Lorekeeper

KISA HİKÂYE – WARCRAFT: KAYAN KUMLAR SAVAŞI

Öğlen güneşi sonu gelmez yakıcı bakışlarını Silithus’un kumlarından ayırmıyor, Skarabe Duvarı’nın dışında toplanıp hizaya giren kalabalığı sessizce gözlemliyordu.

Güneş, aşağıda toplanmış kalabalığın üzerinden geçişine devam etti; alevden küre bir an için açıkta kalan uçsuz bucaksız ordular amansız sıcak dalgalarına maruz kalarak çöksün diye tepede asılı kalmış gibiydi.

Rahatsız topluluğun arasında bir dişi elf, düşüncelere dalmış bir şekilde sessizce duruyordu. Yoldaşları ona hayranlıkla, bir kısmı ise açıkça hürmet göstererek bakıyorlardı. Dünyaları üzerinde yaşayan her ırktan gelen diğer temsilciler ise kendilerine has bir önyargı ile yaklaşıyorlardı. Ne de olsa elflerin troller ve taurenler ile olan kan davası yüzyıllar öncesine dayanıyordu.

Bağlılıkları her neye veya her kime olursa olsun o gün orada savaşmak için toplanan herkesin bu elfe karşı paylaştığı tek bir ortak his vardı: Saygı. Shiromar da gökteki güneş gibiydi — ifadesiz, sarsılmaz ve yılmaz. Bu özellikleri son birkaç aydır ayakta kalabilmesine yardımcı olmuştu; her şeyi kaybettiklerini sandıkları, görevlerinin asla bitmeyeceğini düşündükleri ve yoldaşlarının ümitsizliğe kapılıp pes ettikleri anlarda devam edebilmesini sağlayan gücü vermişti.

İlk başta bir bekçiyle karşılaşmışlar, ardından Zaman Mağaraları’na adım atmışlardı; bir bronz ejderha ile olan yüzleşmelerini bir Kuluçka Efendisi ve böcek yuvaları ile olan nahoş karşılaşmaları takip etmişti; asanın kırık parçaları ile onları koruyan ve teslim etmeye pek hevesli olmayan kadim ejderhalar ise en son adımdı. Görevlerini başarabilmek için tehdide, pratik zekaya ve bazen de açıkça şiddete başvurmak zorunda kalmışlardı.

Ve hepsi tek bir parça, Shiromar’ın elinde tuttuğu yegane eşya içindi: Bin yıl sonra tekrar birleştirilen Kayan Kumlar Asası.

Nihayetinde tüm yollar Silithus’a, Skarabe Duvarı’nın kapılarına varmıştı. Asa’nın ilk parçalandığı yere…

Shiromar gökyüzüne baktı ve güneş ışığının gökteki ejderhalar tarafından kesildiği, Qiraji ve silithidlerin bitmek bilmez sayıdaki kuvvetlerinin gece elfi ordularının üzerine aktığı, umudun gölgeler arasında kaybolduğu bir zamanı hatırladı. O korkunç aylar boyunca kimsenin hayatta kalamayacağını düşünmüşlerdi ama yine de buradaydı işte; uzun yıllar önce Kayan Kumlar Savaşı’nda hayatlarını kurtaran kutsal bariyerin önünde duruyordu.

Fandral Geyikmiğfer, yanında oğlu Valstann ile hücumu yönetiyordu. Saldırı için koyağı seçmişlerdi, böylece sonu gelmez silithid akınına karşı ordu kanatları güvende olacaktı. Shiromar ön cephenin hemen arkasında yer alıyor ve enerjisi el verdiğince büyü gücünü konuşturuyordu.

Druidler iyileştirici büyülerini etraflıca kullanırken Fandral ve Valstann da yanlarında savaşlarla yoğrulmuş gözcüler, muhafızlar ve rahibelerle birlikte koyağın girişine varana kadar çatıştılar. Mağlup edilen her silithid öbeğinin yerini çok geçmeden yüzlercesi alıyor gibiydi. Silithid istilasının haberi gelip de Fandral savaş çağrısı yaptığından beri her gün böyle geçiyordu.

Rahibe Shiromar ve yoldaşları, birlik olup Elune’dan yardım isteyebilecek kadar enerji toplamışlardı ve çağrılarına cevaben gökten inen kör edici parlaklıktaki ışık huzmesi koyağın ucundaki böcek sürüsünü yok etmekteyken sadece izlediler.

Derken vızıltı sesleri havayı doldurdu. Uçan böcekler –kanatlı Qirajiler– koyağın girişine doğru uçup birer birer dalışa geçerek orduya yardımcı olan druidlerin üzerine çullandılar.

