Lorekeeper

KISA HİKÂYE – STARCRAFT: YÜKSELİŞ

Alarak kara kayalıkların arasında giden gölgeli yolda durdu. Derisindeki batma hissi güçlendi. İmkansız. Daha sadece gün ortası olmasına rağmen havada terrazine vardı.

İşte. Batıdaki kayalıkta. Menekşe renginde bir kurdele gibi dağılan sis –terrazine- kayalığın yüzeyi boyunca sivri bir yarıktan yayılmaktaydı. Yer sarsıntılarından biri yer altındaki birikmiş gazı ortaya çıkartmış olmalıydı. Küçük bir tanesini. Ancak bu küçük hediye muhtemelen uzun sürmeyecekti. Alarak terrazine sisine doğru daldı ve kollarını avuçları yukarı gelecek şekilde kaldırarak Yaratılışın Nefesi’nin kendini sarmasına izin verdi.

Menekşe sis, derisinin içine nüfuz etti.

Damarlarında akmaya başladı.

Zihnini açtı.

Onu Amon’a yaklaştırdı. Karanlık Tanrı’ya.

Alarak Amon’un iradesini, Amon’un soğukkanlı amaçlarını, Amon’un karanlık kalbinin evrenin kırılgan derisinin hemen altında atışını, Hiçlik içerisinde dalgalanan damarlar ağının şimdiden beklentiyle çarpışını hissedebiliyordu. Yozlaşmış döngüye atılacak son ustaca darbenin vakti gelip çatmıştı. Alarak ve diğer seçilmiş protossların, İşlenmişler’in – Tal’darim’in- sadece biraz daha beklemesi gerekiyordu.

Yükseliş yakında, diye söz vermişti Amon.

Lakin girdap gibi dönmekte olan sis, göz açıp kapayana kadar rüzgarda dağılıp gitti. Sisle birlikte gelen dalga dalga mutluluk ise sadece biraz daha devam etti.

Gün batımına kadar daha fazla terrazine yükselmeyecekti. Gün batımından sonraysa bütün atmosferi kaplayacaktı, her akşam olduğu gibi. Neden? Çünkü Amon öyle diliyordu. Slayn üzerindeki bütün Tal’darimler, asil ya da değil, gün doğup da Amon’un hediyesini onlardan çalana kadar Amon’un görkemiyle sarılıyorlardı. Her gece, bütün Tal’darim onun kara bakışları altında eşitti.

Gün ışığında durum farklıydı. Gün ışığında yerlerini hak etmeleri gerekiyordu. Bu da, diğerleri gibi, Amon’un dileğiydi.

Arkasındaki kırık taşlar, ağır bir botun altında çatırdadı. “Efendi Alarak.” Astı Ji’nara, dikkatle yaklaşıyordu. “Size ihtiyaç duyuyorlar.”

Ji’nara Beşinci Yükselen’di. Alarak dördüncüydü, Yükselme Zinciri’nde astının bir halka üstünde yer alıyordu. Ve bir gün Ji’nara onu öldürmeye çalışacaktı.

Muhtemelen bugün değil, diye düşündü Alarak. Arkasına dönmeye bile tenezzül etmedi. “Bekleyebilir,” dedi. Başka terrazine noktaları olup olmadığını görmek için bu mekanı biraz daha incelemek istiyordu. Gün içerisinde gaz salan başka terrazine noktaları da olursa…

“Hayır, bekleyemez,” dedi Ji’nara. “Beni Efendi Nuroka yolladı. Ve sizinle konuşmak istiyor.”

“Pekâlâ.” Dördüncü Yükselen olarak Alarak’ın İlk Yükselen Nuroka’ya karşı çıkması Amon’a karşı çıkmakla eş değerdi. “Nedenini söyledi mi?”

“Yücelord Ma’lash’ı Rak’Shir’e davet etti” diye karşılık verdi Ji’nara. “İkisinden biri yarın ölecek.”

Sessizlik kanyonu doldurdu. Alarak tepki vermedi, herhangi bir harekette bulunmadı. Bulunamazdı da. Sanki bütün düşünceleri bir anda donuvermiş gibiydi.

İmkansız.

Ji’nara yalan söylüyor olabilir miydi? Hayır. Tabii ki olamazdı. Ji’nara kurnazdı, pervasız değil. Eğer böyle bir şey hakkında yalan söylediği ortaya çıkarsa Alarak onun bağırsaklarını yüzer ve cesedini aç zoanthisklere bırakırdı. Ne de olsa ondan başka astlarına tam olarak bunu yaptığını görmüşlüğü vardı. O yüzden doğruyu söylüyor olmalıydı. “Enteresan,” Alarak’ın verdiği tek cevaptı. Diğer tüm düşüncelerini astından gizlemeye devam etti. Aynı şekilde astı da kendi düşüncelerini ondan gizliyordu.

“Biliyor muydun?”

Nihayet Alarak astına dönerek onun yüzündeki ifadeyi inceledi. “Evet,” dedi. Ancak tabii ki bu bir yalandı.

Rak’Shir. Yüksek rütbeli Tal’darim arasında aylardır Rak’Shir yapıldığı görülmemişti. Amon’un planları meyve vermeye çok yakındı. Ve planları başarıya ulaştığında, yaşayan her Tal’darim Amon’un yeni düzeninde büyük bir görkeme ulaşacaktı. Yücelordla ölümüne bir düelloya tutuşmak? Hem de şimdi? Tamamen delilikti. Nuroka ne diye…?

Ji’nara onu dikkatle izliyordu. Alarak’ın bir sonraki sözleri, astının törene katılıp katılmayacağını belirleyebilirdi.

Astının gözlerine baktı. “Yarın dövüşecek misin?” diye sordu.

“Belki.”

“Oldukça eğlenceli olacak. Yücelord Ma’lash kendisine meydan okuyanların kolayca ölmesine izin vermez.” Katılacakların sayısını sınırlamak gerek. Eğer gereğinden fazla Yükselen dövüşe katılırsa –eğer gereğinden fazla Tal’darim lideri ölürse- çıkacak olan karmaşa Amon’un planlarını aylarca erteleyebilirdi. Ya da belki de yıllarca, on yıllarca. Alarak’ın böyle bir durumdan kazanacak hiçbir şeyi yoktu. Eğer Ji’nara törene katılmazsa ondan düşük seviyedeki kimse de bu kadar beklenmedik bir Rak’Shir’e katılmaya cüret edemez. Sesine keskin bir ton kattı. “Gösteriyi izlemenin tadını çıkar. Senin gibi kabiliyetli birini öldürmeyi hiç istemem.”

Ji’nara tepki vermiş gibi görünmüyordu. Sadece çentikli, siyah zırhının altındaki omuzlarının ufak bir seyirmesi hislerine ihanet etmişti. “Anlıyorum,” diye düz bir şekilde cevapladı. Ancak görünen o ki gerçekten de anlıyordu. Ji’nara yarın dövüşmeyecekti. “Efendi Nuroka sizi kendi konutunda bekliyor.”

“Pekâlâ,” dedi Alarak ve sert bir hareketle astını azletti.

