Lorekeeper

BALDUR’S GATE TARİHÇELERİ: BHAALSOYU DESTANI

“Cinayet Tanrısı can verecek,
Ancak onun felaketiyle fâni bir kuşak doğacak,
Ölümüyle kaosu ekmiş olacak,
Böyle buyurdu bilge Alauondo…”

Gerçekten de Alauondo’nun buyurduğu gibi oldu. Oghma kâtiplerinin “Sıkıntılar Zamanı” olarak kaleme aldığı dönemde tanrılar fâni bedenleriyle yeryüzünde yürümek zorunda kaldığında Faerûn’un çehresi de sonsuza kadar değişti. Kimi tanrılar düştü, kimi ölümlüler bunu fırsat bilip onların yerini doldurdu. Hayatta kalıp Lord Ao’nun testini geçmiş olanlar bile ilahi tahtlarına döndüklerinde artık eskisi gibi değillerdi.

Bütün bu karmaşanın ardından Bhaalsoyu Destanı patlak verdi; ancak onun bile sona ermesinin üzerinden Vadi takvimine göre 100 küsur yıl geçti artık. Hikâyenin içinde yer alan kahramanların çoğu ömürlerini doldurup Lord Kelemvor tarafından yargılanmak üzere göçüp gittiler… Bunlara yakın zamanda Baldur’s Gate şehrinde katledilen Grandük Abdel Adrian da dâhil.

Ben de Grandük Adrian’ın anısına hem onun geçmiş maceralarını kaleme alıp hem de hatırı sayılır bazı yoldaşlarına dair bulabildiğim ilginç bazı notları topladım. Bhaalsoyu’nun sonuncusu ölmüş olsa bile hikâyeleri böylece gelecek nesillere aktarılabilecek ve Faerûn’da şarkılara, destanlara konu olmaya devam edecek…

-Volothamp Geddarm

Efsanelere göre bir zamanlar çok hırslı ve gözü pek bir fâni olan Bhaal, kendisi gibi iki başka fâniyle gücünü birleştirerek ilahi kudretin peşine düştü. Yedi Kayıp Tanrı’nın sonuncusu olan Jergal’ın düzlemine girdiklerinde hakları olan gücü zorla almaya hazırlanmışlardı ancak hepsini şaşırtan bir şekilde Jergal onlara gücünü ve makamını kendi isteyerek pay etti: Bane, tiranlığın ve çekişmenin kara kalpli tanrısı olmayı seçti; Myrkul, kemikler ve ölüleri himayesine aldı; Bhaal ise ölüm, katliam ve cinayetin tanrısı oldu. Bu üç yeni tanrı, bu noktadan itibaren sıklıkla “Ölü Üçlü” adıyla anıldı. (Bu efsanenin hikâyeleşmiş versiyonu olan Ölü Üçlünün Tarihi: Beş Taş Oyunu, Kafatası Bovlingi ve Boş Tahtı kütüphanemizde bulabilirsiniz.)

Vadi takvimine göre 1358, yani Gölgelerin Yılı gelip çattığında Diyarlar’ın kozmik dengesini sonsuza kadar değiştiren bir olay gerçekleşti. Ölü Üçlü, gerçekliği değiştirmek için tanrıların tanrısı Lord Ao’nun gücünün kaynağı olduğuna inandıkları Kader Tabletleri’ni çaldılar. Lord Ao’nun bu küstahlığa cevabı sert oldu: Amacını unutmuş bütün tanrıları cezalandırmak ve onlara makamlarını hatırlatmak için Gözcü Tanrı Helm dışında hepsini fâni bir şekilde Faerûn’a sürdü. “Sıkıntılar Zamanı” ve zaman zaman da “Avatar Krizi” olarak anılan bu dönemde Helm’in görevi, fâni boyutun ötesine açılan İlahi Merdiven’i koruyarak tanrıların Ao’nun cezasından kaçmasını önlemekti. Bu dönem birçok eski tanrının ölümünün yanında bazı fânilerin de tanrılığa yükselişiyle sonuçlandı.