Fandral, ön safları koyaktan dışarı çıkartacak şekilde yönlendirdi ve sillithid cesetlerinden oluşan yığınların üzerinden geçerek açıklıktaki kumlara adım attı. Hava, gece elfi ordusuna ani dalışlar yaparak pençeli uzuvlarıyla önlerine geleni parçalamaya çalışan Qirajilerin sesiyle dolup taşmıştı. Fandral, destek birimlerinin kendilerine rahatça yer bulmaları için gereken açıklığı sağlayabilmek adına hızla ileriye atıldı.

Shiromar, ordularının ilerisindeki bayıra baktığında kanatsız Qirajilerin adeta bir tepenin üzerinden akan karınca kümeleri gibi akın ettiğini gördü. Aralarından muazzam büyüklükteki korkunç bir yaratık kabus gibi üzerlerine çökerek pençeli uzuvlarını savurmaya ve diğer haşarelere emirler yağdırmaya başladı.

Kendilerini komuta eden savaşçının ortaya çıkmasıyla birlikte akın eden Qiraji birliklerinin konuşmaları ve vızıltıları arasında bir kelime durmadan tekrarlanmaya başlamış gibiydi: Rajaxx, Rajaxx… Shiromar, Qiraji iletişim biçimleri hakkında hiçbir fikre sahip olmasa da bu kelimenin yaratığın ismi olup olmadığını merak etti.

Sonraki Qiraji dalgası yaklaşırken bir borazanın sesi yükseldi: Doğudan ve batıdan kalabalık gece elfi birlikleri savaş alanına hücum etmeye başladılar. İnsanın kanını donduran bir savaş çığlığı atan Fandral ve Valstann, kendilerine saldırmakta olan Qiraji akınının içine daldılar; yeni gelen birlikler yan kanatlardan taarruza geçerken iki düşman ordu çarpıştı.

Shiromar kazandıklarını düşünüyordu ancak gün geceye dönüp karanlık çöktüğünde dahi savaş devam etti. Tüm bu keşmekeşin ortasında Fandral, Valstann ve Qiraji generali umutsuz bir mücadeleye girmişlerdi.

Kanatlı Qirajilerin saldırılarından kıl payı kaçabilen Shiromar, göz ucuyla generalin düşman gördüğü baba ve oğul ile nerede çarpıştığına baktı. Qiraji askerlerinin sayıları gittikçe azalıyordu ve general de bunu hissetmiş olacaktı ki kuvvetli bir sıçrayışla Fandral’ın onu ilk gördüğü bayıra doğru geri kaçtı. Generalin gözden kaybolmasının ardından geriye kalan az sayıdaki böceğimsi yaratık da hızlıca yok edildi.

O gece elf kuvvetleri dinlenirken birçok nöbet ayarlandı. Fandral, Qiraji tehdidinin tamamen bastırılmadığının farkındaydı ve ertesi sabah savaşın yeniden alevlenmesini bekliyordu. Etrafını kaplayan çöl sessizliğe boğulmuş olsa bile kulaklarında hala savaş sesleri çınlayan Shiromar, gece boyunca yalnızca kısa döngülerle uyuyabildi.

Gün ışıdığında birlikler bir araya gelip bayıra doğru harekete geçtiklerinde uğursuz bir dinginlikle karşılaştılar. Shiromar gözleriyle ufka tarasa da ne Qirajilerden ne de silithidlerden eser yoktu. Fandral henüz kuvvetlerini ilerletmek için harekete geçmişti ki bir ulak, vahim haberlerle yanlarına geldi: Güneyyeli Kasabası saldırı altındaydı.

Fandral kasabayı koruyabilmek için birliklerini geriye çekmeyi düşündüyse de bu adımın geride kalan Qiraji kuvvetlerine işgal için açık kapı bırakacağına inanıyordu. Henüz bu yaratıkların tam sayısını bilmedikleri gibi bu yeni ırkın karşılarına daha neler çıkarabileceklerinden de emin değillerdi.

Valstann, babasının aklındaki düşünceleri tahmin etmekte gecikmedi ve yalnızca bir müfrez birliğine öncülük ederek kasabayı korumaya gitmeyi önerdi; böylece Fandral geride kalarak ihtiyaç anında düşman kuvvetlerinin yayılmasını engelleyebilecekti.

Yakınlarında bulunan Shiromar, konuşmalarının son kısmını duyabildi:

“Bu bir tuzak olabilir,” dedi Fandral.

“Şüphesiz ki böyle bir riske giremeyiz, baba,” diye cevapladı Valstann. “Ben gideceğim. Kasabayı koruyup adına yaraşır bir zafer kazanmış şekilde geri döneceğim.”

