Gamescom 2017’yi arkamızda bıraktık. Bol koşturmalı, yorucu ancak bir o kadar da eğlenceli olan bu macera, benim ilk Gamescom deneyimimdi. Burcu ve Can ile birlikte etkinlik alanında oradan oraya koşuşturduğumuz, söyleşilere katıldığımız ve çeşit çeşit oyun denediğimiz Gamescom, unutulmaz bir anı olarak kalbimdeki yerini edindi bile.
Peki Lorekeeper ekibi olarak neler yaptık? Neler denedik? Kimlerle konuştuk? Uzuuunca anlatalım!
Anno’dan çıktıktan sonra Farcry 5’e doğru niyetlendim ancak onu asıl fuar alanında gösterdikleri için oraya gitmem gerektiğini öğrendim. Geriye kalan VR ve mobil oyunlara şöyle hızlıca bir göz attıktan sonra akşama Assassin’s Creed: Origins sunumu için tekrar geleceğimiz Ubisoft standını ardımızda bıraktık.
Buluşup alana girdiğimizde ise adım attığımız ilk salonun büyüklüğü beni benden aldı. Hatırlatırım, böylesine büyük bir etkinliğe ilk defa katılıyordum ve her gördüğüme geziye çıkmış turist misali tepkiler veriyordum. (Burcu ve Can çok eğlendiler bu hâlimle gerçi, orası ayrı.) Acaba ne yapsak diye konuşurken kendimizi bir anda Samsung standının önünde bulduk. Gruplar hâlinde aldıkları insanları özel tasarlanmış koltuklara oturtup onlara VR deneyimi sunuyorlardı. Tam “Bunu denememiz lazım!” derken stanttaki görevlilerden biri yanımıza yanaşıp küçük bir oyun oynamak isteyip istemeyeceğimizi sordu. Yapmamız gereken tek şey elimizde bir adet tabletle Samsung alanında dolaşıp özel hazırlanmış QR kodlarını okutturmaktı; çok da başarılı olduğumuzu söyleyebilirim zira basın gününde bizim dışımızda kodların hepsini bulabilen yalnızca bir kişi çıktığını öğrendik. (Bunca Adventure oyunu oynamanın bir karşılığı olmalıydı elbet! -Burcu )
Samsung VR deneyimimiz ise oldukça eğlenceli geçti zira lunaparklarda “roller coaster” olarak adlandırılan trenin videosu bize eşlik ediyordu. Oturduğumuz koltuklar da trenin ilerleyişine göre hareket ederek daha da gerçekçi bir deneyim yaşamamıza yardımcı oldu. Eğer Koelnmesse’de bir koltukta oturduğumu bilmeseydim adrenalinden ötürü çığlık atmaya başlayabilirdim! Ancak VR deneyimimiz bununla da bitmedi. Hemen ardından yine Samsung standında yer alan başka bir bölüme geçerek burada sunulanları da denedik: Bunlardan biri bir oyundu ve başımızı hareket ettirerek uçmamız, belirli kontrol noktalarından geçmemiz gerekiyordu. Sanırım hepimiz bir süre sonra dağa çakıldık… Diğeri ise Burcu’nun denediği konser videosuydu.
Yine bolca Destiny 2 ve Heroes of the Storm oynadığımız bu günde bitmek bilmeyen ısrarlarımla küçük bir stant açmış olan Crowfall’u görmeye gittik. Bilmeyenler için ArtCraft Entertainment tarafından hazırlanan Crowfall’un Kickstarter üzerinden destek alarak hayata geçirilen yeni bir MMO olduğunu da ayrıca belirteyim. Oyun nispeten karmaşık ve yapım aşamasının henüz çok çok erken bir safhasında olduğundan kimsenin oynamasına izin verilmiyordu; ancak dört farklı bölümde oyunun mekanikleri üzerine detaylar anlatılıyordu. Oyun hakkında biraz bilgim vardı ancak detaylı anlatımlarıyla daha fazla şey öğrenme şansım oldu. Ekip de oldukça cana yakın ve keyifli insanlardan oluşuyordu; öyle ki korkunç derecede kalabalık ve uğultulu bir yerde bulunmalarına rağmen ellerinden geldiğince detaylı bilgiler vermeye özen gösterdiler. Karakterlerin ne olduğundan, kendi üssünüzü nasıl yaratabileceğinizden, PvP mekaniklerinden ve kuşatmaların nasıl yapıldığından bahsettiler. (Sunumun yarısında sunucular çöktüğü için son iki bölümü başka bir günde dinlemek zorunda kaldık ama değdi.) Oyunu oldukça beğendik, çıktığı zaman denemeyi de düşünüyoruz açıkçası.