Bhaal’ın fâni formu

Ölü Üçlü’nün üçü de bu dönemde fâni olarak yaşamını yitiren tanrılar arasındaydı ancak bir tek Bhaal’ın buna yönelik bir planı vardı. Kendi felaketini öngörmüş olan Bhaal, zamanı geldiğinde kaybedeceği gücü geri almak için uzun vadeli bir plana girişti: İlahi özünden parçalar taşıyan sayısız çocuk yaptı ve bu çocukların vahşi dürtülerle birbirlerini öldürecekleri ya da er geç Bhaal rahipleri tarafından bulunarak katledilecekleri zamanı bekledi. Böylece bütün çocukları öldüğünde tanrısal özü parça parça serbest kalacak ve Cinayet Tanrısı’nın yeniden doğuşunu müjdeleyecekti.

Gerçekten de öngörüldüğü gibi oldu ve Bhaal, Boareskyr Köprüsü’nde Mask’ın avatarı olan kılıç Tanrıfelaketi’ni kuşanmış olan Cyric tarafından öldürüldü. Tanrının toksik kanı köprünün altından akan suları zehirledi; güçleri ve makamı ise onu öldürmüş olan Cyric’e geçti. Lakin aldığı önlemler tam da umduğu gibi işe yarıyordu ve ne yazık ki bu Bhaal’ın sonu değildi.

Cyric, Tanrıfelaketi’yle Bhaal’ı öldürürken…

Çok geçmeden tam da Bhaal’ın beklediği gibi takipçileri, keşfedip yakalayabildikleri Bhaal’ın kanından çocukları katledip özlerini serbest bırakmaya başladılar. Kurban etmek üzere yakaladıkları çocuklar arasından özellikle iki tanesi, Diyarlar’da uzun yıllar hissedilecek bazı izler bıraktı: Sarevok Anchev ve Abdel Adrian.

Sarevok ve Abdel’in kurban edilmeye çalışıldığı tören bir grup Arpçı tarafından basıldı ve Gorion adında bir büyücü, ayinden kurtardığı Abdel’i evlatlığı olarak alarak Candlekeep’e götürdü. Sarevok ise çıkan karmaşadan yararlanarak kaçıp kendi başının çaresine baktı. Sokaklarda bir başına büyüyen Sarevok, Baldur’s Gate şehrine kadar gelmeyi başardı. Burada şehrin önemli tüccar hanelerinden biri olan Demir Taht’ın lideri Rieltar Anchev tarafından evlat edinildi.

Aradan geçen yıllarda Abdel, Candlekeep’in eşsiz kütüphaneleri arasında sakin ve sıradan bir hayat yaşarken Sarevok ise üvey babasının Kılıç Sahili üzerindeki etkisini arttırmak için oynadığı politik oyunları öğrendi ve kendisini de bu planlara dâhil etmesi için onu ikna etmeyi başardı.

Demir Taht’ın ve üvey babasının desteğini arkasına alan Sarevok, böylece bölgeye pençesini geçirecek Demir Krizi’nin temellerini atmaya başladı. Ancak hırsları büyük olan Sarevok’un Kılıç Sahili’ni aşan ve Faerûn’u kapsayan çok daha büyük emelleri vardı.

Candlekeep

Gördüğü gizemli rüyalar ve çocukken Bhaal rahipleri tarafından kaçırılışının izini sürerek Alaundo’nun Bhaalsoyu’yla ilgili yaptığı kehanetlere ulaştı. Bölgenin en büyük bilgi kaynağı olan Candlekeep’e giderek bu kehanetleri inceledikten sonra kendisinin bir Bhaalsoyu olduğunu anladı ve hakkı olduğuna inandığı makamı elde etmeyi kafasına koydu. Adım adım planladığı Demir Krizi’nin Amn ile Baldur’s Gate arasında çıkartmasını umduğu savaşın yaratacağı katliamı düşününce… Cinayet Tanrısı’nın yerine ondan daha uygun biri olabilir miydi? Candlekeep’te yaptığı bu araştırmalar sırasında karşılaştığı Abdel’in de kendisiyle aynı özü taşıdığını hissetti ancak Gorion’ın araştırmalarını yakından izliyor olması ona karşı harekete geçmesini önledi. Böylece Sarevok, Abdel’i daha sonra öldürmek için dönmeye karar vererek Candlekeep’i terk etti.

