Lorekeeper

SARGERAS’IN KABRİ – BÖLÜM 2: ESKİ DOSTLAR

Maiev Shadowsong’un sesi buz gibiydi. “Bitirdin mi, Başbüyücü?” diye sordu.

“Neredeyse.” Zaman kısıtlıydı. Khadgar son elementali de basit talimatlarla yolladı: “Gul’dan’ı bul.” Damla şekilli ve tamamen mistik enerjiden oluşan yaratık süzülerek uzaklaştı. Onun gibi başka yaratılar da adayı karış karış geziyor ve gölgeleri araştırıyordu. Gerçek anlamda bir dövüş için yeterince güçlü olmamaları üzücüydü ancak en azından yok edildikleri anda Khadgar’ın haberi olacaktı.

Daha birkaç dakika önce Khadgar, karanlık yozlaşmışlığın izini sezmişti ancak bu his şu an geçmişti. Gul’dan yakınlarında bulunduysa bile muhtemelen geri çekilmişti. Yazık. “İşte, tamamdır. Kusura bakma, Gardiyan. Şimdi, arayışımız hakkında konuşalım.”

“Senin arayışın, bizim değil,” dedi.

“Ah, Gardiyanlar artık davetsiz misafirlerle uğraşmaya tenezzül etmiyorlar mı yani? Bildiğim iyi oldu.” Khadgar sesinin tonunu neşeli tuttu. “Gul’dan burada hoş karşılanıyorsa benim endişelenmem gereken bir şey yok demektir.”

Maiev’in hiç de neşeli bir hali yoktu. “Eğer Gul’dan gerçekten burada olsaydı—”

“Ki burada,” dedi Khadgar.

“Eğer öyleyse,” diye tekrar etti Maiev, “onunla ilgileniriz. Ama önce Draenor’daki başarısızlıklarını tartışalım.”

“Afedersin? Ne?”

“Sana bir Gardiyan emanet ettik. Sadık ve gözüpek, kendini defalarca kanıtlamış olan seçkin bir kardeşimizi üstelik,” diye başladı.

“Maiev—”

“Ancak senin yanında sadece birkaç ay geçirdikten sonra bir hain oldu. Neden dersin, Khadgar? Ne yaptın da onu doğrudan Yakan Lejyon’un kollarına ittin acaba?”

“Cordana’yı bir daha gördüğünde kendin sorarsın,” dedi Khadgar olabildiğince sakin şekilde. Maiev göğsüne bir bıçak saplasaydı daha iyiydi. “Tatlı dilinle ondan bunun cevabını koparacağına şüphem yok. Ancak benim burada oluş nedenim Cordana değil.”

“Bize raporlar gönderiyordu, Khadgar,” dedi Maiev. “Aldığın kararlarla ilgili endişeleri vardı. Ciddi endişeler hem de.”

“Bunun için vaktimiz—”

“’Pervasız. Küstah. Dikkatsiz. İnatçı. Önerileri kabul etmekte gönülsüz.’ Ve bunlar sadece ilk izlenimleriydi.” Maiev ve Gardiyanları hareketsiz şekilde duruyorlardı, onaylamayan bakışları dışında hiçbir duygunun okunamadığı bir duvar gibiydiler. “Yıllar içinde değişmiş olabilirsin Khadgar ama bu duyduklarım fazlasıyla tanıdıktı.”

“Eğer geçmiş hatalar üzerine konuşmak istiyorsan konuşabiliriz,” dedi Khadgar. “Benim hatalarımı tartışmak sadece birkaç ay alacaktır. Sonraki aylarda da seninkilerin üzerinden geçeriz.” Maiev’in gözleri kısıldı ancak Khadgar’ın durmaya niyeti yoktu. “Bunu daha sonra da yapabiliriz. Ama şimdi, güneye doğru bak.” Okyanusa doğru işaret etti. “Gardiyanlarının sudan yükselen dumanı gördüğüne şüphem yok. İşte o, Gul’dan’ın çaldığı gemiden geriye kalanlar. Gemiyi yaktı. İçindeki herkesle birlikte.” Sesindeki son mizah kırıntıları da kayboldu. “Gul’dan gerçekten burada. Çok yakında cesetler bulmaya başlayacaksınız.” Khadgar Gardiyanlar’ın birbirlerine attıkları bakışları yakaladı. “Ah. Çoktan bulmuşsunuz bile. Önemli birileri mi bari?”