Crowfall’dan çıktıktan sonra Burcu ile Total War: Warhammer 2’yi denemek üzere bulunduğu alana doğru ilerledik. Standın girişine koymuş oldukları Doomwheel’ı gördüğümde aklımın çıktığını söyleyebilirim zira oldukça detaylı ve muhteşem gözüküyordu! Oyunu oynamak için hemen yerlerimizi aldık; ancak şahsen küçük bir hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf etmem gerek. Önceden hazırlanmış bir savaşta yer alabildiğimiz denemede yalnızca iki ordu arasında seçim yapabiliyorduk. Burcu Dark Elf seçerek High Elf ordusuna karşı savaşırken ben de Skaven seçtim ve Lizardmen’e karşı hayatta kalmaya çalıştım. Ancak tabii ki ikimizi de dümdüz ettiler! Benim için hoş bir nostalji oldu zira bir zamanlar Skaven ordusu yapmak gibi bir planım vardı ve ciddi sayıda model almıştım; o zamanki ev arkadaşımın ise Lizardmen ordusu vardı. Fakat oyundaki başka hiçbir şeyi oynayamamız bir yana ikinci bir savaş yapacak kadar bile vaktimiz olmadı; bu yüzden de üniteleri ve özelliklerini çok fazla irdeleyemedik. (Leadership zarını tutturamayıp kaçmaya başlayan farecikleri görmek eğlenceliydi ama.)
Age of Empires standını da ziyaret ettik ancak henüz yeni duyurulmuş olan dördüncü oyun maalesef bulunmuyordu. Yalnızca eski oyunun grafiklerini yeniledikleri Definitive Edition denenebiliyordu ve basın kartı için özel bir giriş yoktu; biz de saatlerce sırada beklemek istemedik hâliyle. Onun yerine Hearthstone standına gidip ekip olarak Lich King’e karşı savaştık.
Günün benim için en eğlenceli kısmı ise akşam saatlerinde başlayan Blizzard Reveal Ceremony oldu. Öncesinde sadece Almanca konuşarak sorulan sorularla Overwatch Collector’s Edition vb koca koca ödülleri dağıtmış olmaları biraz içime oturdu ancak yine de asıl seremoniyi üçüncü sıradan izleyebilme şansına eriştim. (Alana bir saat öncesinden gidip kalabalığı çaktırmadan yardığım doğrudur.) Önümde bulunan bir arkadaş grubu da oldukça anlayışlı çıktı zira kısa boylu biri olduğum için sahneyi rahatça görebilmem adına hafifçe açılıp yer verdiler.
Seremoni Hearthstone ile başladı ve yeni hazırladıkları muhteşem animasyon “Hearth and Home” gösterildi. Jason Chayes, gün içerisinde karşısında durduğumuz Lich King’in de seremoniden bir saat kadar önce alt edildiğini duyurdu. (Beat that, Arthas!) Ancak en güzel haberlerden biri, Hearth and Home animasyonunda yer alan karakterlerin bulunduğu başka animasyonlar ve çizgi romanlar yayınlayacakları oldu.
Hearthstone’un arkasından Heroes of the Storm sahnedeki yerini aldı. Nexus’un yeni ziyaretçisi Kel’Thuzad’ın oynanış videosunu sunan Alan Dabiri, birtakım kahramanlara gelecek yeni görünümlerden de bahsetti (bkz. Dreadlord Jaina, Death Knight Sonya, Crypt Queen Zagara). Bunun dışında Kel’Thuzad’ın yaratım sürecinde hazırladıkları çeşitli videolar olduğunu ve bunları da yayınlayacaklarını duyurdu.