Sarevok, ilahi kökenlerine dair gizem perdesini aralamaya çalışırken Demir Taht’ın ajanları da boş durmayıp çalışmalara başlamışlardı. Nashkel madenlerine sızmayı başarmış olan bir grup, gizlice madenlerden çıkan demirin kalitesini düşürecek bir solüsyon kullanıyordu. Çok kısa bir süre içerisinde bölgede bulunan demirler çürümüş ve işlenemez hâlde çıkmaya başladı. Demircilerin bir şekilde işlemeyi başardığı az sayıda ekipman bile bir anda tuzla buz olup dağılıveriyordu. Demir sevkiyatlarına ciddi şekilde bel bağlayan bir ticaret şehri olan Baldur’s Gate’te, madenleri sabote edenin Nashkel’i de toprakları içerisinde barındıran Amn olabileceğine dair söylentiler işitilmeye başlandı. Demir Taht’ın fısıldadığı bu yalanlar tam da Sarevok’un hesapladığı gibi iki ülke arasındaki ilişkileri zedeleyip gerginliğin büyümesine sebep oldu. Büyüyen gerginlik, işlenebilir kaliteli demir ihtiyacını da beraberinde getirdi. Cloakwood’daki madenleri üzerinden ihtiyaç duyulan bozulmamış demiri fahiş fiyatlara satan ve yavaş yavaş bölgedeki ticari tekel olmaya başlayan Demir Taht, amaçladığı güce ulaşmak üzereydi. Ta ki Sarevok’un diğer planları istemsiz bir şekilde kurdukları her şeyi yerle bir edene kadar…

Sarevok Anchev

Bulduğu bütün Bhaalsoyu çocukları tek tek öldürmeye başlayan Sarevok, bir süre sonra gözünü tekrar Abdel’e ve Candlekeep’e dikti. Lakin büyücü Gorion’ın bölgedeki dostları ve muhbirleri hayli boldu. Tehlikenin duyumunu alan dostları Gorion’a derhâl haber uçurdularsa da Gorion ve Abdel gecenin karanlığında daha henüz yola koyuldukları sırada kara zırhıyla karşılarına dikilen Sarevok ve ekibi tarafından yakalandılar. Gorion, evlatlığının hayatını kurtarmak için geride kalarak Sarevok’u oyaladı ancak katledildi.

Yalnız kalan Abdel, üvey babasının bir şeylerin ters gitmesi durumunda uyması için verdiği talimatlar doğrultusunda ona yardımcı olabilecek Khalid ve Jaheira’yla buluşmak için Dost Eli Hanı’na doğru yola çıktı. Yolda kendisi gibi Candlekeep’te büyümüş ve Gorion’ın kol kanat gerdiği bir başka yetim olan Imoen ile karşılaştı; genç kız merakına yenik düşerek Gorion ve Abdel’i takip ettiğini ve olan bitene tanıklık ettiğini söyledi. Böylece önlerindeki seçenekleri tarttıklarında yanlarında Gorion olmadan şehre kitap ya da yüklü bir bağış yapmadan dönemeyeceklerine karar verdiler ve kuzeye, Dost Eli Hanı’na doğru yola koyuldular.

Dost Eli Hanı

Hana ulaşmasına ulaştılar ancak yolları çeşitli suikast girişimleriyle bezeli ve çetrefilliydi. Khalid ve Jaheira’yla buluşmayı başardılar ve yarı-elf çift seve seve eski dostlarının evlatlığına göz kulak olmayı kabul ettiler. Ancak Abdel’in başına koyulan ödülün her geçen gün artıyor olması, artık hiçbir yerin güvende olmadığını gösteriyordu. Bu yüzden sürekli hareket hâlinde olmanın en iyi çözüm olduğuna kanaat getirdiler ve Arpçılar’ın hâlihazırda araştırmaya niyetli olduğu Demir Krizi’nin kaynağına inmek için hep birlikte Nashkel’e gittiler.