Ji’nara tek bir kelime daha söylemeden, omzunun üzerinden son bir bakış atarak ayrıldı. Konuşacaktı, bu iyiydi. Alarak diğerlerinin kendisinin ertesi günkü törende savaşacağına inanmasını istemişti. Lakin hangi taraf için dövüşeceğini bilmemelerini sağlamıştı. Eğer kafaları karışırsa daha bile iyiydi.

Kendi içindeki kafa karışıklığını gizlemeye yardımcı olurdu en azından.

Alarak kanyonu geride bırakarak onu buraya getiren dar yolu izledi. Tal’darim karakolundan uzakta değildi ancak biraz düşünmek için yeterli vakti vardı.

Zihnini kurcalayan sorular vardı. Dövüşe kimler katılacaktı? Kim için dövüşeceklerdi?

Ve Alarak kaç tanesini öldürmeyi başarabilirdi?

Amon’un dileği gayet basitti.

Yüksel. Hep ve daha yükseğe. 

Ya da sonsuza kadar düş.

Alarak her zaman bu kesinliği takdir etmişti. Kutsal Yükseliş Zinciri Amon’a uzanıyordu ve her bir Tal’darim de bu zincirin bir halkasıydı. Senden üstteki halkaya itaat ederdin. Senden alttaki halkalara hükmederdin.

Basitti.

Ve eğer zincirde daha yükseklere gözünü diktiysen? En yukarılara? Senden bir üst halkaya meydan okurdun o zaman. Rak’Shir. Güçlü olan hayatta kalırdı, zayıf halka zincirden çıkartılırdı ve bir bütün olarak Tal’darim eskisinden daha güçlü olurdu. Basitti.

Tabii aslında hiç bu kadar basit kalmadı. Ölüm ve kalım meselelerinde hep olduğu gibi, asla bu kadar basit değildi. Alarak bunu da takdir ediyordu.

Rak’Shir esnasında başkaları senin yerine dövüşebilirdi. Sayı sınırı yoktu. Herhangi bir Tal’darim, hangi rütbeden olduğu önemli değil, sana katılabilir ya da sana karşı savaşabilirdi. Bazı törenler iki savaşçı arasında yapılan tekil dövüşlerden ibaretti. Bazısındaysa iki tarafta da binlerce kişilik ittifaklar kurulmuşluğu vardı. Bu daha geniş savaşların çetelesi tutulduğunda kutsal zincirde tonlarca açık bulunduğu olurdu. Kendini bir anda beş, on ya da belki de yüz halka yukarı çıkmış bulabilirdin. Alarak’ın bu kadar hızlı yükselişinin ardında yatan sebep de buydu. Amon’un seçilmişleri bile gösteriş ve gururun pençesine düşmeye müsaitti. Doğru bir hamleyle, Alarak zincirde kendinden çok daha yukarıdaki bir çok yükseleni Rak’Shir’e girmeye ikna etmişti. Kendilerinin verilen sayısız zayiatın arasında olmalarını Alarak’ın bizzat ayarladığını çok geç öğrenmişlerdi tabii.

Çoğu meydan okumanın uzun bir hazırlık süreci olurdu. Ne kadar avantajlı durumda olduğunu bilmen gerekirdi. Aylarca kaynayan gerilim ve politikalar genelde iki taraf da yeterli ittifak kurana kadar sürerdi.

Ancak bu, bugün için geçerli değildi. Yeterli vakit yoktu.

Alarak’ın üzerine bir ürperti çöktü. Nuroka’nın planı bu muydu acaba? Öyle olmalıydı. Nuroka keskin bir stratejik dehaya sahipti. Daha bir ay önce Terran Hükümdarlığı’na ait bir karakolu -savunmasındaki bir açıklıktan yararlanarak- o kadar hızlı şekilde yerle bir etmişti ki insanlar Tal’darim savaşçılarının kırmızı bıçakları boğazlarına ulaşmadan önce tek bir yardım çağrısı bile gönderememişti.

İşte bu da aynı taktikti. Düşmanın kör noktasına hızlı bir saldırı.

Ve hedef de benim, diye farkına vardı Alarak. Bir üst halka, Üçüncü Yükselen Zenish, tam bir vahşiydi. Herhangi bir manevra yapmaktan acizdi. Onun da üstünde İkinci Yükselen Guraj vardı. Korkutucu derecede kurnazdı ancak ittifak toplaması pek de olası değildi. O daha çok düşman tarafların zihinlerini zehirleyerek içeriden çürütmeyi ve birbirlerinin gırtlağına çökmelerini sağlamayı tercih ederdi. Ama tabii bu kadar tepede, zincirin en başında bu şekilde çürütebileceği çok da fazla taraf yoktu, sadece kişisel hırslar vardı.

Yükselenler arasında sadece Alarak ittifaklar kurup onları manipüle etmesiyle biliniyordu. Ondan başka bu kabiliyete sahip olanların tamamı ölüydü. Alarak bunu bizzat sağlamıştı.

Dar kanyondan geçen yol sona erdi, Alarak’ın botlarının altındaki soluk çakıllar yerini yüzyılların is ve pisliğiyle kararmış sert taşa bıraktı. Slayn’ın son ormanları da gece çöken terrazine gazı yüzünden boğulalı yüzyıllar olmuş olmalıydı. (Alarak’a göre Yaratılışın Nefesi’nin kutsaması karşılığında ödenen ufak bir bedeldi bu.) Alarak’ın önünde artık Tal’darim’in binaları yükseliyordu, cüretkâr ve güçlü, savaşa hazır olduklarının bir sembolüydü; templarların beyhude anıtlarının aksine. Aptallar, her biri, diye düşündü Alarak. Tal’darim acının değerini biliyordu. Çatışma hayatın esasıydı. Ancak Templar gibi cahiller bunu parıltılı hisarlar ve sahte bir birliktelik kisvesi altında yumuşatabilirdi.

Birkaç dakika içerisinde Alarak karakolun kenarına ulaştı. Artık akşamüstü çökmüştü. Düşük rütbeli birçok protoss binalar arasında kaçışarak heyecan verici düşünceleriyle bölgeyi bir uğultuyla dolduruyordu. Onlar için bu Rak’Shir bir eğlenceden fazlaası değildi. Bitene kadar da muhtemelen başka bir şeyden bahsetmeyeceklerdi.

Alarak hızlıca aralarından geçti. O ilerlerken önünden çekildiler.

İlk Yükselen Nuroka’nın konutu çok da uzakta değildi. Girişi doğrudan sokağa bakıyordu; gizlice girmek için pek de olanak sağlamıyordu. Alarak konuta girerken görülecekti ve bu konuda konuşacaklardı. İkinci ve Üçüncü Yükselenler bu görüşmeyi öğrenecek. Alarak bunu kendi çıkarı için kullanıp kullanamayacağını düşündü.

Alarak içeriye adımını atar atmaz bir sıcaklık ve nem dalgasının içinde buldu kendini. Nuroka’nın doğduğu dünyanın iklimini taklit eden bir havaydı içerideki. İlk Yükselen, bu dünyanın kuru ve haşin havasından hiçbir zaman hoşlanmamıştı. Kapı o girince arkasından kapandı ve Alarak diz çöktü. Nuroka odada değildi ancak yakındaydı ve belli formaliteler Rak’Shir arifesinde bile korunmalıydı. “İtaat ve hizmet ediyorum,” dedi Alarak otomatik olarak.