Fandral başıyla isteksizce onayladı. “Sağ salim geri dönmen benim için yeterli olacaktır.”

Valstann hemen bir müfrez birliği toplayıp ayrılırken Fandral, oğlunun yola koyuluşunu izledi. Shiromar, güçlerinin bölünmüş olmasından endişeliydi ancak bu hareketin gerekliliğini de anlıyordu.

Sonraki birkaç gün boyunca Shiromar ve beraberindekiler, arazinin dört bir yanında yer alan yuvalarından çıkıp akın akın üstlerine gelen silithidler ile çarpıştılar. Qirajilerden ise hâlâ bir iz yoktu. Korku, Shiromar’ın bedenini sarmaya başlamıştı; silithid efendilerinin bu kadar uzun zamandır ortaya çıkmamış olması hayra alamet olamazdı. Valstann’ın akıbeti ile ilgili endişeleri vardı; günler boyunca, sonu gelmeyen kıyımın arasındaki sessiz anlarda Fandral’ın dönüp ufka bakışını, endişe içerisinde oğlunun dönüşünü bekleyişini gözlemledi.

Üçüncü günün öğleninde, güneş zirveye varmış olduğu anda Qirajiler, sayıları takviye edilmiş bir biçimde geri geldiler. Böcek kanatlarının vızıltıları yine göğü doldurmuştu; sonu gelmez sayıdaki yaratığın oluşturduğu karanlık yine ufuk çizgisini kaplamıştı. Muazzam büyüklükteki bir bulutun güneşin önünü kapayarak gölge yaratması gibi Fandral ve diğerlerinin önünde yayıldılar… ve durdular.

Bekliyorlardı.

Dikkatli bakışlarını ayırmayan Fırtınakargaları tepelerinde daire çizer ve Ayı formuna bürünmüş druidler beklenti içerisinde önlerindeki kumu eşelerken Fandral, hatlarını hizaya sokup safların önündeki yerini aldı. Henüz birkaç dakika geçmişti ki böceklerden oluşan okyanus yarıldı ve Qiraji generalinin pençeli uzuvları arasında yaralı birini taşımakta olan büyük ve hantal bedeni yaklaşmaya başladı. Qiraji saflarının önüne geçen general, Valstann Geyikmiğfer’i herkesin göreceği şekilde havaya kaldırdı.

Saflar arasından şaşkınlık ve şoktan ötürü kesilen nefeslerin sesleri geldi. Shiromar, yüreğinin ezildiğini hissetti. Güneyyeli’nin düştüğünü anlayan ve oğlunun çoktan ölmüş olabileceğinden endişe eden Fandral sessizce duruyordu. Oğlunun gitmesine izin verme gafletinde bulunduğu için kendine lanet etti; korku, öfke ve çaresizlik içerisinde öylece kalakalmıştı.

Generalin pençeleri arasındaki Valstann yavaşça hareket etti ve generale bir şeyler söyledi ancak uzaklık sebebiyle ne dediğini duymak imkansızdı.

Üzerindeki bağ bir anda çözülen Fandral, kendisini takip eden gece elfi kuvvetleri ile birlikte ileri atıldı ancak mesafe çok uzundu… ve daha Qiraji generali harekete bile geçmemişken Shiromar, Valstann’a zamanında ulaşamayacaklarını anladı.

Qiraji generali diğer pençesini de Valstann’ın kanlar içerisindeki bedenine sapladı, iki pençesiyle birden kıstırdı… ve genç gece elfinin bedenini belinden çekip ikiye ayırdı.

Çevresinde hücuma devam eden gece elfleri geçip giderken Fandral yavaşladı, sendeledi ve dizleri üzerine düştü. İki düşman ordu çarpıştığı anda ise doğudan gelen bir kum fırtınası tüm ışığı keserek boğucu bir şekilde üzerlerine çöktü. Shiromar, rüzgarın tüm hareketini durduracak kadar şiddetle estiğini hissetti. Uluyan rüzgar, savaşın ve ölmekte olan yoldaşlarının çığlıklarını bastıracak kadar kulaklarını sarsarken elinden geldiğince gözlerini korumaya çalıştı.

Tüm bu kaosun içerisinde çok da uzağında olmayan bir noktada Qiraji generalinin dev gölgesinin belirsiz hatlarını ve adeta buğday biçen bir hasatçı misali gece elflerinin saflarını yarıp parçaladığını gördü. Ardından Fandral’ın fırtınanın içerisinden bir hayalet gibi gelen sesini ve ordulara geri çekilmelerini söyleyen emrini duydu.

