küçük bir dünya hayat buldu. Gelecekte bu gezegenin birçok adı olacaktı: Ogreler “Bilinen Topraklar” anlamına gelen Dawgar ismiyle seslenecek, arakkoa ırkı “Güneştaşı” anlamına gelen Rakshar kelimesini uygun görecek, başka bir dünyadan gelen draeneilar ise “Sürgün Edilenlerin Sığınağı” anlamına gelen Draenor ismini vereceklerdi.

Draenor

Bu gezegenin bir dünya-özü yoktu, içerisinde bir titan uyumuyordu; ancak varoluştaki diğer birçok gezegen gibi ana elementlere ev sahipliği yapıyordu. Beşinci element olan Ruh elementi, bu dünyada muazzam ölçüde yoğundu; bu yüzden diğer elementler oldukça sakin ve şiddetten uzak şekilde varlıkların sürdürüyorlar, hatta fiziksel bedenlere bile bürünmüyorlardı. Ancak Ruh elementinin bu kadar yoğun olmasının kaçınılmaz bazı sonuçları da vardı: Draenor üzerindeki hayvanlar ve bitkiler kontrol edilemeyecek bir hızla büyüyorlardı. Elementlerin sakin olduğu bu topraklarda şiddet, doğal yaşamın ayrılmaz bir parçası hâline geldi. Çeşitli büyüklükte ve güçteki canlılar birbirlerini avlayarak hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Bu canlılar arasında ön plana çıkanlar ise muazzam boyutlara ulaşabilen bitkilerdi.

Bu bitkiler arasında Nebathöyük olarak adlandırılan etobur bir tür vardı; kökleri toprağın derinliklerine iniyor ve bulabildikleri her türlü yaşam formunu tüketiyorlardı. Açlıklarının sonu gelmez gibi görünen bu bitkiler, adeta birer dağı andıracak kadar büyük boyutlara ulaşabiliyorlardı. Köklerinin uzandığı her yerde muazzam boyutlarda ormanlar oluşan bu bitkiler, en sonunda toprağın öylesine derin bir noktasına eriştiler ki Ruh elementine ulaştılar ve onu özümsediler. Bu olayla birlikte Nebathöyükler bir anda kendi benliklerini kazandılar ve tüm Draenor bitki örtüsünün adeta kendi bilincine sahip tek bir organizma olarak hareket etmesine sebep oldular. Ruh elementi sayesinde evrim geçiren bu birlik, daha sonraki dönemlerde Ebedinebat adıyla anılacaktı.

Aggramar

Tam da bu sıralarda Aggramar, Draenor’u keşfetti. Gezegenin bir dünya-özü olmamasına rağmen titanın ilgisini çekmişti; böylesine gelişmiş ve vahşi bir bitki örtüsüyle daha önce hiç karşılaşmamış olan Aggramar, Ebedinebat’ın tüm yaşamı tüketeceğini ve sonrasında da kendisini yok ederek dünyayı çorak topraklarla kaplanmış boş bir yer hâline getireceğini ön gördü. Düzen getirmeyi görev bilmiş bir titan olarak bunun yaşanmasına izin veremezdi; bu yüzden harekete geçti.

Aggramar’ın, Draenor’un bitki örtüsünü yok etmek gibi bir amacı yoktu. Nebathöyükleri tek başına ortadan kaldırmayı da hedeflemiyordu; zira bunu yapmaya çalışırsa Draenor’a büyük zarar vereceğinden, hatta gezegeni parçalayacağından korkuyordu. Onun yerine kendi görünüşüne benzeyen bir varlık yaratmayı ve onu kullanarak düzeni sağlamayı planladı. Bu amaçla harekete geçen titan, Draenor üzerindeki ateş, hava, toprak ve su enerjilerini büktü ve bu örgüyü topraklardaki en büyük dağa aktardı. Yaptığı büyüyle hayat bulan ve bir anda ayağa kalkan dağ, Aggramar’a hizmet etmeye hazırdı. Titan, ona Grond adını verdi.

