Khadgar yavaşça ve titreyerek ayağa kalktı. Vücudunun her yanı ağrıyordu. Erimekte olan buz parçaları üzerinden kaydı ve tangırdayarak yere düştü. Ölüm böyle bir şey miydi? Uyuşturan soğuk ve başarısızlığın getirdiği perişanlık hissiyle mi gelirdi?
Koridor karanlıktı. Khadgar kayıtsız bir şekilde bir ışık küresi çağırdı ve devasa odanın girişini kapatan çökmüş duvarı gözler önüne serdi.
Gul’dan diğer taraftaydı ve Azeroth’un felaketi olacak gücü elinde tutuyordu.
Khadgar bütün korkusunu bir kenara itti. Gul’dan henüz Lejyon için yolu açmamıştı. Belki de başbüyücünün tarih dersi işe yaramıştı.
Başka bir mistik sarkıt çağırdı, taş yığınına doğru savurdu ve yığını biraz çentmeyi başardı. Hâlâ umut vardı. Her zaman bir umut olacaktı.
Buna inanmak zorundaydı.
Kil’jaeden sessizdi; Gul’dan ise değildi.
“Khadgar’ın yalan söylediğine inanmıyorum,” dedi ork. Sakindi. Ancak Draenor’da garn kurtları da avlanmadan hemen önce çok sakin olurdu. “Diğeri. Öteki Gul’dan. Burada Lejyon’un ellerinde öldü, değil mi?”
—EVET, ÖYLE ÖLDÜ.—
Gul’dan başını eğdi. “Yani Yakan Lejyon antlaşmalarını onurlandırmıyor demek ki.” Bu kadar büyük bir güce sahipken Lejyon’a ihtiyacı yoktu. Azeroth’u tek başına, ona karşı çıkan herkesin üzerine alevler yağdırarak ele geçirebilirdi. İlk kurbanı tabii ki Khadgar olacaktı. Ancak ateş onun için fazla görkemli bir son olurdu. Diğer Gul’dan şu an durdukları bu adayı yükseltmişti; belki de kendisinin adayı okyanusun derinlerine geri batırması daha uygun olurdu. Bir başbüyücü suyun altında ne kadar hayatta kalabilirdi? Denemek eğlenceli olabilirdi. “İçimde antlaşmamızın bozulacağına dair bir his hep vardı,” dedi.
—ÇÜNKÜ AHMAĞIN TEKİSİN. O ZAMANLAR DA OLDUĞUN GİBİ.—
Kil’jaeden’ın tasvip etmeyen sesi yankılandı; Gul’dan güldü.
“Önceden uyarılmış bir ahmağım en azından,” dedi.
Fakat Kil’jaeden’ın diyecekleri bitmemişti.
—KENDİNİ BİZE İLK ADADIĞINDA ORADAYDIM. ZİHNİNİ HEP SAHTE HIRSLARLA ZEHİRLİYORSUN, GUL’DAN.—
Bir öfke dalgası Gul’dan’ın rahatlamasını deldi. “Sahte mi?” Yeni bulduğu bu gücü kullanarak Kil’jaeden’la olan bağını güçlendirdi. Eredarın yüzünü görebiliyordu artık. “Başından beri beni bir kenara atmayı planlıyordun.”
Kil’jaeden’in alev alev yanan gözleri tek sefer kırpılmadan Gul’dan’ınkilerle buluştu.
—HAYIR, GUL’DAN. BİZ ZAYIF OLANLARI SÜSLÜ EŞYALAR VE GEÇİCİ ÖDÜLLERLE KANDIRDIK. SANA ÇOK, ÇOK DAHA FAZLASINI VADETTİK.—
Gul’dan hırladı. “Büyük balık için büyük yem kullandınız. Ama vakti geldiğinde beni de yüzecektiniz.”
—BİZE İHANET ETTİĞİN İÇİN ÖLDÜN. BENİM ORDAMIN BU DÜNYA ÜZERİNDEKİ TÜM DİRENİŞİ YOK ETMESİNE YARDIM ETMEN GEREKİYORDU. ANCAK VAKTİ GELDİĞİNDE ONLARI TERK ETTİN. ORDULARINI BÖLÜP BU MEZARA GELDİN. PLANLARIMIZ SUYA DÜŞTÜ. KADERİNİ HAK ETTİN.—
“O ben değildim!” diye kükredi Gul’dan.