Sunum sırası World of Warcraft’a geldiğinde ise sahnede Ion Hazzikostas vardı. (Kendisini çok sevdiğimden anlamsızca çığlık atmış olabilirim, ne var?) Legion ek paketinin yeni yaması 7.3 – Shadows of Argus’un tanıtımıyla başlayan sunumda Argus’a giderken karşılaşacağımız ilk oyun içi sinematik de gösterildi. Çıkış tarihinin Avrupa için 30 Ağustos olduğu da duyuruldu -ki şu anda Argus’un altını üstüne getiriyoruz zaten. 🙂
Seremoninin son sunumu ise Overwatch ekibine aitti. Chacko Sonny’nin sahne aldığı sunumda Overwatch kısa animasyon serilerinin ikinci ayağını başlatacak olan ilk bölüm “Rise and Shine!” gösterildi. Mei’nin dondurularak uykuya yatırılışını ve uyandıktan sonra yaşadıklarını anlatan bölüm gerçekten hüzünlü ancak bir o kadar da güzeldi.
Etkinlik bittiğinde Starcraft ve Diablo için üzülmeden edemedim.
Böylece bir günü daha geride bırakmış olarak Koelnmesse’den ayrıldık ve asıl en yoğun olacağımız perşembe gününe hazırlanmak için dinlenmeye gittik.
İkinci sunum yeni Naruto oyunu Naruto to Boruto: Shinobi Striker üzerineydi. Bu, Fatal Bullet’ın bıraktığı kötü tadı bir nebze aldı doğrusu. Bu aralar multiplayer çekişmeli oyunlar pek moda biliyorsunuz ki, Naruto da bu trendi yakalamak adına 4’e 4 arenaya taşımaya karar vermiş işi. Animeden bildiğiniz karakterleri alıp çeşitli arenalarda belli görevleri yerine getirmeye çalışmanın yanında kendi ninjanızı yaratmak gibi çok tatlı bir özellik de eklemişler. Ben animeden favorim olan Kakashi’yi seçtim tabii hemen ama kendi karakterimi yaratma seçeneğini kurcalamayı da merakla bekliyorum bir yandan. Özetle Naruto seviyorsanız oynanır gibi duruyor bu. En azından Fatal Bullet’a kıyasla daha fazla umut vadediyor.
Dil problemini bir kenara bırakırsak Monster Hunter için beklentilerim yüksekti doğrusu. Kendinden on kat büyük bir yaratığı gerek üstüne tırmanarak gerek kanatlarını oklayarak avlama mekaniklerini oldukça severim, Dragon’s Dogma’yı her ortamda överim. Ancak Monster Hunter bu konudaki beklentilerimi karşılayamadı. Silahlar ağır, kontroller tuhaf ve dövüş mekanikleri beklentilerime göre oldukça kısıtlıydı. Hafif vuruş, ağır vuruş ve takla atarak kaçınma mekanikleri zaten her oyunda bulabileceğimiz basit şeyler. Oyunun grafikleri ve manzaraları gerçekten hoş olsa da en azından Gamescom’da bize gösterilen kadarıyla ilgimi çekmeyi başaramadı. Son on dakikayı “Ne zaman bitecek?” diye beklemekle geçirdim.
Bu sırada Gwent için Burcu’ya dönebiliriz!
Bu senaryoda Rivia ve Lyria kraliçesi Meve olarak dağ tepe geziyor ve ülkemizi adam ediyoruz. Bize gösterilen başlangıç senaryosuna göre Kuzey Krallıkları liderleriyle olan bir görüşmeden dönerken topladığımız vergilerin haydutlar tarafından çalındığını öğreniyoruz ve bu işe bizzat el atmaya karar veriyoruz. Haydutlara yardım ve yataklık ettiği söylenen köylüleri getiriyorlar karşımıza ve… çıkarıyoruz kartları, başlıyoruz bi el Gwent-…
Hayır tabii ki. Koskoca kraliçe olarak tavernalarda kart atmıyoruz. Kartlar bizim askerlerimiz, belli karakterleri temsil eden özel kartlar da yandaşlarımız. Oyundaki kontrol merkezimiz olan kamp alanına gittiğimizde kendilerini orada takılırken görebiliyoruz. Bu arada karakterlerine çok aykırı olacak seçimler yaptığımızda da kalkıp gidebiliyorlarmış. Tabii onlar gidince Gwent savaşlarımızda kullanabileceğimiz bir kartımızı da kaybetmiş oluyoruz. Kart oyununda ne seçimi diye soracak olursanız… oynanışın epey RPG stili olduğunu söyleyebilirim. O sorgulamak için getirdikleri köylüleri ne şekilde sorgulayacağımızdan tutun da ne ceza vereceğimize kadar pek çok seçim yapıyoruz. Bu seçimlerin hem hikâyeye hem de Gwent oyunumuza etki edeceğini de öğrendik. Örneğin ceza olarak köylüleri askere alırsanız, onları kampınızda eğitebiliyorsunuz. Bu sayede yeni asker kartlarınız olmuş oluyor. Eğitmezseniz de muhtemelen PFI.