Draenor’da düzeni sağlamak için harekete geçen Grond, öncelikle dağ yapılarını, nehirleri, vadileri ve akla gelebilecek her türlü yer şeklini değiştirerek Ebedinebat’ı belirli bir alana sıkıştırmaya çalıştı. Daha sonrasındaysa en yakınındaki Nebathöyük’e saldırdı. Bitki bu saldırı karşısında korunmaya çalışsa da başarılı olamadı ve Grond’un kendisini topraktan çekip çıkartarak parçalamasıyla can verdi.

Hayatta olan üç Nebathöyük, Ebedinebat’ın farklı kısımlarında yer alıyor olsalar da bu saldırıyı derinden hissettiler ve nasıl bir tehditle karşı karşıya olduklarını fark ettiler. Ortak bir bilince sahip bu varlıklar, eğer düşmanları olan Grond’u yenmek istiyorlarsa evrimleşmeleri gerektiğine karar verdiler ve bu gelişimi tetikleyebilmek için bulundukları çevredeki tüm bitki örtüsünün hayat enerjisini emerek ayaklandılar. Yaptıkları hareketle kurumuş, ölü bitkilerden başka bir şey bırakmayan bu Nebathöyükler, mantarlar ve bataklıklarla kaplı Zang, ilkel ormanlık arazilerle kaplı Botaan ve balta girmemiş ormanlarla çevrili Naanu idi.

Üç Nebathöyük, her ne pahasına olursa olsun Ebedinebat’ı korumaya çalışacaklardı ve bu yüzden hep birlikte Grond’a saldırdılar. Grond’un bedeninden kopan parçalar bir bir dünyaya düşüp yer şekillerini değiştirirken Grond da karşı saldırıda bulunarak düşmanlarını yumruklamaya başladı ve bedenlerinden kopanların aynı şekilde Draenor topraklarına dağılmasına sebep oldu.

Zangar Denizi

Nebathöyükler arasından ilk düşen, en küçük ve kuvvetsizleri olan Zang’dı. Grond, Zang’ın bedenini ikiye ayırdıktan sonra hayatta olan diğerlerine yöneldi. Zang’ın düştüğü yer, sayısız yıl boyunca değişim geçirerek önce Zangar Denizi, nihayetinde ise Zangar Bataklığı olarak adlandırılacak bölgeye dönüşecekti.

Naanu, Grond’un diğer hedefiydi. Kendi başına birer dağ kadar iri olan elleri arasında ezerek öldürdüğü Naanu’nun bedeni zaman içerisinde toprakla bir olacak ve Tanaan Ormanı bölgesini oluşturacaktı.

Geriye yalnızca bir tane Nebathöyük kalmıştı ancak tüm bu çarpışmalar Grond’u oldukça zayıflatmıştı. Botaan durumu fark etti ve bunu lehine çevirmek için harekete geçti. Düşmüş olan kardeşlerinden geriye kalan hayat enerjisini emen Botaan, korkutucu boyutlara ulaştıysa da temkinli davranıyordu. Grond’a açık bir şekilde saldırmak yerine daha kurnazca bir taktik izleyen Botaan, düşmanının bedenini sayısız dal ve sarmaşıkla sarmaya başladı. Grond bu küçük ve önemsiz gördüğü sarmaşıklara dikkat etmediyse de ne kadar büyük bir hata yaptığını fark etmesi uzun sürmeyecekti: Botaan’ın dalları bedenindeki tüm çatlaklardan içeri girerek derinlere kadar indi ve en sonunda Grond’un kendi ağırlığı altında kalıp parçalanarak can vermesine sebep oldu. Botaan galip bir şekilde ayrılırken Grond’un bedeni, daha sonra Nagrand olarak adlandırılacak olan bölgenin kuzeyinde büyük bir sıradağ oluşturacak şekilde yığıldı.

Grond, Botaan’a karşı

Devlerin çarpışması sırasında iki tarafın bedenlerinden kopan parçalar, Draenor topraklarına düşmüş ve yeni canlılara hayat vermeye başlamıştı. Nebathöyük parçaları, kendi yaşam enerjilerini taşıyorlardı ve bu parçalardan hayat bulan canlılar arasında en güçlüleri dört bacak üzerinde yürüyen, bedenleri otlarla kaplı genezorlardı.