Gardiyanın bakışları büyücüyü delip geçti. “Birkaç Geceye Düşen. Cordana’yı seninle birlikte bu tarz bir felaketi önlemesi için yollamıştık.”

“Asıl felaket hâlâ önlenebilir. Tarih tekerrür etmiyor,” dedi Khadgar. “Bu Gul’dan buraya nasıl gelineceğini bilmiyordu. Kara Kapı’dan geçmek onun seçimi bile değildi. Birileri onun her adımını yönlendiriyor.”

“Neden? Nereye? Sargeras’ın Kabri’ne mi? Orası zaten boş,” dedi Maiev. “Ner’zhul gücünün bir kısmını almıştı. Illidan da geriye kalanını…”

Khadgar başını iki yana salladı. “Maiev. Gul’dan’ın efendilerinin ne istediğini biliyorsun: Azeroth’a geçebilecekleri bir kapı açmak. Daha önce burada bir tane açmayı denediler. Belki de tekrar denemek istiyorlar.”

“Bu dediğin imkânsız.”

“Senin ya da benim için, evet,” dedi Khadgar. “Lejyon’un olmayacak bir iş için bu kadar çaba sarfediyor olma şansı yok. Gul’dan buraya mezarı onlar adına ele geçirmeye geldi. Bana yardım et, Maiev. Sen ve Gardiyanların, birlikte onu durdurabiliriz. Sorumlulukların da tam olarak bunu gerektirmiyor mu zaten?”

Maiev gözünü bile kırpmadan Khadgar’ı süzdü. Kısa bir süre geçti.

Ve kararını verdi.

“Toplanın,” diye emretti. Gardiyanları anında toparlanıp etrafına dizildiler. Ardı ardına emirler yağmaya başlamıştı. “Herkesi Hain’in Mahzeni’ne toplayın. İçerideki her şeyi başka bir yere nakletmemiz gerekebilir.”

Khadgar diyecek söz bulamadı.

Maiev’in ekibi selam durdu ve tek bir ağızdan karşılık verdi. “Emredersiniz, Gardiyan Shadowsong!” Tereddüt etmeden koşarak güneye doğru gözden kayboldular. Ancak mezara doğru değil. Ondan uzağa doğru.

Khadgar tek kelime etmedi. Edemedi. Maiev, Gardiyanlarını toparlayıp yollamıştı. Onlardan yardım gelmeyeceği belliydi. “Maiev, ne yaptığını sanıyorsun?” diye sordu en sonunda.

Maiev ona doğru döndü. Astlarının da gidişiyle sözcükleri örsün üzerine düşen çekiç gibiydi. “Gul’dan’ı Draenor’da durdurmayı başaramadın. Onu burada durdurmayı da başaramadın. Gemi çaldı, öyle mi? Bir kuzgunun yavaş hareket eden ve rüzgâr gücüne bağlı bir gemiyi takip etmesi çok mu zor? Başarısızlıkların bir okyanusu doldurmaya yeter.”

Khadgar duyduklarına inanmakta güçlük çekiyordu. “Yakan Lejyon’un ta kendisi bize karşı. Draenor’da yüzleştiğimiz şeyler hakkında en ufak bir fikrin bile yok,” dedi.

Ancak Maiev’in söyleyecekleri bitmemişti. “Gul’dan sen ona yetişemeden Parçalanmış Adalar’a yelken açtı. Peki ya sonra–? Azıcık ateş kaçmasını ve onca yolu yüzmesini mümkün kıldı, ha?”

Azıcık ateş.

Yanan bir tüccar gemisiydi. İçinde pek çok yolcusu olan bir gemiydi. Khadgar gemiyi ilk fark ettiğinde Gul’dan, pörsümüş ve kurumuş yetişkin cesetlerini güverteye yığmış, çocukları da kendisine canlı kalkan olacak şekilde dizmişti.

Ve sonra, fel alevin tek bir kıvılcımıyla…

Olayın anısı Khadgar’ı öfkeyle doldurdu ve düşünmeden konuşmaya sevk etti. “Unutmuşum. Sen böyle aksilikleri hiç yaşamadın tabii. Bana hatırlatsana: O sadık ve gözüpek kardeşlerinin kaç tanesini Illidan’ı avlarken ölüme terk etmiştin?”

Bulundukları ovada mutlak bir sessizlik hakimdi. Her geçen saniye de aralarındaki uçurumu daha da derinleştiriyordu.