—İHANET SENİN DOĞANDA VAR. SENİ BURAYA PİS ENSENDEN TUTUP SÜRÜKLEDİM ÇÜNKÜ HÂLÂ GERÇEK POTANSİYELİNİ ANLAYAMAYACAK KADAR AHMAKSIN. ŞİMDİ BİLE ELİNDEKİ GÜCÜN ÇOK OLDUĞUNU SANIYORSUN. ÖNGÖRÜDEN YOKSUNSUN.—
Kil’jaeden, metal ve parlatılmış kristallerden ve Gul’dan’ın hayatında görmediği materyallerden oluşan devasa bir tahtta oturuyordu. Şimdi ise ayağa kalkmıştı. Gul’dan’ın arttırılmış duyuları, onun başka bir dünyaya bakış atmasını sağlıyordu. O dünyanın kendine has bir kokusu vardı. Bir ağırlığı vardı. Adının ne olduğunu düşündü. Acaba hiç ziyaret edebilecek miydi, merak etti. Böylesi bir yeri fethetmek için ne gerekirdi acaba?
—DİĞER GUL’DAN’DAN DAHA ÖNGÖRÜLÜ OLDUĞUNU UMMUŞTUM. BELKİ DE HÂLÂ ÖYLE OLABİLİRSİN.—
“Korkarım ki seni bir kez daha hayal kırıklığına uğratacağım, efendim,” dedi Gul’dan. “Sahte hırslarımı aşmak için bir sebep göremiyorum.”
Çaresizdi. Sarkıtı kullanarak odaya geri dönmek Khadgar’ın günlerini alabilirdi.
Gul’dan’ı durdurmak içinse muhtemelen saniyeleri kalmıştı. Taş yığınının sonu yok gibi duruyordu.
Belki de daha iyi bir saldırı noktası vardı. Duvarın bu kadar da kalın olmadığı; ya da zeminin daha ince olduğu… Herhangi bir şey. Belki de daha çok mistik elemental çağırmalıydı? Yo. Yeterince güçlü değillerdi.
Khadgar’ın düşünceleri şu anda bulunduğu yere odaklanmasını engelliyordu. Azeroth’un sonu neye benzeyecek? Ne kadarı yanıp kül olacak? Halklarının ne kadarı köle haline gelecek? Kahramanlarının kaçı ölmek yerine yozlaşmayı tercih edecek?
Lejyon adına daha kaç dünyayı daha fethedecekler?
Derken bir ses her şeyi değiştirdi.
“Tam tahmin ettiğim gibi iyi iş çıkartıyorsun, Başbüyücü.”
Khadgar yüzünü dönmedi, hissettiği rahatlamayı göstermek istemiyordu. “Dikkatini çekecek kadar çok gürültü çıkarttığımıza sevindim. Odaya girebileceğimiz başka bir nokta biliyor musun? Gul’dan ve aramızda daha az taş yığını olan bir nokta mesela?” diye sordu.
Maiev Shadowsong yanına gelerek yıkılmış duvarı inceledi. “Öyle bir yer bulabiliriz. Gul’dan yalnız mı?”
Bu, cevaplaması garip bir şekilde zor bir soruydu. “Şimdilik evet diyelim. Ancak çok vaktimiz yok.”
“Tabii ki yok.” Dedi.
“Maiev.” Khadgar karamsardı. Gardiyan geri dönmüştü ve uyarılmayı hak ediyordu. “Başarısız oldum.”
Maiev ona donuk bir bakış attı. “Eee?”
“Sen ve ben onu durdurabilecek güçte değiliz artık.”
“Kuyruğunu kıstırıp kaçtığını görmüyorum ama.”
Eh, buna karşı çıkacak değildi. “Anlaştık o zaman,” dedi Khadgar.
“Bu taraftan.” Beraberce doğu tüneline doğru ilerlediler.
Kil’jaeden öne doğru eğildi. Hava bile titriyordu adeta.
—BAŞINDAN BERİ BÜYÜK BİR GÜCE LAYIK OLDUĞUNA İNANDIN. ÖYLESİN DE. KENDİ KENDİNİN EFENDİSİ OLMANIN KADERİN OLDUĞUNA DA İNANDIN.—
Sonraki sözlerinde gümbürdeyen bir kesinlik vardı.
—İŞTE O ASLA OLMAYACAK.—
“Öyle mi?” dedi Gul’dan hafifçe. “Koşullara şöyle bir bakarsak—”
—BÜTÜN CANLILAR BİR EFENDİYE HİZMET EDER. BEN BİLE. HER CANLININ YAPTIĞI SEÇİM BUDUR: YA BAŞKASINA HİZMET ET YA DA YALNIZ ÖL.—
Gul’dan etkilenmemişti. “Belki de bir gün bana boyun eğersin, Hilekâr.” dedi.