“Geç kaldın,” dedi Nuroka. Henüz odada olmamasına rağmen söyledikleri gayet netti.

“Bağışlayın, Efendim.”

“Bugün Guraj ya da Zenish ile konuştun mu?”

Alarak içinde yükselen öfkeyi bastırdı. Ya sen? Alarak’ın bilmek istediği buydu. Hali hazırda yapılmış bir antlaşma var mıydı? İkisinden biri –ya da her ikisi de- Nuroka’nın davasını destekliyor muydu? Bu cevapları almadan yarınki Rak’Shir’e tamamen körlemesine ilerliyor olacaktı. Lakin sormanın da bir anlamı yoktu, çünkü alacağı cevabın doğruluğu şüpheliydi. “Hayır,” Alarak’ın verdiği tek cevap oldu.

Nuroka nihayet odaya girdi. Binanın ufak pencerelerinden sızan az miktardaki ışık yüzünden ne gördüğünü anlaması Alarak’ın biraz zamanını aldı. İlk Yükselen, yükselenlerin giydiği geleneksel zırhı giymiyordu. Üzerinde sadece gri, düz bir cüppe vardı.

Hâlâ ıslak olan kanla lekelenmiş bir cüppe.

Alarak bir anda ayağa fırlayarak bıçaklarını aktif hale getirdi. Suikastçılar! “Size kaç tanesi saldırdı? Neredeler?” Muhtemelen Nerazim’di. Öyle olmalıydı. Ya da acaba Yücelord olabilir miydi? Kendisine meydan okuyanı öldürmek için birini—

“Ayağa kalkman için izin verdim mi, Dördüncü Yükselen?” Nuroka eğlenmişe benziyordu, paniğe tutulmuş değil.

Bir süreliğine sadece Alarak’ın parlayan bıçakları hareket etti. Ve sonra Alarak bıçaklarını kapatarak tekrar diz çöktü. Hızla atan kalbi normal ritmine döndü. “Bağışlayın, Efendim,” dedi dikkatlice.

Nuroka bir süre daha o şekilde kalmasına izin verdi, gerekenden daha uzun bir süre. “Kalkabilirsin,” dedi nihayet.

Alarak içinde kaynayan öfkeyi hissetti. Onu iyice derine gömdü ve şikayet etmeden doğruldu. “Neler oldu, İlk Yükselen?”

“Bir mesaj yollamam gerekiyordu.” Nuroka cüppesinin kollarını sıyırdı ve çıplak, kanayan kolunu gözler önüne serdi.

“Kime?”

“Yücelorda ve Amon’a.”

Alarak ifadesiz kalmaya çalıştı. Nuroka’nın yaraları düz ve eşitti, derinin kusursuz bir kare şeklinde olan kısımları çıkartılmıştı. Kesiklerde herhangi bir tereddüt izi de yoktu. Nuroka bunu kendi kendine mi yaptı? Bu aslında birçok şeyi açıklıyordu. Nuroka bu kadar beklenmedik bir Rak’Shir ile meydan okumuştu, çünkü delirmişti.

“Hayır. Delirmedim,” diye soğukça karşılık verdi Nuroka.

Alarak kendi kendine sövdü. Düşüncelerini açığa vurma, aptal! En azından duygularını açığa çıkartacak bir Khala yoktu. Alarak Templarların böyle bir varoluşa nasıl katlandığını hayal dahi edemiyordu. “Anlayamıyorum Efendim. Tam olarak ne yapıyorsunuz?”

Nuroka’nın mavi kanından ufak oluklar yere damladı ve taş zemine sesli, ıslak bir şapırtıyla düştü. “Yarın her şeyin berrak olmasını istiyorum.” Karanlık bir mizah anlayışı sesine yansıdı. “Yücelord Ma’lash’ın afişe olmasını istiyorum, gerçi cezasını doğru düzgün çekecek kadar uzun yaşamayacak.” Sıvadığı cüppenin tekrar kollarının üstünü örtmesine izin verdi. “Ben gençken ve henüz düşük rütbeliyken Amon’un sözlerini kendi vücuduma kazımıştım. Ya sen?”

“Hayır,” dedi Alarak.

“Amon’dan şüphen olduğu için mi?”

“Hayır,” diye tekrar etti Alarak. Aslında basitçe bunu yapmanın bir anlamını görememişti, düşük rütbeli bir inanan olarak bile. Amon’un öğretilerine olan hevesini gösterebileceği başka yollar da vardı ne de olsa.

Nuroka bir zamanlar kollarında kazılı olan kelimelerin üzerinde parmağını gezdirdi. “Bana itaat edin ve hüküm sürün. Yükselme Günü’nde, yozlaşan döngü sona erecek. Yükselme Günü’nde herhangi bir efendinin çok ötesine yükseleceksiniz. Bu sözleri hatırlıyor musun?”

“Tabii ki.” Ve kalanını da. Yüksel. Hep ve daha yükseğe…

Nuroka Alarak’ı delip geçen bir bakış attı. “Peki öyleyse sence neden onları kesip çıkarttım?”

Havada kafirlik vardı. Alarak neyin içine çekilmeye çalışıldığını biliyordu. “Bilmiyorum,” dedi.

“Çünkü beklediğimiz Yükseliş Günü asla gelmeyecek,” dedi Nuroka. “Ve bu yüzden de yardımına ihtiyacım var. Yarın Tal’darim’in başına ben geçeceğim. Ve geçtikten sonra da…

“…Amon’u öldürmemde bana yardım edeceksin.”

Alarak irade gücü, sabrı ve kendini dizginlemekteki yeteneğiyle övünürdü. O yüzden kendini birden bıçaklarını aktive ederek Nuroka’nın gırtlağına atlamış bulduğunda şaşırdı.

Ne halt ediyorsun? diye sordu zihni.

Haini öldürüyorum! diye şakıdı kalbi.

Şu an mükemmel fırsata sahipti. Nuroka zırhını giymiyordu, Alarak’ın görebileceği herhangi bir silah taşımıyordu. Böylece Dördüncü Yükselen bıçaklarını aşağı doğru savurdu ve—

—uçtu—

—ve kemikleri inleten bir çatırtıyla odanın doğu duvarına çarptı. Yere doğru kaydı ancak hemen ayağa kalkıp savunmaya çekildi.

Aptal! diye haykırdı zihni.

Kalbinin bu sefer cevap verecek vakti yoktu. Nuroka kutsal zincirde üç halka daha yukarıdaydı. Ve gerçekten de korkutucu derecede iyi bir savaşçı olmasaydı o noktaya asla gelemezdi. Dahası, Alarak az önce kendisinden üst rütbede birine Rak’Shir dışında saldırmıştı. Bir Tal’darim için işlenebilecek en büyük suçlardan biri olan bu hareketin cezası tabii ki ölümdü. Hiç hoş olmayan, umumi ve uzun sürmesi garantilenmiş bir ölüm. Ancak buna rağmen Alarak’ın vücudu kafirlikte bulunan İlk Yükselen’in kafasını alma düşüncesine direnmeye çalışırken tir tir titriyordu.