Madenlerin derinliklerine inen grup burada Mulahey adındaki bir Cyric rahibine rastladı. Mulahey, emrindeki kobold köleleri kullanarak kimyasal bir maddenin de yardımıyla demir yataklarını zehirliyordu. Mulahey’in hakkından gelip bütün bu krizin bir tezgâh olduğunu ortaya çıkartan grup, daha sonra da bölgeyi pençesine almış olan haydut probleminin köküne inmeye karar verdi. Cloakwood Ormanı’na girip haydutların peşine düşen grup, iki problemin birbiriyle bağlantısı bulunduğunu ve bütün bu krizin ardında Gorion’ı öldürmüş olan kara zırhlı adamın olduğunu keşfettiler. Demir Taht’ın bu bölgeden daha çok kâr etmesinin önüne geçmek için buradaki madene su bastırdılar ve bütün ipuçlarının işaret ettiği Rieltar Anchev ve oğlu Sarevok ile yüzleşmek için Baldur’s Gate şehrine yöneldiler.

Baldur’s Gate

Baldur’s Gate şehrinde Yanan Yumruk adındaki yerel paralı asker ve muhafız grubuna dâhil olan Abdel ve yoldaşları, böylece şehirde çok daha rahat hareket edebilir ve Demir Taht’ın işlerine burunlarını sokabilir hâle geldiler. Bölgedeki kayıp vakalarını araştıran ekip, yeterli kanıta ulaştıktan sonra şehirde bulunan Demir Taht üssünü bastı ve Sarevok’un Candlekeep’te bir görüşme yapmakta olduğunu öğrendi. Abdel ve beraberindekiler Candlekeep’e vardıklarında Demir Taht’ın bütün üyelerinin vahşice katledildiğini gördüler; dahası bu katliamın suçu da Sarevok tarafından üzerlerine atıldı. Abdel içine düştüğü bu durumdan Candlekeep’in İlk Okutman’ı Tethoril’in yardımıyla kurtuldu ve bununla birlikte Bhaal’ın kehaneti ve kendisinin bu kehanetteki rolünü öğrendi.

Önündeki neredeyse tüm engelleri kaldırmış olan Sarevok, artık planladığı gibi Yanan Yumruk’un liderliğini ele geçirip Baldur’s Gate şehrinin yönetiminde söz sahibi olabilecek ve öncesinde kızıştırdığı ortamda Amn ile topyekûn, tam da Cinayet Tanrısı’na yakışacak bir savaş çıkartabilecekti. Ancak Abdel, Sarevok’un seremonisini bölerek onun planlarını bütün Baldur’s Gate soylularının önünde ortaya döktü. Köşeye sıkışan Sarevok, şehrin altında gizli olan Bhaal Tapınağı’na çekildi. Nihayet karşı karşıya kalan iki yarı-kardeşten galip çıkan Abdel oldu; Sarevok’un parçalanmaya başlayan bedeni de planları gibi rüzgârda savrulurken tanrısal özü Cinayet Tanrısı’na geri döndü.

Tapınaktaki Bhaal sembolü ve Sarevok’un cansız bedeni…

Sarevok’un tanrılığa giden yoldaki hikâyesi sona ererken Abdel Adrian’ın destanı henüz yeni başlıyordu. Bhaal Tapınağı’nın ardındaki karşılaşmanın sonrasındaki haftalarda Baldur’s Gate civarındaki haydutları temizlemeye devam eden Abdel, bu noktada Imoen, Jaheira, Khalid, Minsc, Dynaheir ve hazine avcısı Safana ile birlikte yolculuk ediyordu. Grup bu noktada Yanan Yumruk’un da yardımıyla Kılıç Sahili’ni tehdit eden bir başka sorun olan Işıldayan Hanım ve onun yobaz takipçilerini yenilgiye uğrattı fakat başka güçler bu sırada bir kez daha Abdel Adrian’ın damarlarında akan tanrısal öze gözlerini dikmişti. Dragonspear Kalesi’nde dinlendikleri sırada Abdel ve grubu, cübbeli ve gizemli bir adam tarafından Baldur’s Gate Grandükü Entar Silvershield’ın kızı Skie‘yi öldürmekle suçlandılar.