—NE KADAR İLERİ GİDEBİLİRSİN? KAÇ DÜNYAYA HÜKMEDEBİLİRSİN? ELİNDE TUTTUĞUN GÜÇ SONSUZA DEK YETMEYECEK. LEJYON KARŞISINDA SEN BİR HİÇSİN.—
“Göreceğiz.”
—HİZMET ETMEK ESARET DEMEK DEĞİLDİR. BANA HİZMET EDECEKSİN. BAŞKALARI DA SANA EDECEK. BİRÇOĞUNUN EFENDİSİ OLACAKSIN. EMRİN ALTINDAKİ LEJYON SAFLARINI HAYAL ET. BİZİM İÇİN NELERİ YAKABİLECEĞİNİ DÜŞÜN.—
Gul’dan dikkatle Kil’jaeden’ı süzdü. Bütün o güç. Bütün o gazap. Yine de beni itaat etmeye zorlayamıyor artık, diye düşündü. Boş vaatlerine artık ihtiyacım yok.
Kil’jaeden aralarındaki mesafenin açıldığını hissetmiş gibiydi.
—YETER, GUL’DAN. SEÇİMİNİ YAP. SADIK OLDUĞUNU KANITLAYABİLİRSİN. GÜCÜ GEÇİDE GERİ VERİP YOLU AÇABİLİRSİN. YA DA BİZE BİR KEZ DAHA İHANET EDEBİLİRSİN. SENİ YOK ETMEMİZDEN ÖNCE TATMİN OLACAĞIN TEK ŞEY DEĞERSİZ ÖLÜMLÜLERDEN ALACAĞIN ANLAMSIZ İNTİKAM OLUR.—
Eredar, Gul’dan’a düşünmesi için son bir şey daha bıraktı.
—ŞUNU BİLMENİ İSTERİM: BANA “HİLEKÂR” DİYEBİLİRSİN ANCAK SANA HİÇ YALAN SÖYLEMEDİM. BİR KEZ BİLE. NE BU DÜNYADA NE DE SENİN DÜNYANDA.—
Bununla birlikte Gul’dan’ı zihninden itti.
Oda sessizdi ve Gul’dan nihayet yalnızdı. Kil’jaeden buradan çok çok uzaktaydı.
Tek sıkıntı ufak bir sarsıntıydı. Khadgar içeri girmek için kendini paralıyordu. Gereksiz bir çabaydı.
Yakan Lejyon’a gelirsek… Çok da zor bir seçim değildi. Gul’dan’ın birilerine hizmet ettiği günler geride kalmıştı. Onu durdurabilecek kimse yoktu. Kimse efendisi olmayacaktı.
Derken bir şüphe kırıntısı içine düştü. Yüzünü buruşturup damarlarında akan gücün o şüpheyi eritmesini bekletti. Ancak şüphe gitmedi.
Gul’dan sinirlenmeye başlamıştı. Belki de bu ölümlülerin asla aşılamayacak zayıflıklarından biriydi: Özgüven sorunu. Hislerini inceledi. Elinde tuttuğu güçten gayet emindi. Bu şüphe nereden çıkmıştı?
Zemin bir kez daha titredi. Khadgar. Ve artık yalnız da değildi. Gul’dan, Maiev Shadowsong’un varlığını da hissedebiliyordu. Geri gelmişti. İşte bu beklenmedikti. Gul’dan onları daha önce gözlemlediğinde aralarında düşmanlık vardı. O düşmanlığı aşmaları rahatsızlık verici derecede hızlı gerçekleşmişti. Şimdiyse birlikte çalışıyorlardı.
İçeri mi girmek istiyorlardı? Şahane. Ölümlerine doğru koşmaları işine gelirdi. Onları öldürmek Gul’dan’ın kafasını biraz rahatlatırdı.
Ve sonra Azeroth üzerinde Gul’dan’a karşı gelecek kimse kalmazdı.
Tabii eğer…
İşte. Duyduğu şüphe buydu.
Khadgar nihai bir şekilde yenilmişti ama vazgeçmeye yanaşmıyordu. Shadowsong başbüyücünün varlığına bile karşı çıkmışken şimdi hayatını ona yardım etmek için bir kenara atıyordu. Sadece iki kişilerdi. Onlar gibi başkaları da vardı.
Ve o başkaları…
Beraberce… Demir Orda’yla yüzleşip kazanmışlardı.
Beraberce… Savaşa koşup yozlaşmış Orda’yı dağıtmışlardı. Archimonde’u yenmişlerdi. Gul’dan’dan da korkmuyorlarsa başka hiçbir şeyden kaçmazlardı.