Arkasından gelişen olaylar günler boyu sürse de sanki göz açıp kapatıncaya kadar geçip gitti: Fandral, güçlerini Silithus’tan dışarıya sürdü ve dağ geçitlerini kullanarak Un’Goro Krateri çukuruna yönlendirdi. Silithid ve Qirajiler ise hemen arkalarından gelerek geride kalan ve ana kuvvetlerin korumasından uzaklaşan talihsizleri yok ediyorlardı.

Un’Goro’ya vardıkları anda ise beklenmedik bir durumla karşılaştılar: Saflar arasında, kraterin sınırını geçtikleri andan itibaren Qiraji kuvvetlerinin geri çekildiği söyleniyordu. Başdruid, kalan tüm birlikleri çukurun merkezinde topladı ve durmaları için komut verdi. Sonunda tüm çatışmaların, kaçışların ve ölümlerin ardından sükunet çökmüştü. Ancak gece elfleri acı bir mağlubiyet almışlardı ve Fandral Geyikmiğfer’in tavırları bir daha asla eskisi gibi olmayacak şekilde değişti.

Shiromar, Ateş Bacası Bayırı’nda nöbet tutan, ardındaki volkanik bacalardan dumanlar yükselir, akan lavanın ışığı yüzünü aydınlatırken gözcülük eden Fandral’ı izledi; yüz ifadesinde ancak evlatlarından daha uzun yaşayan ebeveynlerin bilebileceği bir acıyı, o en derin ızdırabı gizleyen bir maske vardı.

Qirajilerin aniden geri çekilmeleri Shiromar’ı şaşırtmıştı. Durum üzerine düşündükçe Krater hakkındaki efsaneleri, ilkel zamanlarda tanrılar tarafından bizzat inşa edildiğine dair söylentileri hatırladı. Belki de yarattıkları topraklara hala göz kulak oluyorlardı. Belki de kutsamaları hala koruma sağlıyordu. Her ne olursa olsun kesin olan bir şey vardı: Eğer bu böcek ırkını durduracak bir plan düşünülmezse…

Kalimdor sonsuza kadar kaybedilecekti.

Kayan Kumlar Savaşı uzun, acı verici aylar boyunca devam etti. Shiromar bitmek bilmeyen çatışmalar boyunca hayatta kalmayı başarabilmişti ancak gece elfleri hep savunmadalardı, hep sayıca azlardı ve durmadan geri püskürtülüyorlardı.

Çaresizliğin pençesine düşmüş olan Fandral, anlaşmaya varması oldukça zor olan bronz ejdersürüsünden yardım istedi. Ejdersürüsü ilk başta müdahale etmeyi reddetmiş olsa da Qirajilerin, Sonsuz Vahit Nozdormu’nun evi ve bölgesi olan Zaman Mağaraları’na yaptıkları küstahça saldırı sonucunda fikirleri değişti.

Nozdormu’nun varisi Anachronos, yağmacı Qirajilere karşı bronz ejdersürüsünün desteğini sağlamayı kabul etti. Sağlığı yerinde olan tüm gece elfleri birleşti ve Silithus’u geri almak için beraber mücadele etme kararı alındı.

Ejderhaların gücü de bu davaya katılmış olsa da Qiraji ve silithidlerin sayıları ezici derecede fazlaydı. Bu yüzden Anachronos, diğer ejdersürülerinin çocuklarından yardım istedi: Yeşil ejdersürüsü lideri Ysera’nın kızı Merithra, kırmızı ejdersürüsü lideri Alexstrasza’nın oğlu Caelestrasz ve mavi ejdersürüsü lideri Malygos’un oğlu Arygos.

Kalimdorlu gece elfi kuvvetleri, Silithus’un kumları üzerinde akınlarına başlarken ejderhalar da bulutsuz gökyüzünde kanatlı Qirajiler ile çatıştılar. Yine de Qiraji ve silithid birliklerinin sonu gelmiyordu.

Qirajilerin ortaya çıktıkları kadim şehrin üzerinden uçan ejderhaların tedirgin edici bir şeyin varlığını fark ettiklerine dair söylentiler Shiromar’ın kulağına çalındı; böceğimsi ırkın saldırılarının arkasında daha kadim ve korkunç bir varlığın olduğunu işaret eden söylentiler…

Belki de Fandral ve ejdersürülerini tehlikeli planlarını gerçekleştirmeye teşvik eden de bu durumun ortaya çıkmasının bir sonucuydu: Qirajileri şehrin içine hapsedecekler ve daha iyimser bir plan bulana kadar düşmanlarının ortaya çıkmalarını engelleyecek bir bariyerle onları içeride tutacaklardı.