Gizemli büyücü, Skie’yi öldürürken…

Baldur’s Gate’e götürülerek yargılanan Abdel, Dörtlü Konsey tarafından suçsuz bulunarak serbest bırakıldı; ancak bu olayın ertesinde şehirden ayrıldıkları sırada Gölge Hırsızlar tarafından pusuya düşürülüp Amn’ın başkenti olan Athkatla’ya kaçırıldılar.

Yer altındaki bir zindanda esir tutulan ve işkence gören Abdel ve yoldaşlarının kendilerini kimin ele geçirdiğine dair en ufak fikirleri bile yoktu. Khalid ve Dynaheir, tutsaklıkları sırasında vahşi bir şekilde öldürüldüler. Durum diğerleri için de çok parlak gözükmüyordu ki bir grup hırsız zindana saldırarak büyük bir karışıklık çıkmasına sebep oldu. Bu karışıklıktan yararlanan Imoen serbest kalmayı başardı ve diğerlerini de kurtardı. Imoen, Abdel, Minsc, Jaheira birlikte yüzeye çıkarak özgürlüklerine kavuşmak üzereydiler ki kendilerini kaçıran kişiyle, Jon Irenicus ile karşı karşıya kaldılar. Irenicus aynı zamanda onları Skie Silvershield’ı da öldürmekle suçlayan büyücünün ta kendisiydi. Imoen yeni edindiği büyüleri kullanarak Irenicus ile bir büyü düellosuna girişti ancak bir anda etraflarını saran Başlıklı Büyücüler nedeniyle düelloları sonuca ulaşamadı. Ama belki de ulaşmaması onların lehineydi. Athkatla’da lisanssız bir şekilde büyü yapmak yasaktı ve bu yüzden yasanın uygulanmasından sorumlu olan Başlıklı Büyücüler etraflarında belirip Irenicus’tan teslim olmasını istediler. Irenicus gerçek gücünü sergileyerek büyücüleri tek tek toza dönüştürdü; lakin düşen her büyücünün yerini bir başkası aldığında nihayet teslim oldu ancak tabii tek bir şartla: Imoen de farkında bile olmadığı yasağı çiğnemişti ve büyücülerin bu durumda onu da alıkoyması gerekiyordu. Genç kadının itirazları ve Abdel ile yoldaşlarının çaresiz bakışları arasında alıkonulan Imoen ve Irenicus, büyücüler tarafından Brynnlaw adasındaki hapishaneye ışınlandılar. (Bir zamanlar elf olan ancak ölümsüzlüğü elinden alınarak şehri Suldanessellar’dan sürgün edilen Jonaleth, yani Irenicus’un hikâyesini ayrı bir ciltte kaleme alacağım.)

Jonaleth Irenicus

Abdel ve yoldaşları, büyücülere karşı gelemeseler de Imoen’i unutup kaderine terk edecek değillerdi; 15.000 altın toplayıp Gölge Hırsızlar ile anlaşma yaparak Imoen’in nerede tutulduğunu öğrendiler ve Spellhold adındaki hapishaneye sızarak onu kurtarmaya giriştiler. Bilmedikleri şey ise Irenicus’un hapishanedeyken serbest kalıp adayı ele geçirdiği ve hatta Imoen üzerindeki deneylerine devam ettiğiydi. Irenicus’un grubu en başta yakalatmasının ve üzerlerinde çeşitli deneyler yapmasının sebebi, ilahi ruhlarını damıtacak bir yol bularak tanrılık mertebesine ulaşmak ve ölümsüz olmaktı. Bunun için de tanrısal öz taşıyan Bhaal’ın çocuklarından daha iyi ne olabilirdi?