Maiev cevap verdiğinde büyük bir kesinlikle konuştu.

“Sana yapacağım herhangi bir yardım boşa gidecektir. Dahası, yanılıyorsun. O mezarda hiçbir şey kalmadı. Orada saklı olan gücün her bir damlası artık Illidan’ın bedeninde –ki o da Gardiyanları yolladığım mahzende. Lejyon’un asıl istediği şey o. Gul’dan’ın gideceği yer de orası. Yani sorumluluklarım beni Gul’dan’ı durdurmak için oraya yolluyor,” dedi.

Khadgar keskin başka bir cevap vermemek için dilini ısırdı. Yardıma gerçekten de ihtiyacı vardı. “Gardiyan Shadowsong,” dedi yalvarırcasına, “mezarın içini biliyorsun. Ben bilmiyorum. Bu bize çok kritik bir avantaj sağlayabilir.”

Maiev arkasını döndü. “İyi şanslar, Başbüyücü. Hatanı fark ettiğinde beni mahzende bulabilirsin. Ondan sonra tartışacak çok şeyimiz olacak.” Ve diğer Gardyanlar’ın ardından koştu.

Khadgar ardından seslenmedi. “Öyle olsun bakalım,” dedi usulca. Bir an sonra Maiev çoktan gitmiş, Khadgar da kuzgun formunda gökyüzünde süzülmeye başlamıştı. Gemi enkazlarının etrafında daireler çizerek Gul’dan’ın varlığını hissetmeye çalıştı; ancak başaramadı. Gizlenmeye çalışan Geceye Düşenler dışında herhangi bir varlık hissetmiyordu. Gul’dan ya koyun ötesine, Thal’dranath’a doğru bir yol bulmuştu ya da kuzeye, Suramar ve Yücedağ’a doğru kaçmıştı. Olasılıklardan biri, ötekinden çok daha tehlikeliydi. Khadgar açık denize doğru yön değiştirdi ve terkedilmiş kadim yapının yükseldiği kara adaya doğru kanat çırptı.

Yıllardan sonra ilk defa, hatta belki de on yıllardan sonra, ümitsizliğe kapıldı. Kara Geçit’ten geçip muhtemel bir intihar görevine doğru akın ederken bile böylesine dehşete düşmemişti. Demir Orda’nın amacı da en başından beri belliydi zaten: Fetih. Başarısızlığı, Khadgar’ın ölümüyle sonuçlanırdı. Hatta belki de zafer bile en büyük fedakârlığı gerektirebilirdi. Ancak bunu bilmekte bile bir huzur vardı. Söz konusu Yakan Lejyon olunca ise… Khadgar Lejyon’u uzun uzadıya araştırmasına rağmen asıl amaçlarını bir türlü keşfedememişti. Lejyon için Azeroth’u hükmü altına almak asıl hedefe giden yolda bir araçtı. Yaşayan her canlıyı köle haline getirmek ya da yok etmekten sonra gelen adım neydi? Bilmiyordu. Ve cevaptan gerçekten korkuyordu.

Draenor’dayken Gul’dan’a bu kadar yoğunlaşmasının sebeplerinden biri de buydu. Rakibinin piyonlarını nasıl hareket ettirdiğini izlemek, onlar hakkında dışa vurduklarından fazlasını öğrenmeni sağlayabilirdi.

Ve Lejyon muhtemelen kendi piyonunu ta Sargeras’ın Kabri’ne kadar fırlattı, diye düşündü Khadgar. Maiev kısmen haklıydı: İşe yarayabilecek herhangi bir şey çok uzun süre önce yağmalanmıştı. Mezar civarında gezen nagalar Kirin Tor tarafından temizlenmiş ve kalan güç sahibi artefaktlar (her ne kadar geriye çok bir şey kalmamış olsa da) Gardiyanlar’ın gözetimine bırakılmıştı. Hırsızları, maceracıları ve kötü niyetli kişileri uzak tutacak güçte karmaşık mistik kilitler ve korumalar mezar boyunca döşenmişti.

Gerçekten çok iyi bir gerekçesi olan ve ciddi anlamda güçlü bir birey dışında kimse bu engelleri aşamazdı. Bu da demek oluyordu ki Gul’dan çok da sıkıntı yaşamayacaktı. Tek sorun, içeri nasıl girmeyi planladığı—

GÜÜÜM.