Aynı şekilde Grond da yaratılışı gereği yaşam enerjisi barındırıyordu ve bu sebeple onun parçalarından da devdağlar hayat buldu; ancak Grond’un Draenor yaşamına tek katkısı bu değildi. Bedeni çeşitli elementlerin bir araya gelmesiyle oluştuğundan ölümüyle birlikte bu elementler de serbest kalmış ve çeşitli enerji havuzları oluşturmuşlardı. Böylece Draenor tarihinde ilk defa elementler bedenlere büründüler ve bu enerji havuzlarının çevresinde yaşamaya başladılar. Bu elementaller arasında en güçlüleri olan Ateş İfriti IncineratusSu İfriti AboriusToprak İfriti Gordawg ve Hava İfriti Kalandrios ise ölümünden önce Grond’un başını oluşturan ve daha sonraları Elementlerin Tahtı olarak adlandırılacak olan bölgede konuşlandılar.

İfritler

Devdağların ortaya çıkmasıyla birlikte tekrar umutlanan Aggramar, Botaan’ı alt edebilmeleri için yardımına ihtiyaç duyduklarının farkındaydı. İlk yaratımı kadar kudretli olmayan ancak sayıca üstün olan bu varlıklardaki potansiyeli gören titan, Grond’un kalıntılarından aldığı parçalarla çeşitli rün diskleri yarattı ve bunları devdağların bedenlerine adeta birer zırh gibi kuşadı. Grond’un savaşı sırasında Botaan’ın zayıflıklarını öğrenen Aggramar, bildiklerini devdağlara aktardı ve onları Ebedinebat’a karşı saldırıya gönderdi.

Ancak tam da bu sırada titan, evrende yayılan rahatsız edici enerjiyi hissetti. Büyük Karanlık’taki titreşimler, ona gezegenleri izlemekle görevlendirdikleri konstelarlardan birinin öldüğünü haber veriyordu. Bir şeylerin çok ters gittiğini sezen Aggramar, devdağlara bir gün döneceğinin sözünü vererek ayrıldı ve diğer titanların yanına doğru yol aldı. Maalesef Sargeras tarafından ihanete uğrayacak ve bedeni ikiye ayrılacak olan Aggramar, Draenor’u bir daha asla göremeyecekti.

Bu sırada Botaan ise Grond ile yaptıkları savaş sırasında kaybedilen toprakları geri almakla uğraşıyordu; öylesine büyümüştü ki artık Grond’dan bile daha iri bir bedene sahipti. Devdağlar sahip oldukları bilgiyle bu devasa yaratığı nasıl mağlup edebileceklerini tartışmaya başladılar. Ebedinebat’a girip saldırmaları imkânsızdı zira kendilerini öldürtmekten başka bir işe yaramazdı; o yüzden Botaan’ı hükmündeki topraklardan uzaklaştırmaları gerekiyordu. Böylece Ebedinebat’ın sınırına giden devdağlar, buradaki ağaçları kesmeye başladılar ve Botaan’ın hiddetini üzerlerine çekmeyi başardılar. Onu daha dağlık bir araziye çeken devdağlar, en sonunda saldırarak binlerce yıl sürecek savaşı başlatmış oldular.

Geçen yıllar boyunca üstünlüğün durmadan el değiştirdiği bitmek bilmez çarpışmalar sonunda devdağların büyük bir kısmı Nebathöyük ve genezorların elinde can verdi. Tıpkı Grond’da olduğu gibi devdağların da bedenlerinden yeni canlılar hayat buldu: Magnaronlar. Ancak magnaronlar, devdağlara karşı herhangi bir sadakat beslemiyorlardı ve bu yüzden kendilerine Ebedinebat kuvvetlerine karşı çarpışma talebi geldiğinde reddedip Draenor’un volkanik aktivitelerinin sık olduğu bölgelere çekildiler.

Devdağların sayıları iyiden iyiye azalmıştı ve Botaan’ı yok edebilmeleri için ne yapmaları gerektiğinden emin değillerdi. Aggramar’ın kendilerine sağladığı, rünlerle kaplı diskler çok büyük bir güç barındırıyordu ve bunu kullanabileceklerine karar verdiler; ancak zafer kazanmaları için kendilerini feda etmeleri gerekiyordu. Can vereceklerini bilerek harekete geçen devdağlar, Ebedinebat’a girdiler ve birlik olarak titan yadigârlarındaki gücü açığa çıkardılar. Yaşanan korkunç patlama sonucunda Botaan’ın da devdağların da bedenleri parçalara ayrılıp Draenor’un dört bir yanına dağıldı. Botaan’ın ölümüyle birlikte Draenor’daki bitki örtüsünün ortak bilinci de yok oldu ve böylece benliklerini kaybettiler.