Nuroka ise sakince izleyip bekliyordu. Silahı yoktu. Silaha ihtiyacı da yoktu. Daha az önce çıplak elle Alarak’ı karşı duvara fırlatmıştı.

Alarak bıçaklarını kapatarak gevşedi. “Delirmişsin sen,” dedi.

“Amon’u nasıl öldürürsün?” diye sordu Nuroka.

“Delirmişsin sen.”

Nuroka duymazdan geldi. “Nasıl olduğunu anlat.”

“Amon ölemez,” dedi Alarak. Deli kafir, diye eklemekten kaçındı. Ama tam bu sırada aklında yeni bir fikir oluştu. Bu bir sınavdı. Öyle olmalıydı. Nuroka delirmiş gözükmüyordu, hayır. Gözlerinde o delilik yoktu. Alarak’ın sadakatini böyle dramatik bir şekilde test ediyordu sadece. Alarak bu düşünceye sarıldı. “Galaksideki bütün yıldızları yok etmeye çalışmak daha kolay olur,” dedi. “Amon bize hayat verir. Bizimle Yaratılışın Nefesi’ni paylaşır. Onun kılavuzluğu olmasa Tal’darim’in hali ne olurdu?”

Nuroka’nın bakışı soğuk ve kararlıydı. “Özgür. Amon olmadan Tal’darim özgür olurdu,” dedi.

“Diğer kafirlerle birlikte ölmek için özgür olurduk.” Şüphenin tohumları Alarak’ın zihninde kök salmaya başladı. Nuroka’dan şu an tek sezebildiği şey ise içtenlikti. “Tabii eğer Templar kuklalarının Amon’a direnebileceğini düşünüyorsan o başka.” Gerçekten de bunu istiyor olabilir miydi…? Hayır. Bu bir sınavdı. “Amon’un planı başarılı olduğunda özgür olacağız. Kendi kendimizin efendileri olacağız. Amon bize bunu vaadetti.”

Nuroka’nın cevabından alaycılık damlıyordu. “Rak’Shir fermanlarını hatırlıyor musun? Efendilerinizi yenin ya da onların altında düşün.”

“Ne olmuş?”

“Bunlar Amon’un gerçek sözleri değildi. Ma’lash ve ondan önceki Yücelordlar tarafından çarpıtılmış sözlerden ibaret bunlar.” Nuroka’nın gözleri menekşe renginde parlıyordu. Terrazine gazının renginde. “Geçen gece, Yaratılışın Nefesi yükseldiğinde perdenin arkasına geçtim. Gerçeği gördüm.”

“Nasıl?”

“Yücelord Ma’lash bir seferinde kendisinin bile Amon’un tüm sırlarına vakıf olmadığını söylemişti. Hiçlik’in derinliklerine fazla daldım. Amon’un gizli düşüncelerine vakıf olmaya çalıştım. Bize söz verdiği o görkeme anlık bir bakış atmak istedim. “ Nuroka’nın cüppesi daha çok kanla nemlenmişti, sanki öfkesi de kanla birlikte yaralardan dışarı taşıyordu. Kalp atışları bütün o öfkeyle birlikte tavan yapmıştı. “Hayal ettiğimden bile fazlasını buldum. Amon gardını düşürdü. Zafere o kadar kesin gözle bakıyor ki, ihtiyatı elden bıraktı.” Nuroka yavaşça Alarak’a doğru yürüdü. “Amon’un gerçekte söylediği şey şuydu: Efendilerinizi yenin ya da onların ötesine yükselin.”

Nuroka tepesinde dikilirken Alarak geri sinmeyi reddetti. “Bunun bir anlamı yok.”

“Amon ölümü bir başarısızlık olarak görmüyor. Tam aksine, ölümü en yüksek ideal olarak görüyor. Bunu onun kalbinde gördüm.” Nuroka’nın gözleri parladı. “Düello alanlarımızı ne diye isimlendirmiş? Yükseliş Çukurları. Bizimle dalga geçiyor. Amon kazananı kutlamıyor, kaybedenleri selamlıyor. Onun gözünde gerçekte yükselenler onlar. Birbirimizi deşmemizi izliyor çünkü bizim için planı bundan ibaret.”

Alarak bir şey söylemedi. Eğer Nuroka şu an gerçekten de kendisini sınava tabi tutmuyorsa düşüncelerinin gizli kalması daha iyiydi.

Yine de Nuroka aklından geçenleri sezdi. “Bana inanmıyorsun.”

Alarak dikkatlice cevapladı. “Amon’u anlamak mümkün değil. Onun düşüncelerine dokunduğunda gerçeği görmedin. Zihnin gördüklerini yanlış bir şekilde yorumladı.”

“Yorumlayacak bir şey yoktu. Her şey netti. Amon’un yükselişi bizim çöküşümüz olacak. Xel’naga’nın yarattığı her şeyi kökünden silmeyi amaçlıyor. Buna biz de dahiliz. Hepimizi ve bütün gezegenleri, her bir yıldızı toz haline getirip saçmak istiyor. Nihai planı işte bu. Ve Ma’lash, o aptal, bunu gayet iyi biliyor.” Nuroka iyice Alarak’ın dibine sokuldu. “Amon’un gizli kalbine dokunmuş değilsin. En azından henüz. Bizden ne istediğini bir düşün. Döngüye bir son. Hayata bir son. Neden biz bu kaderden muaf tutulalım ki?”

Alarak’ın verecek bir cevabı yoktu. Onun yerine konuyu değiştirmeye çalıştı. “Peki Zenish ve Guraj bütün bu anlattıklarına ne dedi?”

Alarak’a sırtını dönerken Nuroka’nın yüzünde öfkenin parıltısı vardı. “Onlara hiçbir şey anlatmadım. İkisi de hayal gücünden yoksun zaten. Senin gibi değiller.”

Alarak cevabındaki hiddeti dizginleyemedi. “Amon’un nasıl öldürülebileceğini ben de bilmiyorum.”

Nuroka bacaklarını çaprazlayarak, yüzü Alarak’a dönük şekilde odanın ortasına oturdu. İlk Yükselen’in öfkesi yerini eğlenmeye bırakmıştı. “Henüz.”

“Hiçbir zaman.” dedi Alarak.

“Bedeli ne olurdu?” diye bastırdı Nuroka. “Eğer Amon’un ölümü senin yaşamanı sağlayacak olsa, nasıl yapardın?”

Alarak kapıya doğru ilerledi. Gitme vakti geldi de geçiyordu bile. “Hoşçakal, Nuroka. Bir daha konuşacağımızı sanmıyorum. Yücelord Ma’lash senden çok daha güçlü.”

“Tek bir adım daha atarsan seni öldürürüm.” Nuroka tek bir kasını bile oynatmamış olsa da Alarak yine de durdu. İlk Yükselen’in tehdidinde soğuk bir kararlılık vardı. “Sana doğrudan emrediyorum. Eğer yapabilecek olsan Amon’u nasıl öldürürdün, anlat.”