Irenicus, Abdel ve grubu Spellhold’a geldiğinde kısa bir süreliğine onları tekrar ele geçirmeyi başardı. Imoen’in de bir Bhaalsoyu olduğunu açıkladıktan sonra genç kadının ilahi ruhunu vampir Bodhi’ye, Abdel’inkiniyse kendi bedenine aktardı. Ölü Cinayet Tanrısı’nın hatırı sayılır özüne sahip olan Irenicus, Abdel ve Imoen’i adanın altındaki zindanlara atıp eğlenmesi için Bodhi’ye verdikten sonra elde ettiği güçle kendisini sürgün eden elflerden intikam alma planının sonraki aşamasına geçti.

Bodhi

Ruhunu kaybetmiş olan Abdel, vücudunun ve bilincinin kontrolünü kaybederek Bhaal’ın avatarı olan “Katil”e dönüştü. Bu vahşi formada vampir Bodhi’yi geri püskürten Abdel, dost düşman ayırabilecek kadar kontrol sahibi olmadığı için yoldaşlarına da saldırdı. Neyse ki hiçbirini ciddi bir şekilde yaralamadan tekrar hakimiyetini kazandı ve daha sonra yavaş yavaş bu formu kontrol etmeyi öğrendi. Karanlıkaltı’ndan geçen yolları onları tekrar yüzeye çıkarttığında bir mezarlıkta gizlenmekte olan Bodhi’yi öldürerek Imoen’in ruhunu ve elf şehri Suldanesselar’a giden yolu açan Rhynn Lanthorn adındaki feneri geri aldılar.

Bu sırada Irenicus da boş durmayıp drow hanelerinden Ust Natha ile birlikte elf şehri Suldanessellar ve Yaşam Ağacı’na saldırdı. Ağacın gücünü emerek ele geçirdiği tanrısal özün de yardımıyla arzuladığı ilahi güce çok yaklaşmıştı ancak neyse ki Abdel Adrian zamanında yetişti ve elfler için çok kutsal olan ağacın dalları arasında Irenicus’un yaşamını sona erdirdi. Ancak Irenicus’un bedeninde bulunan ruhu, Abdel’i de cehenneme çekti.

Bhaal’ın düzleminde beş testten geçen ve “Bhaal’ın Gözyaşları”nı toplayan Abdel, son kez Irenicus ile karşı karşıya geldi. Bu sırada kendi de çeşitli testlerin üstesinden gelen Irenicus da artık “Katil” formuna bürünme yetisini kazanmıştı. Böylece ruhun kontrolünü ele geçirmek için amansız bir dövüşe girdiler ve Abdel bir kez daha galip geldi. Irenicus’un ruhu aşağı düzlemlerde acı içerisinde kısılı kalırken Abdel’in benliği ise ruhunu da geri almış bir şekilde Suldanessellar’a döndü.

Suldanessellar’ın elf kraliçesi, Ellesime

Ve böylece Abdel Adrian’ın Kılıç Sahili’ndeki sayısız macerasının ve Bhaalsoyu Destanı’nın en kritik, en önemli kısmına gelindi: Bhaalsoyu Savaşı. Sarevok’un Bhaalsoyu’ndan olanlara yaptığı katliamdan geriye sadece bir avuç Bhaal evladı kalmıştı ve Abdel maceraları sırasında sürekli haksız yere birileri tarafından itham edilip adını temizlemeye ya da deli büyücülerin, yobaz şövalyelerin planlarını bozmaya çalışırken bu çocuklar ise topyekûn bir savaş içerisine girmişlerdi.

Suldanessellar’ı kurtardıktan sonra şehirde Kraliçe Ellesime’nin misafiri olarak ağırlanan Abdel, Kadimler Korusu’nu ziyaret ederken Illasera adındaki bir Bhaalsoyu tarafından yoldaşlarıyla birlikte pusuya düşürülmeye çalışıldı fakat plan başarılı olamadı. Illasera’nın ölümüyle birlikte artık iyiden iyiye büyümüş olan savaşa ilahi bir müdahale gerçekleşti ve Grandük Adrian’ın günlüğünde yazanlar doğruysa (ki buraya kadar derlediklerimin bile kulağa ne kadar çılgın geldiği düşünülürse bundan pek şüphe duymuyorum) bir Solar, Abdel’i Bhaal’ın eski düzlemine çekerek ona güçlerini nasıl kullanacağı konusunda bazı tavsiyeler verdi.