Kadim şehre doğru son saldırı, dört ejdersürüsünün yardımıyla başladı. Kanatlı Qairajilerin cesetleri gökyüzünden yağarken Shiromar, Fandral’ın hemen arkasında ilerliyordu. Yükseklerde uçan ejderhalar, böcek kuvvetlerini çabucak alt ediyorlardı. Gece elfleri ve ejderhalar etten bir duvar halinde ilerleyerek Qirajileri, Ahn’Qiraj’a geri püskürtmeye başladılar.

Şehrin kapılarına geldiklerine ise savaşın seyri değişti ve birleşmiş Kalimdor kuvvetleri, hatlarını korumak için ellerindeki tüm gücü kullanmak zorunda kaldı. Daha ileriye gitmek imkansız gibi gözüküyordu. Anachronos, Fandral ve hayatta kalmış olan druidler ile rahibelerin büyülü bariyeri yaratmaları için gereken zamanı sağlamak isteyen Merithra, Caelestrasz ve Arygos, şehre saldırmaya karar verdiler.

…ve böylece bu üç ejderha, fedakarlıklarının boşa gitmeyeceği umuduyla yoldaşları ile birlikte pervasızca Qiraji ordusunun içine, şehrin kalbine daldılar.

Kapıların dışında Anachronos büyülü barikatı oluştururken Fandral da druidlere enerjilerini odaklamaları talimatını verdi. Kapıların ardındaki üç ejder çocuğu ise akın eden Qiraji birliklerinin ezici gücüne karşı koyamayıp yenik düştüler.

Kaya, taş ve köklerden oluşan geçilmez bir duvar kumların altından çıkıp gözleri önünde yükselirken Shiromar, tüm gücünü toplayıp Elune’un kutsamasını üzerlerine çağırdı. Bariyerin üzerinden geçmek isteyen kanatlı askerler bile görünmez bir engel ile karşılaştılar.

Duvarın dışında kalan Qirajiler hızla katledildi. Qiraji, gece elfi ve ejderha cesetleri, kanlı kumlara saçılmışlardı.

Anachronos, ayaklarının altında dolanan bir skarabeyi işaret etti. Yaratık Shiromar’ın gözleri önünde önce dondu, daha sonra şekil değiştirerek metalik bir gonga dönüştü. Duvarın yakınındaki taşlar ise yer değiştirerek gongun üzerine yerleştirileceği bir platform oluşturdu.

Sonrasında ulu ejderha, ölmüş olan yoldaşlarından birinden kopmuş olan bir parçaya doğru yöneldi. Uzvu eline alan Anachronos’un fısıldadığı birçok büyülü söz sonrası şekil değiştiren organ, bir asaya dönüştü.

Fandral’a yaklaşan ejderha, eğer bir gün herhangi bir ölümlü kurdukları büyülü bariyeri aşıp kadim şehre ulaşmak isterse asayı kullanarak gonga vurmaları gerekeceğini ve böylece şehrin kapılarının açılacağını söyledikten sonra asayı Başdruid’e teslim etti.

Fandral, yüzünde hor gören bir ifadeyle asaya baktı. “Bir daha ne Silithus’la, ne Qirajilerle ne de lanet olası ejderhalarla işim olmaz!” diyen Fandral, asayı büyülü kapılara doğru fırlatıp parçalara ayrılmasına sebep olduktan sonra uzaklaşmaya başladı.

“Gururun adına aramızdaki bağı bozacak mısın?” diye sordu ejderha.

Fandral döndü. “Oğlumun ruhu bu yalan zaferle rahat bulmayacak, ejderha. Onu geri alacağım. Bin yıl dahi de sürse oğlumu geri alacağım!” dedi ve Shiromar’ın yanından geçip gitti…

…öyle ki olanlar, aradan bin yıl geçmemiş de sanki dün yaşanmış gibi hafızasında canlanmıştı.

Kalimdor’un birlemiş kuvvetleri bir bir dönüp dişi elfe baktılar. İnsanların ve taurenlerin, gnomların ve cücelerin, hatta sayısız kere çarpıştıkları trollerin, kısacası Qiraji tehdidini sonsuza dek ortadan kaldırmak için birlik olmuş ırkların kahramanlarının arasından geçen gece elfi, hızla platforma doğru ilerledi.

Önündeki merdivenlerin altında duran Shiromar derin bir nefes aldı. Platforma çıktığında ise yalnızca bir anlığına duraksadı. Ardından tüm gücüyle elindeki asayı doğrultup gonga vurdu.

 

 

Kaynak: War of the Shifting Sands

Yazan: Micky Neilson