Lorekeeper

İSİMSİZ HİKÂYELER: YENİDEN DOĞUŞ

“Anne, Argus nasıl bir yerdi?”

Yemek masasında yemeğin hazırlanmasını bekleyen kızına arkası dönük bir şekilde tezgâhta salata hazırlamakta olan annesinin yüzünde bir gülümseme oluştu.

“Benim minik kızım ne kadar da meraklı olmuş böyle.”

“Minik değilim ben tam beş yaşındayım artık! Ama evet anne, çok merak ediyorum. Anlatsana lütfen. Hep babamla konuştuğunuzu duyuyorum. Biz oradan gelmişiz değil mi? Nasıl bir yerdi? Buradaki gibi ormanlar var mıydı ya da büyük dev gibi yaratıklar?” Heyecandan sandalyede yere değmeyen ayaklarını hızlıca sallamaya başladı. “Lütfen, lütfen…”

“Tamam, tamam anlatırım.” Arkasını dönüp hazırladığı salatayı masaya koydu. “Ama önce yemeğini yiyeceksin. Bu gece seni uyuturken masal yerine Argus’u anlatacağım tamam mı?”

“Off ben o kadar bekleyemem kiii!” Kucağında sıkıca tuttuğu oyuncak ayısına dönüp “Görüyorsun değil mi? Pebby. Akşama kadar beklememiz gerekiyormuş,” dedi.

Annesi biraz kızdı. “Gaia, hani yemek masasına oyuncak taşımıyorduk?”

“Ama anne o oyuncak değil, benim en sevdiğim arkadaşım Pebby. Onun da yemek yemeğe ihtiyacı var.”

O sırada Gaia’nın babası Gornas bir hışım ile odaya daldı. Nefes nefese kalmış, terlemiş bir şekilde soluklanmaya çalışıyordu..

“Geliyorlar, çabuk! Geliyorlar.”

“Kim geliyor?” diye soluğu yanında aldı eşi Nadia.

“Orklar! Orklar geliyorlar! Saldırıya başlamışlar vaktimiz yok. Çabuk!”

“Ama nasıl?” Şaşkın bir şekilde Nadia olayları anlamaya çalışıyordu.

“Gaia’yı yanına al ve kaçın. Yanına çok fazla bir şey alma. Ağırlık alma, olabildiğince hızlı koş.”

Gaia bu arada yemek sandalyesinden inmiş camdan dışarıya bakıyordu. Herkes telaşla sağa sola koşturuyordu. Komşuları da apar topar yanlarına bir şeyler almış, koşuyorlardı. Komşularının oğulları kucağındaydı ve Gaia ile göz göze geldi. El sallamaktan başka bir şey yapamadı arkadaşına.

“Gaia, acele et. Gidiyoruz kuzum.”

Hemen yan odaya geçtiler. Gaia Pebby’e sıkıca sarılmış bir köşede korkudan ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Annesinin deli gibi tüm çekmeceleri yere indirip bir şeyler arıyor olması canını sıkmıştı. Ve dışarıdan kötü bir koku gelmeye başladı. Camdan dışarı baktığında yeşil bir duman pencereyi kaplamaya başlıyordu. Gaia burnunu tıkadı eliyle.

O sırada babası yanlarına geldi. Gümüşi kalın bir zırh giyinmiş bir eline kalkan bir eline de gürz almıştı.

“Ben savunma hattına gidiyorum. Eğer kaçmayı başarırsanız kuzeye, Gorgrond’a doğru çıkın. Tehlike geçene kadar mağaralardan birine sığının. Ben sizi bulurum. Maraad bizim birliğe liderlik edecekmiş. Beni düşünmeyin. Sizi seviyorum.”

Annesinin yanına gidip, iki boynunuzun tam ortasından alnından öptü. Eredun dilinde bir şeyler mırıldandıktan sonra Naaru’nun Kutsaması büyüsü alnında belirdi annenin.

Ve yayından fırlamış bir ok gibi çıktı odadan. Nadia, yanlarına alacakları eşyaları hazırlarken çekmecenin birinden işlemeli bir hançeri de kemerine sabitledi. Gaia artık daha fazla dayanamamaya başladı.