Eh. Bir gizemi çözmüş olduk, diye düşündü Khadgar. Uzaktan gelen boğuk gümbürtünün sesi, güçlü şok dalgası havayı yarmadan hemen önce kulaklarına varmıştı. Kuzgunun gözleri, rüzgâr kanatlarını sarsarken aşağıya, Thal’dranath adasına doğru kaydı. Bir duman bulutu Sargeras’ın Kabri’nin üzerinde asılı duruyordu. Oraya doğru dalışa geçti.

Mezarın girişi harap olmuş, tamamen yok edilmişti. Khadgar daireler çizerek yere doğru indi; tüyleri deriye ve gümüşi saçlara dönüşürken esnek ve tünemeye müsait pençeleri ise yumuşak tabanlı botlarının içini doldurdu. Dönüşüm her zaman olduğu gibi göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşmişti. Ustasından öğrendiği numaralar arasında bu kesinlikle favorisiydi. Ayağı yere değer değmez kollarını genişçe açtı ve asılı kalmış duman ile toza dönüşmüş taşları savurarak temizledi. Mezarı dış dünyaya karşı mühürleyen bütün fiziksel ve büyüsel korumalar kırılmıştı. Geriye sadece fel büyüsünün kalıntıları kalmıştı. Bunun Gul’dan’ın mahareti olduğuna şüphe yoktu.

Khadgar olduğu yerde durdu. Dinledi. Hissetti. Fel büyüsünün o belli belirsiz karıncalanmasını buradan fark edebiliyordu. Gul’dan çoktan içeri girmişti ve vakit kaybetmiyordu.

İçeri tek başına körlemesine dalmak oldukça riskliydi ve mezarı koridor koridor araştırmak da çok vakit alırdı. İçerisi bir labirent gibiydi. Gul’dan’ın adımlarını izlemenin kolay bir yolu yoktu.

Tabii eğer…

Yok. Bu çok ahmakça olurdu.

Khadgar derin bir nefes aldı. Bıraktı. Hâlâ aptalca bir fikirdi. Ancak aklına daha iyisi gelmiyordu.

“Peki o zaman,” dedi kasvetle. İşe koyulalım madem.

Khadgar içeri doğru koşmaya başladı ve neredeyse anında acıyla ödüllendirildi. Ayağının altında kara bir havuz açılmıştı. Başka bir varoluş düzleminden gelen, inleyen hiçlikyürüyenler bacaklarına yapıştı; dokunuşlarının soğuk ısırışları yakarken kavrayışlarının gücü kemikleri toz edebilecek kadar sertti. Khadgar, mistik bir patlamayı şekilsiz suratlarında infilak ettirdikten sonra serbest kaldı.

Gul’dan’ın tuzağı başarısız olmuştu. İlk tuzağı. Ancak dahasının olduğuna şüphe yoktu. “Eh, bu da güzel,” diye mırıldandı Khadgar. Dallanıp budaklanan koridorlara açılan bir odaya geldiğinde her tünele enerji akımları yolladı.

Soldaki tünelde bir alev patlaması oldu. Mükemmel.

Khadgar sola döndü ve alevlerin arasından hızla geçti. Yüz metre kadar ileride başka bir kavşağa vardı. Bu sefer kuzeydeki tünel parıldadı. Khadgar tuzağı yarıp geçerken yavaşlamadı bile.

Gul’dan’ın dizginleri birilerinin elindeydi; yönlendiriyordu. Bu çok açıktı. Sahte izler bırakacak vakti yoktu. Khadgar koşmaya devam etti. Gul’dan’ın tuzaklarını takip edebiliyordu. Anlaşılan çok da fena bir plan değildi.

Khadgar koridor koridor, geçit geçit koşmaya devam etti. Gul’dan’ın tuzakları uyduruk, alelacele yaratılmış şeylerdi ve Khadgar bu yüzden hızını kesmeye hiç niyetli değildi. Bir noktada bu, hiç beklemediği bir yönden devasa bir büyü dalgası üzerine geldiğinde hayatını bile kurtardı. Eğer Khadgar bir adım daha geride olsaydı, dönerek gelen yeşil alev mızrağı pelerini yerine kalbini delip geçebilirdi.