Alarak başta emre karşı gelmeyi düşündü. Nuroka silahsız olsa da fazlasıyla tehlikeliydi. Eğer şimdi şiddete başvurmak zorunda kalırsa Alarak kaybedebilirdi. Belki. “Oturabilir miyim, Efendim?” Yarın öldürmek için yeterince vakit olacaktı. Nuroka yeri işaret etti ve Alarak onun hemen önüne oturdu. “İmkansız olanı bilmek istiyorsunuz. Amon Hiçlik’in ta kendisi. Onu öldürmek imkansız.”

Nuroka’nın bakışları sekteye uğramadı. “Öldürmek. Yok etmek. Kovmak. Hangisini istiyorsan onu seç. Tal’darim’i Amon’un pençesinden sonsuza kadar kurtarmanın yolu ne? Ama şunu da unutma,” dedi Alarak cevabına başlayamadan, “Seninle konuşuyor olmamın sebebi, senin gerçekte kim olduğunu biliyor olmam.” Nuroka’nın gözleri parlayan iki çizgi haline gelene kadar kısıldı. “Dört yıl önce yaptığın ayarlamaları biliyorum. Yükselen olduğun zaman yaptıklarını.”

Alarak dondu kaldı. Tek bir Rak’Shir’de dört bin savaşçı. Sekiz yüzü ölü. Bütün o karmaşada kendi parmağı olduğunu gizli tutmuştu. Çok gizli. Üstelik törende bile yer almamıştı. Bildiği kadarıyla kimse onun oynadığı rolden şüphelenmemişti bile. “Neyden bahsettiğin konusunda hiçbir fikrim yok.”

“Benim de yoktu. Dün geceye kadar. Ancak Amon tam olarak ne yaptığını biliyor.” Nuroka yüzünü ekşitti. “Yaptıklarını oldukça eğlendirici bulmuş. En iyi liderlerimizin olduğu kanadın tamamının ölmesi… Filomuzun aylarca kargaşa içinde olması. Amon’un kendi planlarının askıya alınması. Umrunda bile olmamış. Tabii senin de. Zincirde oldukça yukarılara uçtun o gün ne de olsa. O yüzden sorumu cevaplayacak kişi de sen olacaksın. Tal’darim kutsal Zinciri ulu bir amaç olarak görüyor. Sense bir oyun olarak. Ve eğer ki en tepeye ulaşırsan Amon’a hizmet etmek seni tatmin etmeyecek. Onu nasıl devirirdin?”

Yapamazdım. Yine de hayranlık verici bir soruydu. Tamamen varsayımsal bir bakış açısından tabii ki. “Hiçlik’in kendisine girmem gerekirdi. Eğer onu öldürmek mümkün olsaydı, ancak orada gerçekleşebilirdi.” Amon’un maddeyi istediği gibi şekillendirebildiği bir mekanda. Alarak, Hiçlik’te Amon’un lütfu olmadan üç adım atabileceklerini dahi zannetmiyordu. “Gördün mü? İmkansız.”

“Zor, ancak imkansız değil,” dedi Nuroka. “İlk Yükselen olduğunda doğru çözümü bulmak için yeterince vaktin olacak.”

Bu kadar beklenmedik ve garip bir konuşmanın ardından Alarak başka herhangi bir şeyin kendini şaşırtamayacağını düşünmüştü. Ama yanılmıştı. “Ne?”

“Mücadeleyi kazandığım zaman Yücelord olacağım. Amon’a meydan okumak için senin içgüdülerine sahip birine ihtiyacım var. Zenish ve Guraj bu iş için uygun değiller. O yüzden onları öldüreceksin. İkisinden biri yarını sağ atlatırsa, onlara sen meydan okuyacaksın. Ben arkanı kollayacağım. Zor olmayacak.”

Alarak şüphelerinin yüzünden okunmasına izin verdi. “Yarın sana karşı ittifak kurabilirler. Ve eğer kurarlarsa benim yapabileceğim bir şey yok.” Destede sadece üç joker vardı –Alarak, Zenish ve Guraj- o yüzden adil bir savaş olmayacaktı. Eğer üçü de törene katılırsa, bir tanesi diğer ikisine karşı olacaktı. Kesin ölüm.

“O zaman bir antlaşma yap. Nasıl olduğu umrumda değil,” dedi Nuroka. “Bir tanesini sana ya da bana destek vermesi için ikna et. Senin yetenekli olduğun şey bu zaten.” İlk Yükselen gözlerini kapadı, hoşnut bir ifade yüzünü kapladı. Rahatlatıcı bir pozisyon alıp, yarınki savaş için meditasyona başladı. “Eğer savaştan kaçacak olursan ve ben hayatta kalırsam, ölümün benim elimden olacak. Uzun süreceğinden de şüphen olmasın. Beni anladın mı, Dördüncü Yükselen?”

“Anladım.” Söylenebilecek başka bir şey yoktu.

“O zaman gidebilirsin.”

Alarak da tam olarak öyle yaptı.

Bir saat içerisinde güneş battı ve terrazine yükseldi. Bütün Tal’darim Amon’un görkemiyle yıkandı ve şafaktaki törenin beklentisiyle mest oldu. Alarak ise düşünceleriyle birlikte gecenin içine daldı. Plan yaptı.

Karar verdi.

Gece geçti. Ufuk aydınlandı. Ortalığa çökmüş olan terrazine dağıldı. Ve nihayet zamanı geldi. Binlerce Tal’darim, Yükseliş Çukurları’nın etrafında toplanmış sessizce duruyorlardı. Bekliyorlardı.

Dövüşlerin yapılacağı alan oldukça genişti; içine rahatlıkla Carrierlardan oluşan bir filoyu sığdırmak mümkündü. İki uçta da kaybedenlerin ebedi istirahat mekanı haline gelmiş, derinlere doğru uzanan devasa dipsiz çukurlar vardı. Rak’Shir sırasında düşen savaşçılar, sonsuzluğa uzanan bir yolculuk gibi, dünyanın erimiş merkezine ulaşana kadar düşmeye devam ederdi.

Alarak Çukurlara gün doğumundan kısa süre önce geldi. Yücelord Ma’lash, doğu çukuru tarafında yerden biraz yukarıda süzülerek güç topluyordu. Yüzü çentikli, çelik maskesinin ardında gizliydi ve kırmızı enerji kıvılcımları ve dalgalanmaları etrafında dans ediyordu. İlk Yükselen Nuroka ise batı tarafında oturuyordu. Üzerinde hâlâ herhangi bir zırh yoktu, sadece kanla lekelenmiş cüppesini giyiyordu. Bu da izleyicilere üzerinde konuşacak bir konu veriyordu.

Hatta Ma’lash bile bu konuda yorum yapmaktan kendini alıkoyamadı. “Yazık. Kanını ilk akıtan olmayı ben istiyordum.” Sözlerinin bütün kalabalık tarafından duyulmasına özen göstermişti. “Ama en azından İlk Yükselen’le onun kanadığını görmek istediğimiz konusunda mutabıkız.”