Saf korku Gul’dan’ın zihnini ele geçirdi. Özgün bir gezegende, başbüyücüden bile inatçı canlıların olduğu bir dünyadaydı. Gul’dan’ın hepsiyle karşı karşıya gelmesi gerekecekti.
Tek başına.
Cevap verecek bir efendisi olmadan.
Fakat tek başına.
Gul’dan’ın kazandığı bu yeni gücü ölçebileceği bir şey yoktu ancak diğerlerinin gücünün boyutunu biliyordu. Mezarda uzun bir süre öylece durdu. Düşünüyordu. Hesap yapıyordu.
Derken odanın içine taşlar döküldü. Khadgar deliği genişletti ve kendini içeri çekti. Maiev de arkasından, ay kılıcıyla saldırmaya hazır şekilde içeri girdi.
Beraberce ona doğru koştular. Gul’dan sadece izledi. Saldırdılar. Parmağını bile kaldırmadan onları kenara itti; odanın diğer köşesine doğru uçtular. Maiev havada döndü ve muntazam bir incelikle duvara sindi; Khadgar ise havadan yere doğru ışınlandı ve kolay bir iniş yaptı. Bir kez daha denediler. Bu sefer Gul’dan’ın hareket etmesi gerekti zira Maiev’in silahı boğazını kıl payı ıskaladı. Khadgar tepesine buz yağdırdı. Gul’dan ellerini çırptı. Yeşil alevden duvarlar başbüyücünün üstüne kapandı. Khadgar’ın bir böcek gibi ezilmesi gerekirdi ancak serbest bir şekilde geri zıpladı. Ve Gardiyan Shadowsong tekrar orku kesmeyi denedi. Gul’dan Gardiyan’ye doğru uzandı, ruhunu bedeninden sökmeye niyetliydi. Ancak Khadgar’ın gücü aman vermedi, Gul’dan’ın kendi gücünü ona karşı kullanıp Maiev’e kaçma fırsatı kazandırdı.
“Anlamama yardımcı olun.” Gul’dan’ın sesi garip bir şekilde sakin çıktı; kendi bile şaşırmıştı. “Neden savaşmaya inat ediyorsunuz? Burada yapabileceğiniz hiçbir şey yok, ölmek dışında.”
“Öldür o zaman, yapabiliyorsan tabii,” diye dalaştı Khadgar. Shadowsong ayağını yere sabitledi ve başbüyücüyü sözsüz bir şekilde desteklercesine silahıyla sütuna iki kere vurdu.
Gul’dan’ın ikisini de öldürebileceğine dair şüphesi yoktu. Ancak zaten ölmüş olmaları gerekiyordu. İnatçı direnişleri bu dünyada tekrar ve tekrar karşılaşacağı durumun bir yansımasıydı. Khadgar ve Shadowsong, kendileri gibi nicesinin ilki olacaklardı.
Hepsini tek başıma yenemem.
Gul’dan bu ikisini öldürebilirdi. Ya da Yakan Lejyon’a itaat edebilirdi.
Gözlerini kapadı. İnleyerek bu muazzam gücün avuçlarından kayıp gitmesine izin verdi. Kil’jaeden akan gücü yakaladı ve doğrudan mezara yolladı. Duvarlar gün ortasındaki bir güneşi aratmayacak şekilde git gide daha parlak bir şekilde ışıldadı.
Gul’dan keskin bir kayıp hissi yaşadı. Bütün o güç elinden kayıp gitmişti. Mezar gücü sadece kullanmıyordu, emip tüketiyordu da. Korkunç sesler, muazzam sesler, sağır edici seslerle iki dünya arasındaki köprünün bağlanışını müjdelediler. Bir anda yol açılmıştı. Başka bir varoluş düzleminden gelen hava, odaya bir fırtına gibi gürleyerek doluştu. Khadgar ve Maiev yere düştüler ve bir şeylere tutundular.
Derken tanıdık bir ses geldi.
—İYİ İŞ ÇIKARDIN, GUL’DAN. TAŞIDIĞINI UMDUĞUM ÖNGÖRÜYE GERÇEKTEN DE SAHİPMİŞSİN.—
Kil’jaeden’ın sözleri artık kafasının içinde zangırdamıyordu. Gerek yoktu. Gul’dan Yakan Lejyon’dan yeni bir duygu hissetti: Güven. Baş döndürücü bir hissiyattı.
“Şimdi ne yapmalıyım?” diye sordu Gul’dan.
—İZLE. NEYİ DEVRALACAĞINI GÖR.—
Kil’jaeden, Lejyon’un bütün görkemine şahitlik etsin diye Gul’dan’ı mezardan çekip çıkarttı.