Mezarın derinliklerine doğru koşarken duvarlara kazınmış olan zarif bazı şekiller dikkatini çekti. Mistik rünler? Eğer öyleyse onlar için oldukça garip bir yerdi. Tanıdık gelmiyorlardı ve Khadgar’ın bugüne kadar gördüğü her şeyden daha gelişmişlerdi. Bu can sıkıcıydı. Üstelik bazısı parlıyordu –ki bu daha bile can sıkıcıydı. Gul’dan’ın mistik büyüyle hiç alakası yoktu.

Ya da yok muydu? Khadgar’ın düşünceleri zihninde yarışıyordu. Neler oluyor? Bu mezar, yaşamış en güçlü Muhafız olan Aegwynn tarafından çağlar önce büyüyle güçlendirilmişti. Aegwynn burada her ne yaptıysa Khadgar’ın yeteneklerinin çok ötesindeydi.

Üstelik bunları yaparken Sargeras’ın etkisi altındaydı.

Bu düşünce Khadgar’ı bir anlığına duraksattı. Birkaç adım ötede başka bir tuzak titreşerek patladı. Khadgar canı sıkılmış bir şekilde homurdanarak kendini korudu ve bir şey hissetmedi. Rünlerden bir tanesi koridorun tavanına kazınmıştı. Dikkatlice inceledi. Evet, böylesini daha önce hiç görmemişti fakat açılarının kavisli yapısı ve enerjiyi yoğunlaştırışı –tanıdık bir amacı var gibiydi.

Bu tarz bir rün genelde mühürlerde kullanılırdı.

Mühür değil, diye dehşetle farkına vardı Khadgar. Bu rün bir anahtarın ufak bir parçasıydı. Büyük, gizli ve mezarın yapısının içine katmanlar halinde işlenmiş bir anahtarın. Rünün karmaşıklığı ise… kozmik derecedeydi. Khadgar’ın aklına başka bir sözcük gelmemişti. Bu tek ründen yola çıkarak anahtarın tamamını incelemeye çalışmak, tek bir su damlasından bütün okyanusu incelemeye çalışmakla aynı şeydi.

“Işık yardımcımız olsun,” derken tuttuğu nefesi verdi. Bu anahtarın neyi açtığına dair herhangi bir gizem yoktu. Yakan Lejyon çok ama çok uzun zaman önce burada bir geçit açmaya çalışmıştı. Başaramamışlardı. Lejyon’un gücü etkisiz hâle getirilmişti. Bütün Kirin Tor âlimleri bu konuda hemfikirdi.

Yakan Lejyon senin bilmediğin bir şeyler biliyor, yoksa kuklası burada olmazdı, diye kendine hatırlattı Khadgar.

Aegwynn bu anahtarı bilinçli olarak mı yaratmıştı? Yoksa Sargeras onun hareketlerini fark ettirmeden çarpıtarak kendi amaçları için mi yontmuştu? Khadgar bilmiyordu. Bütün bunlardan tek çıkartabildiği şey bu rünün kasıtlı bir amaç için yaratılmış olmasıydı. Rünü kurcalayacak olursa muhtemelen korumalar kendi gücünü de bloklardı. Ya da büyüsü geri tepebilirdi. Bu tarz şeyler genellikle biraz ölümcül olabiliyordu.

Tekrar koşmaya başladı. Gul’dan yakınlardaydı. Eğer Khadgar Lejyon’un adadaki tek piyonunu aradan çıkartabilirse iblislerin planı suya düşerdi.

Bir süre sonra koridorlar aynı yöne doğru kavislenmeye başladı. Khadgar yolun kendisini iç taraflara, fel patlamaların parladığı yöne doğru götürmesine izin verdi. Yolda daha fazla tuzak yoktu.

Dar ve işlemeli bir koridor, Khadgar’ı devasa bir odaya götürdü; tavanı gölgelerin arasında kayboluyordu. Ve işte orada, tam merkezde, avı duruyordu.

Gul’dan yere eğilmiş, parlayan bir yer kaplamasının üzerinde belirsiz hareketler yapıyordu. Kafası döndü ve Khadgar’ı gördüğünde kırmızı gözleri şaşkınlıkla genişledi.

Khadgar tereddüt dahi etmeden ilerlemeye devam etti. “Uzun zaman oldu, eski dostum.” Ölümcül enerjiler başbüyücünün ellerinde belirdi. “Bu anın gelişini hevesle bekliyordum.”

Gul’dan hırladı. “Demek öyle?”

Yeşil alev, menekşe rengi güçle çarpıştı.

Sargeras’ın Kabri titredi. Dövüş başlamıştı.