Kısacası en az beklentiyle gittiğim Gwent en çok beklentiyle çıktığım oyun oldu, tek kişilik senaryo modu gümbür gümbür geliyor. Witcher serisinin biraz geçmişinde geçtiğini de hesaba katarsak hikâyesiyle de merak ettiren bir oyun olacak. Bir noktada Geralt of Rivia bağlantısına da değineceklerinden de hiç şüphem yok doğrusu.
Perşembe gününün yorgunluğunu atmak için ise Blizzard’ın bizleri özel olarak davet ettiği ve sınırlı sayıda katılımcının yer aldığı partinin yapıldığı mekana adım attık. Blizzard partisinin detaylarına bu yazının sonunda yer alan “Bonus” kısmında yer verdim ancak şu kadarını söyleyebilirim ki şahsen hayatımın en güzel gecelerinden biriydi.
Bir önceki gün Playstation standında uğrayıp ziyaret edeceğimizin bilgisini verdiğimizden ötürü sabah ilk iş Detroit: Become Human’ı denemeye gittik. Bir araştırma görevini tamamladığımız bölüm bile oyunu beğenmemize yetti de arttı bile. Gerçekten çok hoşumuza gittiğini belirtmem gerek. Özellikle de araştırmayı gerçekleştirirken kontrol ettiğimiz android karakterin gözünden olayların nasıl gerçekleştiğini görmek, bulduğumuz ipuçları sayesinde yaşananları tekrar canlandırmak ve araştırmayı sonuçlandırmak oldukça keyifliydi. Son bölümdeki konuşma ekranında yazılar İngilizce olsaydı daha iyi olabilirdi tabii fakat ne dediğimizden tam emin olmadan rastgele tuşlara basan Burcu gayet başarılı bir şekilde bölümü tamamladı. 😀 (Almanya’da olmanın eksileri…)
Her şey güzel ilerlerken küçük birkaç talihsizlikle karşılaştığımız da oldu. Özellikle Shadow of War’u denemek isteyen Can’ın başına geleni kendi kaleminden okuyalım derim.
Ufak çaplı bir stüdyo olan Warhorse Studios bizi hemen içeri buyur etti. Hatta bilgisayarın başına otururken görevlilerden biri üzerimdeki Destiny 2 tişörtünü görüp “Ooo, Bungie’den misiniz?” diye sordu. “Yok, Destiny 2 oynayanlara dağıtıyorlar bu tişörtlerden” diye cevaplayıp (istemeden de olsa) hevesini söndürmüş oldum. Her neyse… Kingdom Come çok uzun süredir radarımda olan bir oyundu zaten. Orta Çağ dönemini içine hiçbir fantezi katmadan olduğu gibi yansıtan bir RPG kendisi. Oynadığım kısa seansta bile o dönemi ve Doğu Avrupa havasını çok güzel yansıtmayı başardıklarını söyleyebilirim. Oynanışta ufak tefek pürüzler var ama oyunun çıkışına daha aylar olduğu için onları da törpülerler diye umuyorum. Kısa bir-iki görev hallettikten sonra savaş sistemine dair ufak bir hazırlık oynadıktan sonra (ki silahın savuruş açısını falan ayarladığınız ilginç bir sistemi var) bize ayrılmış sürenin sonuna geldik ve tekrar Shadow of War standına yürüdük.
Shadow of War standında artık gerçekten de iletişimsizlikten mi yoksa önceki görevlinin cinliğinden mi bilemiyorum ama bir vardiya değişimi olmuştu. Yeni görevli bize yardım etmeyi katiyetle reddettiği gibi lafımıza da inanmadı bir türlü. Bir üst yetkiliyi ya da 40 dakika önce burada olan arkadaşı çağırın dedim ancak gelen eleman da “Yok, oynatamayız. Biz size 40 dakika sonra gelin falan demedik” diye diretince dediğim gibi Shadow of War’a beslediğim hisler bir parça daha nefret kısmına kaydı.
BONUS: BLIZZARD PARTİSİ
Partinin gerçekleştiği bara ilk gittiğimizde gerçekten nerede olduğumuzu sorguladık, yalanımız yok; zira içeride Wowhead’den ve kendi kanalı olan TradeChat’ten tanıyor olabileceğiniz Panser ve Method loncasının lideri Sco dışında Swifty, Trump, Lowko gibi isimler vardı.