“Anne neler oluyor?”

“Kızım anlatacak vaktimiz yok hadi hemen çıkalım evden.”

Tam odanın kapısına yöneldi ki evlerinin dış kapısı bir orkun bağırışı ve omuz atması ile sarsıldı.

Gaia tam bir çığlık atmak üzereydi ki annesi eliyle hemen ağzını kapadı. Parmağını dudağına götürerek ses çıkarmaması için uyardı. O sırada dış kapıdan yeniden bir ses geldi. Ork kapıyı kırmak için zorluyor ve anlayamadıkları bir dilde böğürüyordu.

Nadia Gaia’nın elinden tutup dolabın içerisine koydu.

“Birtaneciğim ne olursa olsun hiç sesini çıkarma ve buradan hiç çıkma. Ben buradan seni almaya geleceğim.”

“Anne bırakma beni lütfen,” diye ağlayarak yalvardı Gaia.

“Şimdilik gitmem lazım ama hemen döneceğim. Seni yalnız bırakmam, sana daha Argus’u anlatacağım unuttun mu? Şimdi uslu bir kız ol ve sözümü dinle. Ne olursa olsun ama ne olursa olsun sesini çıkartma. Anlaştık mı?”

Annesi Gaia’nın ellerini ellerinden güçlükle çekebildi. Dolabın kapağını kapattı ve diğer odaya geçti.

Pebby’e sıkıca sarılmış Gaia korkudan titremeye başladı. Dolabın hafif aralık kapağından kapalı odasının kapısı görünüyor ve sadece sesler geliyordu. Ve birden büyük bir gürültü evin içinde yankılandı. Bir anda annesinin çığlığı ile birlikte bir orkun acı içerisindeki sesini duydu. Sonrasında gelen boğuşma sesleri, bağırışmalar, yere düşen sandalye ve masaların seslerinin hepsini tek tek ayırt edebiliyordu ve derken derin bir sessizlik oldu.

O sessizlikte kalp atışlarını kulaklarında duyan minik Gaia, kapının altındaki aralıktan mavi bir kanın odasına doğru yavaş yavaş aktığını görünce iki eliyle ağzını kapatıp ağlamaya başladı. Sonra odasının kapısı yavaşça açıldı. Gözleri kıpkırmızı, sinirden burnundan soluyan yeşil renkli, dev dişleri olan bir ork sendeleyerek içeri girdi. Orkun sol omzu ile boynunun birleştiği yerde annesinin hançerinin saplı olduğunu gördü. Üzeri kan içerisindeydi ve nefes aldırmayacak kadar kötü bir koku odanın içine dolmuştu.

Kendi kendine söylenip çığlıklar atan orkun ayakta durmakta zorlandığı belliydi. Dolaba doğru yaklaşırken attığı her adımın acısı yüzüne yansıyordu. Sağ eliyle sol omzuna saplanmış bıçağı yerinden çekince yaradan kan fışkırmaya başladı. Kendi hayatının da son anlarında olduğunu hisseden ork içinde bulunduğu duruma sinirlendi. Kalan son enerjisiyle Gaia’nın çalışma masasını kaldırıp dolaba doğru fırlattı. Çarpmanın etkisi ile dolap yan yatarak düştü ve masa dolabın üzerine düşerek kapaklarını kapattı. Gaia, annesinin sözünü dinleyip hiç sesini çıkarmıyor ama heyecandan bağırmamak için kendini zor tutuyordu. Yan yatmış bir şekilde dolabın aralığından hâlâ orku gözetliyordu.

Sonunda ork yere yığıldı. Sol yanına düşmüştü ve kendi omzundan akan kanın içerisinde yan yatmış bir şekilde dolabın içerisindeki Gaia’yı fark edip onunla göz göze geldi. Korkudan altını ıslatan Gaia, Pebby’e hiç olmadığı kadar sıkı sarılmış ve gözünü bir an olsun yerde yatan orktan ayırmıyordu. Ork gözlerinin içine bakarak anlamadığı bir şeyler fısıldadı. Sonra gözlerindeki o kırmızılık yavaşça söndü.