Çukurların arasındaysa Alarak’tan üst rütbede olan diğer iki Tal’darim duruyordu: İkinci Yükselen Guraj ve Üçüncü Yükselen Zenish. İkisinin de bakışları Alarak’ın üzerindeydi. Nuroka’nın bir önceki gece kendisini çağırttığını mutlaka öğrenmişlerdi ve muhtemelen ne gibi bir antlaşma yapıldığını merak ediyorlardı.

Alarak onların bakışlarına karşılık vermedi. İzleyicilere doğru ilerledi ancak Yükseliş Çukurları’nın dışında kalmaya dikkat etti. Derken Beşinci Yükselen Ji’nara’yı gördü ve onun yanında dikeldi. Ji’nara oldukça şaşırmış gözüküyordu. “İzlemenin keyfini mi çıkartacaksın?” dedi yüzünü ekşiterek. Alarak cevap vermedi.

Alarak. Çağrının kaynağı Nuroka’ydı. Alarak’a bakmamıştı bile, zira söyleyeceklerinin ikisinin arasında kalmasını yeğliyordu. Ve başka kimse de konuştuklarını fark edemezdi. Ne yaptığını sanıyorsun?

Alarak cevap vermedi.

Dördüncü Yükselen. Bunun bir emir olduğu ortadaydı. Bana cevap ver.

Alarak yine cevap vermedi. Gün doğumuna dakikalar kalmıştı ve dövüş alanının dışında duruyordu. Guraj ve Zenish yavaşça anlamaya başlamıştı. Afallamış gözüküyorlardı. Alarak bu Rak’Shir’de yer almayacaktı. Fırsatçı Alarak, talihini başkalarının eline bırakacaktı.

Nuroka’nın zihninden tehditkâr bir yanıt yükseldi. Bana ihanet edersen neler olacağı konusunda seni uyarmıştım.

Alarak nihayet cevap verdi. Sana bir söz vermedim. Herhangi bir ihanette bulunmadım. Guraj’la konuşmadım. Zenish’le de konuşmadım. Yücelordla da…

Bana biat et, Alarak. Hemen.

Alarak bu tehdite cevap olarak yere oturdu.

Nuroka’nın hiddet dolu mesajı zihninde patladı. Amon’un tarafında mı yer alacaksın? Hepimize ihanet etti. Hepimizi ölmüş görmek istiyor. Bu kadar mı aptalsın ki—

Aptal değilim. Alarak Guraj ve Zenish’e odaklandı. Benimle konuştuğunu biliyorlar. Onlarla konuşmadığının da farkındalar. O yüzden bütün planlarına karşı çıkmak için uğraşacaklar. İkisini birden yenemem, İlk Yükselen.

O zaman şimdi hiç müttefiğim yok…

Yok mu? diye sordu Alarak.

Guraj ve Zenish birbirlerini tartmaya devam ediyordu. Zenish yumruğunu sıkmıştı. Guraj’ın bacakları ise saldırmaya hazır bir pozisyondaydı. Yavaşça birbirlerinden uzaklaştılar.

Alarak gaddarca bir tatmin duygusuyla mest oldu. Beklediği gibi olmuştu. Nuroka’ya karşı müttefik olmaları Yücelord’u umursadıklarından değil, Nuroka’nın meydan okumayı bu kadar ani yapmış olmasındandı. Ve Alarak’la ilgili planlarının üstesinden gelmenin en iyi yolu da birlik olmaktı.

Fakat şimdi…

Alarak denklemden çıkmıştı. Nuroka’ya karşı bir zafer kazanmak kolay olacaktı. Ve kolay bir zafer Guraj ve Zenish’e pek az şey kazandırırdı. Kutsal zincirde sadece tek bir halka ilerleyeceklerdi. Üstelik gelecekte meydan okuyabilecekleri kimse de olmayacaktı. Ne kadar da sıkıcı.

Antlaşmayı bozan vahşi Tal’darim, Slayn’ın Musibeti, Üçüncü Yükselen Zenish oldu. “Nuroka’ya biat ediyorum!” diye kükredi.

Ma’lash hırladı. “Zavallı.”

Guraj, Zenish’e yavaş bir ölüm vaadeden bir bakış attı. Ve bakışlarını Alarak’a çevirdi. Alarak hâlâ hareket etmiyordu ve Guraj’ın hızlıca karar vermesi gerekiyordu. Geleneklere göre taraflar Rak’Shir başlamadan önce duyurulurdu. Guraj ise kararsızdı. Savaştan tamamen çekilebilirdi. Zenish’le birlikte Ma’lash’a karşı dövüşüp kolay bir zafer alabilirdi. Ancak o bir yükselendi. Ve kimse bu kadar yüksek bir rütbeye hırs sahibi olmadan gelemezdi. Hırs her zaman ihtiyatın önünü keserdi. Alarak da buna güveniyordu.

Bugün de hırs, mümkün olduğunca çok tehdidin ortadan kalkması anlamına geliyordu. Ne de olsa bir gün Zenish onu öldürmeye çalışacaktı.

“Ma’lash’a biat ediyorum!” dedi.

Nuroka tepkisiz kaldı. Ma’lash kollarını iki yana açtı. “Benim sadık hizmetkarım. Guraj, bugün yükseleceğin gün olacak,” dedi.

Güneş ufuk çizgisinden baş göstermeye başladı. Alarak hâlâ oturuyordu. Tarafını açıklamamıştı.

Nuroka kin dolu son bir mesaj yolladı. Anlaştığımız şey bu değildi.

Herhangi bir antlaşma yapmadık, Alarak’ın tek cevabıydı. Ve nihayet vakit geldi.

Rak’Shir başladı.

“Kafirliğin bugün sona eriyor,” dedi Yücelord Ma’lash. İleri doğru atıldı. İlk Yükselen Nuroka avuç içlerini yukarı doğru ittirdi. İki dövüşçü de birbirlerine psionik enerji dalgaları yolladı; çarpışan enerjiler dışarı doğru patlayan elektrik topları sıçrattı. Ayaklarının altındaki yüzyıllardır sayısız savaşa tanıklık etmiş taş ve metalden yer, çatlayıp duman çıkartmaya başladı. Mücadeleyi izleyen Tal’darimler amansız sıcak dalgası yüzünden sıra sıra geri çekilmek zorunda kaldılar.

Sadece Alarak olduğu yerde kaldı ve dumanın kendi etrafını sarmasına izin verdi. Ji’nara bile geri çekilmişti. Zenish ve Guraj’ın gözleri Alarak’ın üzerindeydi. Hâlâ gelenekleri hiçe sayarak savaşa katılabileceğinden şüpheleniyorlardı. Katılmadı.

Zenish nihayet döndü ve bıçaklarını aktive etti. Amon’un diyarından gelen, kadim efendilerin gezegenleri ikiye bölebilecek bir kenara sahip olduğunu iddia ettiği saf enerji bıçağı Guraj’a doğru savruldu. Guraj hamleyi tek bir hareketle bertaraf etti.