Biz öyle kendi hâlimizde oturup ne yapsak diye düşünürken göz ucuyla Oyun İçi Sinematik Proje Direktörü Terran Justice Gregory’yi gördüm. Twitter paylaşımlarından ne kadar cana yakın biri olduğu aşağı yukarı belliydi ancak fazlasıyla çekingen olduğumuzdan yanına gitmemiz yarım saatlik bir bekleyişten sonra (tam da yalnız yakaladığımızda) gerçekleşti. İyi ki yapmışız! Öylesine sıcakkanlı ve konuşkan biriydi ki sonrasındaki 1,5 saati kendisiyle (ve bir ara yanımıza gelen Ion Hazzikostas ile) sohbet ederek geçirdik. (Ion’un beni o günkü söyleşiden hatırlayıp “Aaa tekrar merhaba!” demesine içten küçük bir fangirl çığlığı atmış olabilirim.)
Terran ile sohbetimizde öncelikle sinematikleri ne kadar sevdiğimizden bahsettik, özellikle Legion ile çıkardıkları işin ne kadar muhteşem olduğunu övüp durduk. Varian’ı neden patlatarak öldürmeyi tercih ettiklerini sorduğumuzda konuyu “Warcraft’ta biliyorsunuz ki ölen biri gerçekten ölü kalmayabiliyor. Bir şekilde geri gelme olasılığı çok yüksek ve bunu daha önce de gördük. Özellikle iyi bir karakterin diriltilip kötü karakter olarak gelmesi durumunun önüne geçmek ve Varian’ın bir daha dönmeyecek şekilde aramızdan ayrıldığını net olarak ortaya koymak için böyle bir yol izledik” şeklinde açıkladı. Ayrıca eşinin Val’sharah görevlerini bitirdiğinde gözleri yaşlı bir şekilde yanına koştuğundan, başını omzuna koyarak “Ysera!” diye ağlamaya başladığından ve bunun kendisini ne kadar kötü hissettirdiğinden bahsetti. “Bunu ona ben yaptım. Korkunç bir eşim!”
Dayanamayıp “Siz neden animasyon olarak Warcraft dizisi/filmi yapmıyorsunuz?” diye de sorduk ancak işlerin öyle düşünüldüğü kadar kolay olmadığını öğrendik. Junkertown animasyonu yetişsin diye oyun motoruyla hızlıca iş çıkarttıklarından ancak Rise and Shine üzerine bir sene çalışıldığından bahseden Terran, “Sinematiklerinden sorumlu olduğum altı oyun var, bunların hepsiyle ilgili birçok çalışma yapılıyor. Tüm bunların üstüne bir de animasyon serisi çıkarmaya çalışmak ekibimiz için ölümcül olur zira bunun için yatırım, zaman ve daha fazla kişiye ihtiyaç var. Blizzard’a Pixar kalitesinde sinematik çıkartabilecek fazladan 100 kişi daha bulursanız beeeelki düşünebiliriz,” dedi. Son kısımdan emin değiliz, söylerken hiç ciddi değildi zira. 😀
Legion ek paketinin başından beri oldukça hüzünlü bazı sinematiklerle karşılaştığımızı ve Argus’ta da durumun böyle olup olmayacağını sorduğumuz Terran, “Ek paketin başlarında başımıza hep kötü şeyler geldi, birçok kayıp verdik. Ancak artık Argus’tayız, savaşı onlara taşıdık. Bundan sonra saldıran taraf olarak artık uğraşlarımızın meyvesini alma vaktimiz geldi; sinematikler de bu yüzden daha zafer ağırlıklı olacak” diyerek içimize biraz su serpti.
World of Warcraft’ın lokalizasyonu üzerine de konuşmaktan geri kalmadık ve oyunun Türkçe olarak sunulmasının önündeki zorluklardan bahsettik. Lokalizasyon ile çevirinin ne kadar benzer ancak farklı konular olduğunu konuşurken bir yandan da bunun büyük bir departman işi olduğundan, pazar araştırması yapılıp bütçelenmesi ve onaylanması gerektiğinden, uzun bir süre aldığından söz eden ve bunu yaparlarsa kaç Türk oyuncuyu WoW’a bağlayıp kâr elde edilebileceğini sorgulayan Terran, “Blizzard bir şirket ve sonuçta o kadar uğraştan sonra kendisine planladığı şekilde kâr getirmeyecek bir işe girmesi zor” sözleriyle de konuya açıklık getirdi. (İşte bu yüzden, arkadaşlar, oyunu Türkçe görmek istiyorsanız forumlarda veya topluluk sayfalarında konuyu açıklamalı ve uygun bir dille detaylandırarak talep etmelisiniz.)