Aşağı düzlemlere olan bu ziyareti sırasında yarı-kardeşleri, öz annesi (Alianna adında bir Bhaal rahibesi), Bhaal’ın ta kendisi ve onun çocukları arasındaki bu amansız savaşa dair birçok şey öğrendi ve hatta tanıdık (ancak çok da dostane olmayan) bir ruhla karşılaştı: Sarevok. Defalarca Abdel tarafından yenilgiye uğratılmış olan Sarevok, Alaundo’nun kehanetlerinde hâlâ oynaması gereken bir rol olduğunu düşünüyordu ve bu yüzden de yarı-kardeşinin karşısında olmak yerine bu sefer ona yardımcı olmayı teklif etti. Öldüğünde tanrısal özünü kaybettiği için artık herhangi bir tehdit oluşturmadığını söyleyen Sarevok’un tek istediği ikinci bir şanstı. Böylece Abdel, ruhunun çok ufak bir parçasını kullanarak eski düşmanını hayata döndürdü ve onun verdiği bazı kritik bilgiler ışığında çok sayıda Bhaalsoyu’nun toplandığı Saradush şehrine ayak bastı; lakin Saradush o anda bir kuşatmanın tam ortasındaydı.

Bhaal’ın düzlemi

Melissan adındaki bir kadın, Bhaal’ın kanından çocukları kollayıp korumak adına onları Saradush’a toplamıştı. Şehrin hükümdarı olan yarı-ork Gromnir Il-Khan da onlar gibi bir Bhaalsoyu’ydu ancak bu hareket, ateş devi Bhaalsoyu Yaga-Shura tarafından bir fırsat olarak görülmüştü. Böylece ateş devleri Saradush’u kuşatmış, içerideki bütün Bhaal çocuklarından tek seferde kurtulmaya çalışmışlardı. Abdel ve yoldaşları Saradush’a geldiklerinde babalarının mirasına ihanet edercesine masum birçok Bhaalsoyu’yla karşılaştılar. Yolları daha sonra Grandük Adrian ile tekrar kesişecek olan ve her korktuğunda istemsizce Toril üzerindeki rastgele bir yere ışınlanan Viekang da onlardan bir tanesiydi.

Şehirdeki Bhaal çocuklarına elinden geldiğince yardım etmeye çalışan Melissan, Abdel’e Yaga-Shura’nın da bir parçası olduğu “Beşli” adındaki gruptan bahsetti. Bhaal’ın çocuklarından en güçlü ve tanrılık mertebesine en yakın olan bu beşli içerisindeki en zayıflardan biri olan Illasera’yı zaten çoktan öldürmüşlerdi. Melissan, ne yazık ki bu Beşli hayatta olduğu sürece kalan Bhaal çocuklarının asla huzur bulamayacağını söyledi ve Abdel’i hem şehirdeki durumu daha da zor hâle sokan Gromnir’i hem de Yaga-Shura’yı herkesin iyiliği için öldürmeye ikna etti. Abdel ve Melissan’ın kuşatmayı durdurmak ve Bhaal çocuklarını kurtarmak adına bütün çabalarına rağmen şehir harap oldu ve daha çok Bhaal özü kaynağına geri döndü.