Savaş gerçek anlamda başlamıştı. Meydan okuyan ve meydan okunan birbirlerine saf, katıksız güçle saldırmaktaydı. Guraj ve Zenish de onların yanı başında savaşıyordu. Rak’Shir geleneklerine göre müttefikler düelloya doğrudan müdahale edemezdi. Ancak psionik gücünü kullanarak destek vermek serbestti. Ne kadar çok müttefiğin olursa o kadar iyi olmasının sebebi de buydu –düşmanını bastırmak için. Tek birer müttefikle bile, Nuroka ve Ma’lash’ın arasında patlayan darbeler ikisinin de normalde savurabileceklerinden çok daha yıkıcıydı.

Zenish saf güç ve psionik potansiyelde üstün olan taraftı. Bu kadarı açıktı. Gücü Nuroka’nınkiyle birleşince adım adım Yücelord Ma’lash’ı geriletmeyi başarmışlardı. Zenish’in bıçakla olan hünerleri de etkileyiciydi. Guraj’ın şakağına geçirdiği sağ dirseğini, sol bıçağının hızlı bir darbesi izledi ve Guraj’ın zırhını geçip derisini yardı. Ancak Zenish bıçağı daha derine saplayamadan Guraj geri zıplamayı başardı. Atağını devam ettirmeye çalışınca da Guraj’ın tekmesini kafasına yedi.

Guraj kaybediyordu. Bu da belli oluyordu. Acı içindeydi ve yaralanmıştı. Zenish her türlü avantajı acımadan değerlendiriyordu. Zıpladı, iki bıçakla birden omuz hizasına saldırdı. Guraj’ın kafasını alıp bu dövüşü burada bitirmeye niyetliydi.

Ancak bu hareketi, göğüs kısmını açıkta bıraktı.

Ne kadar yaralanmış ve gerilemiş olsa da Guraj hâlâ çok, çok hızlıydı. Ayağını yere sabitledi ve ileri atıldı. Bıçaklarının ikisi birden Zenish’in göğsüne saplandı. Bıçaklarını kanırttı ve iki parlayan enerji bıçağı, Zenish’in sırtından dışarı çıktı. Zenish topalladı ve bıçakları kapandı. Guraj, bıçakları hâlâ Zenish’e saplı bir şekilde gözlerindeki son ışık da sönerken onu dik bir şekilde tuttu. Ve sonra Zenish’in cesedini kenara fırlattı. Yorgunluğunu ve acısını göstermemeye çalışarak yavaşça dönüp duran enerji girdabına döndü.

Ve işte bu kadardı. Tal’darim izleyiciler zevkle mırıldanıyordu. Bitmişti. Nuroka’nın adına savaşacak kimse kalmamıştı. Guraj’ın gücünün Ma’lash’ınkine eklenmesiyle kolayca Nuroka’yı bastırıyordu. İlk Yükselen adım adım değil, büyük sıçramalarla geriliyordu.

Nuroka kaybetmişti. “Korkma,” dedi Yücelord Ma’lash. “Pişman olman için sana yeterince vakit tanıyacağım.”

Alarak ayağa kalktı ve Ji’nara’ya “Beni takip etme,” dedi. Dövüş alanına doğru depar atarken Ji’nara arkasından şaşkınlıkla bakakalmıştı. Kalabalığın gözü Alarak’a döndü. Alarak bileğinin hemen üstünde iki kristal parçası gibi çatırdayan bıçaklarını aktive etti; Tal’darim kalabalığından yükselen şaşkınlık uğultusunu hissedebiliyordu.

Geleneklere taraflar savaştan önce duyurulurdu, evet, ama bu sadece bir gelenekti. Amon’un yasası falan değildi. Hatta Tal’darim yasası bile değildi. Böylece Alarak bu geleneği tamamen görmezden gelmeyi seçti.

Guraj, Alarak’ın yaklaştını hissetti. Hazırlıksız yakalanmasına rağmen zamanında dönüp savunmaya geçecek şekilde bıçaklarını kaldırmayı başardı. Alarak yavaşlamadı.  Omzuyla destek alarak Guraj’ın bıçaklarını kenara ittirdi. Tüm gücüyle Guraj’a çarpıp ayaklarını yerden kesti. Aynı anda psionik gücünü Nuroka’ya sundu.

İlk Yükselen mest olarak Alarak’ın gücünden kana kana içti. Bir anda Nuroka gerilemeyi bıraktı. Saf gücün dengesi neredeyse eşitti. Guraj’ı çabucak hallet Alarak, ben de senin bu… yaratıcı çözümünü hoşgöreyim, dedi gizlice.

Guraj çileden çıkmıştı. Güçlükle ayağa kalktı, bıçakları çoktan işe koyulup saldırıp savrulmaya başlamıştı bile. Alarak becerebildiği kadarıyla darbelerden kaçınmaya çalıştı. Saldırılardan bir kaç tanesi vücudunda ufak kesikler açtı. Yakıcı acıyı ve sızlama hissini umursamayarak üzerine yağan saldırılardan kurtulmaya yoğunlaştı.

Öfkesi, Guraj’ın tükenmişliğini telafi etmeye neredeyse yetiyordu. Neredeyse.

Hareketleri yavaşlamaya başladı. Dayanıklılığı eriyordu. Alarak, Guraj’ın saldırılarını karşılamaya ve savunmada kalmaya devam etti. Hızlı bir sonuç almak için uğraşmasına gerek yoktu.

“Korkak pislik,” dedi Guraj. Dövüşün nasıl biteceğinin farkındaydı. Yine de pes etmedi.

Çok da uzun sürmedi. Kolları çökmeye başladığında Alarak savunmasını aşıp tek bir hızlı hamleyle karnını deşti. Guraj merhamet dilenmedi. Acı belirtisi göstermedi. Gözlerindeki ışık ve bıçakları aynı anda söndü. Alarak zaferini kutlamadı. Guraj’ın olduğu yere düşüp ölmesine izin verdi.

Ve şimdi müttefiksiz kalan Yücelord Ma’lash olmuştu. Nuroka ve Alarak’ın birleşmiş gücü karşısında çaresizdi.

Nuroka Yücelord’u pervasız bir enerji yağmuruyla dağıttı, Tal’darim liderini kendi sonuna doğru iteledi. “Biliyordun, değil mi?” diye tısladı Nuroka. “Amon’un ihanetini biliyordun. Ölmemizi istediğini biliyordun.”

Ma’lash cevap vermedi. Nuroka’ya karşı enerji bariyerlerini yükseltti. Neredeyse yükseldikleri gibi paramparça oldular. Adım adım, doğu çukuruna doğru gerilemeye zorlandı.

Düello alanı devasaydı. Yücelord’un çukurun en kenarına kadar gerilmesi neredeyse yarım saat sürmüştü. Alarak Nuroka ve Ma’lash’a ayak uydurmaya çalışırken gözü sürekli kalabalıktaydı; birilerinin kendisi gibi habersiz bir şekilde savaşa katılıp katılmayacağını merak ediyordu. Gözleri özellikle Ji’nara’yı aradı. Ji’nara oturmaya devam ediyordu.

“Alarak, seni hain,” diye hırladı Yücelord Ma’lash. “Nuroka’nın bizim için planladıklarını bilmiyorsun. Amon’a ihanet edecek.” Ma’lash ayağını doğu çukurunun kenarına sabitledi, ölümü tam arkasında onu kucaklamak için bekliyordu.