Hazır Ion’u da yakalamışken ona da sorular yönelttik. Kendisine kaç tane Chronicle kitabı çıkacağını sorduğumda “Açıkçası bilmiyorum” demesi biraz üzücü olsa da üçüncü kitabın konusu göz ününde bulundurulduğunda birkaç kitap daha çıkacağını teyit etti; ancak sayısını söylemedi. Ayrıca bu seneki Blizzcon’da çok bomba açıklamalar olacağını da söyledi; merakla bekliyoruz! (Biraz daha konuşkan olsaydı çok daha iyi olabilirdi; gerçi bu benim gerçekten heyecandan dilimin tutulmasıyla ilgili de olabilir, tam emin değilim.)
Can ve Burcu bu noktada partiden ayrılırlarken bir daha böylesine bir ortamı nereden bulacağım düşüncesiyle kalmaya karar verdim ve şansıma kahkahalarıyla barı inleten Hearthstone Oyun Direktörü Ben Brode ile bir araya gelme şansını yakaladım. O sırada yanımızda bulunan Terran’ın “Ezgi senin kahkahanı kaydedip sabah alarmı olarak kullanmak istiyormuş!” demesiyle birlikte kendimi bir anda telefondaki uygulamanın kayıt tuşuna basarken buldum; zira “Yapalım tabii, çıkart telefonu” diyen Ben bu konuda oldukça hevesliydi. Ardından bir arada bulunduğumuz grupla birlikte hoş bir Hearthstone sohbeti başladı. Öğrendim ki Arthas’ın aslında her bir Hearthstone kahramanı için özel diyalogları bulunuyormuş ancak yazıldıktan sonra bir sebepten ötürü onaydan geçmemiş; bu yüzden de hepsi oyuna eklenememiş. Ses kayıtlarını toplu hâlde yaptırdıklarından ve birkaç cümle için tekrar kayıt isteyemediklerinden ötürü şimdilik bunları ekleme planları yokmuş ancak kim bilir, belki bir gün yapabilirler!
Tam bu sohbetin ortasında Terran, yanımızdan geçmekte olan birini çevirip benimle tanıştırdı ve ona Lorekeeper’dan, hikâyeleri nasıl Türkçeleştirip sunduğumuzdan bahsetti. (Buna ben de şaşırdım, emin olun. Bu kadar şaşkınlıkla anlatmasını beklemiyordum açıkçası.) Tanıştığım kişi ise Blizzard Animasyon departmanının Proje Direktörü Benjamin Dai’nin ta kendisiydi. İkisine de şahsen oyunların sanatsal tarafıyla daha çok ilgilendiğimden ve sinematiklerin benim için ne kadar önemli olduğundan bahsettim. Bu sırada Benjamin, Terran’ın daha şanslı olduğunu, onlar oldukça eğlenceli Junkertown ile uğraşırlarken kendi ekibinin sıkıcı Mei ağlama animasyonları üzerinde çalıştığını anlattı. (Bu arada Terran’ın ekibinin Benjamin’inkine göre oldukça küçük olduğunu da öğrenmiş oldum.)
Parti gece yarısında son buluyordu, ben de yaklaşık 20 dakika öncesinde bardan ayrıldım. (Giderken Ion’a bir hoşça kal demeyi unutmadım tabii ki!) Şimdi bile keşke biraz daha dursaydım diyorum zira o anki yorgunluğumla gitmeyi tercih etmiş olsam da hep ekrandan izlediğim ve tanışmak için can attığım kişilerle sonunda bir araya gelmiştim ve acaba daha neler konuşabilirdik diye içim içimi yemeye devam ediyor. Belki bir gün, tüm gece boyunca bizi Blizzcon’a gitmeye ikna etmeye çalışan Terran’ın sözünü dinleyip tekrar bir araya gelme şansını yakalayabiliriz. Ya da önümüzdeki Gamescom sırasında düzenleyecekleri partide buluşuruz. Kim bilir…