Devdağların fedakârlığı büyüktü ve kullandıkları güç enerjilerini öylesine çok harcamıştı ki bedenlerinden bir daha hiçbir canlı hayat bulmayacaktı. Aralarından bazı devdağların kurtulduğu söylendiyse de bu varlıklar zaman içerisinde ölerek toprağa karıştılar; Draenor’a dağılan parçaları ise bir süre sonra karakaya madenine dönüştü. Botaan’ın hâlâ hayat enerjisi taşıyan bedeninden geriye kalan en büyük parça ise Farahlon adındaki bölgeyi oluşturdu.

Ebedinebat’ın mağlup edilmesini takip eden yıllar boyunca devdağlardan ve Nebathöyük kalıntılarından hayat bulmuş olan diğer canlılar, Draenor’da egemenlik sağlamak için çarpışmaya devam ettiler. Ancak Botaan’ın parçalanmasıyla birlikte bedeninden yayınlan ve yaşam enerjisi taşıyan sporlar, gezegen üzerinde neredeyse her şeyi kaplamıştı; bu yüzden bedenleri bu sporlarla değişim geçirmeye başlayan bir kısım magnaron, gronn adındaki devasa yaratıklara dönüştü. Zekâ yönünden pek de parlak olmayan gronnlar, iş avcılığa geldiğindeyse eşi benzeri görülmemiş bir yeteneğe sahiplerdi. Ancak gronnlar arasından bir kısım değişim geçirmeye devam etti ve en sonunda ogron olarak adlandırılan canlılara dönüştü. Gronnlardan daha zeki ancak onlar kadar kuvvetli olmayan ogronlar, gronnları adeta birer tanrı olarak görüyorlardı.

Botaan’ın sporlarındaki yaşam enerjisi sebebiyle binlerce yıl boyunca devam eden bu evrim sonucunda bir kısım ogron, kendilerine köle olacak ogre adındaki yaratıklara dönüşürken bu ogrelerin bir kısmı da ork ırkını oluşturdu. Orklar, atalarıyla karşılaştırıldıklarında fiziksel olarak oldukça küçük ve zayıflardı; ancak oldukça zekilerdi ve bir topluluk hâlinde yaşamaya meyillilerdi.

Magnaron, gronn ve ogronlara “kırıcılar” deniyordu. Çorak dağlık arazilerde ve kayalıklarla çevrili kanyonlarda yaşamayı tercih eden bu varlıklar her ne kadar kültürel farklılıklara sahiplerse de içgüdüsel olarak ormanlık alanlardan hazzetmiyorlardı. Ancak herhangi bir saldırıda bulunduklarında büyük bir direnişle karşılaşıyorlardı; direnişi gösteren taraf, Nebathöyük soyundan gelen ve “ilkeller” olarak adlandırılan bitkisel canlılardan oluşuyordu. Bu canlılar arasında genezorlar dışında kozacıklar ve sporcuklar gibi küçük yaratıklar ile botani gibi daha zeki varlıklar da yer alıyordu. Geçmişte yaşanan savaşlarla ilgili neredeyse hiç bilgileri olmayan botaniler, genezorlara adeta birer tanrılarmışçasına tapınıyorlardı; ayrıca “birey” olmayı reddediyor ve Draenor’daki tüm bitkisel hayatın birleştiği ortak bir benliğe ait olduklarına inanıyorlardı.

Tanaan Ormanı

Kırıcılar ile ilkellerin sonu gelmeyen çarpışması, yıllar içerisinde Draenor’un bölgelerinin sınırlarını oluşturdu. Birbirlerine zarar veren ancak bir diğerini yok edemeyen bu güçler, çeşitli bölgelerde nüfuzlarını hissettirmeye başladılar. Kırıcılar Gorgrond, Ayazateşi Bayırı, Nagrand ve Arak bölgelerinde hüküm sürerken ilkeller de Tanaan Ormanı, Zangar Denizi, Farahlon, Gölgeay Vadisi ve Talador’a egemenlik sağladılar.