“Önce Amon bize ihanet etti!” diye kükredi Nuroka. Son saldırısını yapmak için güç toplamaya başladı. “Benim liderliğimde,” diye böbürlendi, “Amon’un hükmünden serbest kalacağız. Ona karşı duracağız. Biz—”

Alarak savaşa girdiğinden beri tek bir kelime bile etmemişti. Bu özellikle yapmış olduğu bir seçimdi. Tam bu noktada başka bir seçim yaptı.

“Ma’lash’a biat ediyorum,” dedi ve gücünü Nuroka’dan geri çekti.

İlk Yükselen’in son psionik saldırısı vızıldayarak söndü. Alarak sakince gücünü Ma’lash’a devretti ve Yücelord bu jesti sorgulamadan kabul edip Nuroka’yı bir enerji patlamasıyla sekiz adım geriye sıçrattı.

Yücelord çukurun kenarından uzaklaşırken “Ne?!” diye kükredi Nuroka. “Rak’Shir sırasında tarafını değiştiremezsin!”

“Değiştiremem,” diye hemfikir oldu Alarak. Bu Amon’un yasalarından biriydi: Bir kere biat ettikten sonra, taraflar arasındaki bağ ölüm ya da zafer dışında kırılamaz. “Fakat ben sana hiç biat etmedim. Tek kelime bile etmedim.” Daha önce kimse Rak’Shir’de tarafını belirtmeden savaşmamıştı ancak buna dair bir yasa da yoktu. Sadece gelenekti. Ve Alarak geleneği görmezden gelmeyi seçmişti. “Ve şimdi biat ettiğime göre…”

“Değiştiremez,” dedi Ma’lash karanlık bir neşeyle. “Kaçınılmaz sona kadar bana hizmet etmeli.”

“Hayır,” diye fısıldadı Nuroka. “Hepimizin sonunu getirdin.”

“Yücelord Ma’lash” dedi Alarak. “Amon’un planları neredeyse tamamlanmak üzere. Nuroka her şeyi berbat edecekti.”

“Hayır!” diye haykırdı Nuroka.

“Evet, edecekti. Akıllıca seçim yaptın, Alarak,” dedi Yücelord. “Bundan büyük keyif alacağım.”

Aldı da. Nuroka’nın parçalanmış zihni ve lime lime edilmiş bedeni çukurun üzerine kaldırıldığında güneş batmak üzereydi. Ma’lash yukarı kaldırdığı rakibini bir süre öylece tutup anın tadını çıkarttı.

“Biliyor, Alarak,” Nuroka mırıldandı. “Yücelord Ma’lash Amon’un ihanetini biliyor. Yemin ederim.”

“İstediğin kadar et,” dedi Alarak. Nuroka onu sarsmıştı, evet. Alarak inancının temeline yerleştirilmiş şüphe tohumunu hissedebiliyordu. Ama o tohumun büyümesine izin vermeyeceğim, diye düşündü. Amon Karanlık Tanrı’nın ta kendisiydi. Amon’un dileğini anlamak mümkün değildi. Gücü muazzamdı. Vaatleri gerçekti. Alarak düşüncelerini başka belirsizliklere karşı dikkatlice korumalıydı.

Kendine çizdiği yol netti. Bugün Alarak kutsal Zincir’de yükselecekti, ve yakında döngü sona erecek, kuklalar düşecek ve Alarak Amon’un görkemine yükselecekti.

Ufuk kararmaya başlarken, Ma’lash nihayet Nuroka’nın boynundaki tutuşunu gevşetti. Yer çekimi kalanını halleti. İlk Yükselen’in kanlı, parçalanmış cüppesinin parçaları kendisinin ardından süzüldü.

Rak’Shir böylece sona erdi.

“Kafan çalışıyor,” dedi Yücelord Ma’lash. “Kafası çalışan hizmetkârlar canımı sıkıyor. Seni şimdi öldüresim var. Amon’un umrunda dahi olmaz.”

Alarak dizlerinin üzerinde kalmaya devam etti ve yorum yapmadı. Bundan başka bir tören olmayacaktı zaten. Bundan başkasına ihtiyaç da yoktu. Şimdiye bütün Tal’darim Nuroka’nın meydan okumasının sonlandığını duymuştu. Ma’lash kazanmıştı. Müttefiği, Alarak, dengeleri değiştirmiş ve kutsal Zincir’de üç halka birden yukarı çıkmıştı.

Yücelord boş tehditlerde bulunuyor, diye düşündü Alarak. Bugün çok fazla yükselen ölmüştü ve bir tane daha kaybetmeyi göze alamazdı. Herhangi bir ordu, Tal’darim dahil, yetenekli astlar olmadan düzgün bir şekilde çalışmaya devam edemezdi.

Ma’lash devam etti. “Söyle bana, İlk Yükselen. Bir gün hükmetmek istiyor musun? Yücelord olmak istiyor musun?”

“Hayır.”

Ma’lash’ın ona inanmadığı açıktı. “Sadece Amon ve bana mı hizmet etmek istiyorsun? Ne kadar da rahatladım.”

“Yükseliş Günü’nde hepimiz efendilerimizin ötesine yükseleceğiz, Yücelord,” dedi Alarak.

“Nuroka inancını sarsamadı yani?”

“Nasıl sarssın ki?” dedi Alarak gözü korkmadan.

“Söylediği her şey bir yalandı tabii ki,” dedi Ma’lash.

“Tabii ki.”

Yücelord, Alarak’ın sesinin tonunu beğenmemişti. “Şunu kafana kazı, Alarak. Gücünün tüm sınırlarını Yükseliş Çukurları’nda tarttım. Ne kadar güçlü olduğunu biliyorum.” Yücelord’un eli bir ileri atıldı ve Alarak’ın yüzüne kapandı, gözünün hemen altındaki yanaklarını kavradı. Ma’lash sertçe Alarak’ı yukarı kaldırdı, aynı Nuroka’yı çukurun üzerinde tuttuğu gibi onu havada tuttu. Alarak karşı koymadı. Ma’lash’ın sözleri bir meteor yağmuru gibi patladı. “Bana meydan okursan seni ezerim. Bana meydan okursan Nuroka’nınki kadar çabuk bir ölüm için yalvarırsın. Anladın mı?”

“Anladım.”

“Güzel.” Ma’lash elini serbest bıraktı ve Alarak’ın botları yerle buluştu. “Yükseliş Günü geldiğinde cömertçe ödüllendirileceksin. Yeni görevin yarın başlayacak. Ve hoşuna gitmeyecek.”

“Anlıyorum, Efendim,” dedi Alarak.

Ve böylece Ma’lash onu yalnız bıraktı. Alarak, Yücelord’un elinin kafatasını sıkışını hâlâ hissedebiliyordu. Nihayet gücünü hissettim. Ne yapmam gerektiğini tam olarak biliyorum, diye düşündü.

Hizmet et… hazırlan…

…ve doğru destekçileri bul…

Kaynak: http://eu.battle.net/sc2/en/game/lore/short-stories/ascension/