Bir an evvel annesinin yanına gitmek için dolabın kapağını açmaya çalışıyor ama minik bedeninde topladığı güç dolabın üzerine düşmüş masayı yerinden oynatmasına bile izin vermiyordu. Ağlamaya başlayarak dolabın kapağına vurmaya başladı.

“İmdaaaaaaat! Yardım edin!”

Sırtını dolabın içerisine verip ayakları ile tüm gücüyle kapakları açmayı denedi ama yine başarılı olamadı.

“Anneeeee!”

Sesini duyabilecek kimse yoktu etrafında. Umudu tükenmişti. Babasının ışığa karşı söylediği birkaç duayı hatırladı. Hıçkırarak sessizce ağlamaya ve dua etmeye başladı.

“Komutanım! Burada bir kız çocuğu var.”

Aniden sıçrayarak uyandı Gaia. Dolabın hemen yanında parlak zırhlı bir Draenei muhafızı masayı tek bir hamleyle dolabın üzerinden aldı. Dolabın kapağını açar açmaz içeri giren ışık Gaia’nın gözlerini rahatsız etmesine rağmen uzun zamandır ilk defa ışık kendisine bu kadar güzel görünüyordu.

“İyi misin?” diye sordu muhafız.

“Hı-hı,” diye yanıt verdi Gaia. Kamaşan gözlerini açmakta zorlanırken odasına birkaç kişinin girdiğini fark etti. En önde yaşlı beyaz sakalları ve heybetli görünümüyle grubun lideri olduğunu belli eden bir Draenei vardı. Gülümseyerek çömeldi.

“Işığa şükürler olsun!”

Sağ elini havaya kaldırıp Gaia’ya doğru savurdu. Beyaz, parlak bir ışık Gaia’nın etrafını sardı. Gaia bir anda ellerindeki çiziklerin geçtiğini gördü; yaraları iyileşiyordu.

“Adın nedir küçük hanım?”

“Gaia, efendim.”

“Benim adım da Velen. Tanıştığımıza memnun oldum. Artık korkmana veya üzülmene gerek yok. Senin yeni ailen bizleriz. Seni yeni evine götürmeye geldik.”

Gaia olanları büyük bir olgunlukla anlayıp boynu bükük bir şekilde kabul etti ve sordu: “Pebby de bizle gelebilir mi?”

“Tabii ki,” dedi Velen gülümseyerek.

Gaia yan odaya geçerken karşılaşacağı manzarayı görmekten korkuyordu. Gözleri kapıda iki adım geriye attı. Velen kuşkusunu anladı ve Gaia’yı büyük bir şefkatle kucağına aldı. Kapıdan çıkmak üzere her yeri dağılmış salondan geçerlerken Gaia annesini göremedi.

Dışarı çıktıklarında kapılarının önünde yaklaşık 50 kişilik bir kafile gördü Gaia. Herkes bineklerine ve sırtlarına mallarını yüklemişti; her halleriyle bir yolculukta oldukları belliydi. Gaia’yı Velen’in kucağında görünce bir sevinç çığlığı atıp alkışladılar. Herkesin yüzünde bir mutluluk ve umut gördü Gaia. Tek tek herkes öpmek ve sarılmak için minik Gaia’nın etrafında toplandılar.

Köyüne dönüp baktığında köyün tamamen yanıp yıkılmış olduğunu gördü. Kimi evlerden sönmüş yangınların beyaz dumanları hâlâ tütüyordu. Ork ve draenei cesetleri her yeri kaplamıştı.

“Toparlanın bakalım,” dedi gür sesiyle Velen. “Gidecek çok yolumuz var. Gün batmadan yolu yarılamalı ve diğer köylerde kurtulanlar var mı bakmalıyız. Gaia, sen benimle geliyorsun.”

Velen, minik Gaia’yı bineğinin önüne oturttu. Kafile yolculuğuna kaldığı yerden devam etmeye başladı.

Gaia başını Velen’ın göğsüne yaslamış uzaklara dalmıştı. Velen Gaia’nın kulağına eğilerek “Yolumuz uzun, sana geldiğimiz yeri Argus’u anlatmamı ister misin?” diye sordu.

“Elbette isterim,” dedi Gaia.

Sonra gözünden bir damla yaş düştü…