Sonsuz gölgeye damlayan ışık, görüş hizasının çok dışına taşan ordunun çehresini aydınlattı. Hazırdılar. Her zaman hazır olmuşlardı. Ancak hiçbir zaman böylesi temiz bir yola sahip değillerdi. Bu şekilde değil. Dönüp duran güç onları başka bir dünyaya çağırıyordu, onlar da seve seve itaat ettiler.
“Bu hayallerimin bile ötesinde,” diye fısıldadı Gul’dan.
—BU AZEROTH’UN SONUNUN BAŞLANGICI.—
Ve işte oradaydı: Azeroth. Gul’dan, Yakan Lejyon’un güçleri ileri doğru atılırken kenara çekilip yol verdi. Yakında onlara katılacaktı. Ancak bir hizmetkâr olarak değil.
Liderleri olarak.
Khadgar’ın kalbi kulaklarında atıyor, gerçekleşmekte olan kabusunu boğuyordu. “Koşmaya devam et, Maiev!” diye bağırdı soluk soluğa.
Maiev hızını korudu ancak cevap vermedi. Verecek bir cevap yoktu.
Yakan Lejyon gelmişti.
Gul’dan gözlerinin önünde kaybolmuştu, onun yerini başkaları almıştı. O kadar çoklardı ki. Khadgar ve Maiev’in kaçmaktan başka yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. Lejyon şimdiden onları kovalamaya başlamıştı. Khadgar geriye bakmaya cüret edemedi. Etrafındaki duvarlar parıldayıp un ufak oluyordu.
Bir şekilde Gul’dan, Khadgar’ın burnunun dibinde beş mührü de yok etmişti ve kapalı olan geçit artık aktifti.
Mühürleri tekrar koyamam, diye düşündü Khadgar umutsuzca. Mühürleri yapmak için gereken gücü hayal dahi edemiyordu. O yüzden koştu.
İlerideki girişten gün ışığı sızıyordu. Girişe önce Maiev ulaştı ve kuzeye saptı. “Mahzene geri gidiyorum! Sen onları başka yöne çek!”
Khadgar doğuya doğru döndü. “İyi şanslar, Bekçi!”
“İyi dövüş ve öl, Başbüyücü!”
Khadgar kollarını iki yana açtı ve göz kamaştıran bir ışık ve ses gösterisiyle bir kuzgun olarak gökyüzüne yükseldi.
Numara işe yaradı. Arkasından koro halinde çığlıklar yükseldi. Geriye bakma riskini göze aldı. Toprak, her şeyi fethetmeye çalışacak bir ordunun öncü birliklerinin toplanmasıyla titremeye başlamıştı. Gökyüzü kararıyordu; adadan yayılmakta olan yeşil bir dumanın gölgesinde boğuluyordu. Tanıdık bir figüre gözü takıldı. Bütün bu cehennemin ortasında Gul’dan, havada durup serbest bıraktığı bu cehenneme kahkahalarıyla seranat yapıyordu. Khadgar’ı işaret etti. Kanatlı iblislerden bir sürü, emrine itaat etti. Khadgar daha da hızlanmak için kendini zorladı. Lejyon’un güçleri ona rahat vermeyecekti. Ancak bu Maiev ve Gardiyanlarına ihtiyaç duydukları vakti kazandırabilirdi.
Ya da kazandırmayabilirdi de.
Ama geri geldi. Böylesi bir başarısızlıkta ufak bir zaferdi; ancak yine de bir zaferdi kuşkusuz.
Bir hava akımı yakaladığında kendini daha da ileri taşımasına izin verdi. Bu Maiev’in çok ötesindeydi. Khadgar’ın da. Hatta Gul’dan’ın bile.
Lejyon’u durdurmak için bir yol olmalı.
Khadgar başarısız olmuştu. Cevaplara ihtiyacı vardı. Yardıma ihtiyacı vardı. Mezarda kalsaydı ölmek dışında yapabileceği bir şey yoktu.
O yüzden uçmaya devam etti. Parçalanmış Adalar’ı çok ardında bırakıp açık okyanusa doğru uçarken bile ardındaki iblisler herhangi bir yavaşlama belirtisi göstermediler. Kirin Tor’u uyarmalıydı. İttifak ve Orda’yı da. Herkesi. Çağrısına cevap vereceklerdi, Maiev’in de verdiği gibi.
Buna inanmalıydı.
Büyük bir kabus başlıyordu ve Azeroth üzerindeki hiç kimsenin bu kabustan tek başına uyanma ihtimali yoktu.