Yaga-Shura tarafından kuşatma altına alınmış Saradush…

Böylece Melissan, Abdel’i Beşli’nin diğer iki üyesine yönlendirdi: Drow Sendai ve mavi ejderha Abazigal. Beşli’nin en güçlü üyelerinden olan bu ikiliyi yendikten sonra Amkethran kasabasında buluşmak üzere anlaştılar. Sendai ve Abazigal ile destansı bir şekilde dövüşen Abdel ve yoldaşları, anlaştıkları gibi Amkethran’a gittiklerinde Melissan yerine keşiş Balthazar ile karşılaştılar. Beşli’nin son üyesi olduğunu açıklayan Balthazar’ın amaçları diğerlerinden farklıydı: Bhaal’ın meşum mirasının sona ermesi gerektiğini düşünen Balthazar, Bhaal’ın soyundan olan herkesi öldürdükten sonra kendi de intihar ederek Diyarlar’a büyük bir iyilik etmeyi planlıyordu; Melissan’ın güç vaatlerine karnı toktu. Ancak bütün kararlılığına rağmen Abdel’e denk değildi.

Beşli’nin son üyesinin ilahi özü de Mana Ocağı’na döndüğünde Solar bir kez daha Abdel’i Bhaal’ın düzlemine çağırdı ve ona gerçeği gösterdi: Bhaal’ın en güvendiği ölümavcılarından Karakalpli Amelyssan, kendini Melissan olarak tanıtarak Abdel’i diğer Bhaal çocuklarını ortadan kaldırmak için kullanmıştı. Ancak Bhaal’ın umduğu ve beklediğinin aksine Mana Ocağı’nda biriken tanrı özünün onu diriltmesini engellemişti ve kendi tanrı olmak için kullanmaya niyetliydi.

Karakalpli Amelyssan

Abdel ve yoldaşları, Amelyssan’ı ve Bhaal’ı nihai olarak durdurmak için Cinayet Tanrısı’nın katındaki güç merkezi olan Kan Tahtı’na gittiler. Sayısız yaratık ve engeli aştıktan sonra Bhaal’ın neredeyse tamamen geri dönmüş özüyle yıkanarak ölümü reddeden Amelyssan, Abdel ve dostlarının çabalarıyla nihayet savaşamayacak kadar zayıf düştü ve Bhaal’ın özü, ölümavcısının bedenini terk etti. Solar, Abdel’e böylece büyük bir seçim sundu: Yeni Cinayet Tanrısı olarak babasının pozisyonunu devralabilirdi ya da ilahi özü Solar’a teslim ederek bu hakkından vazgeçebilir ve fâni yaşamını sürdürebilirdi. Abdel ikincisini seçti ve böylece Bhaalsoyu Savaşı sona erdi.

Mana Ocağı ve yenilgiye uğramış olan Amelyssan

Macera dolu günlerini böylece ardında bırakan Abdel Adrian, bir süre ilk yuvası olan Candlekeep’e dönüp orada yaşadı ama yaşadıkları onu değiştirmişti ve maceraya duyduğu özlem büyüktü. Bu yüzden bir süre sonra Baldur’s Gate’e taşındı ve tekrar asker olarak Yanan Yumruk’a yazıldı. Tecrübesi ve maharetleriyle rütbeleri hızla tırmandı ve Grandük Valarken’in düzenlediği darbede ölen Yanan Yumruk amirinin yerini alarak muhafızların başına geçti; kısa bir süre sonra da bütün itirazlarına rağmen Baldur’s Gate’in Grandükleri’nden biri olarak atandı.

Tanrısal özünü reddetmiş olsa da Grandük Adrian’ın ilahi yanı ona uzun bir ömür sağladı. Saçları beyazlayıp çehresi yavaş yavaş çökse de 130’larında bir insana göre oldukça zindeydi. Eski günlerinin görkemiyle gülümseyerek sokaklarda gezerken görülen Grandük, Baldur’s Gate halkı tarafından da pek sevilirdi. Tam da bu yüzden şehre adını veren kâşif Balduran’ın dönüşünün kutlandığı “Dönüş Günü”nde Yukarı Şehir’de yaptığı konuşmalar çok popülerdi.

Ne yazık Narteks Cinayetleri Yılı’nda, yani Vadi takvimine göre 1482’de alanda toplanmış Baldur’s Gate halkına konuşma yaparken hayatta kalan son iki Bhaalsoyu’ndan diğeri olan Viekang tarafından saldırıya uğradı. Normalde nispeten zararsız olan Viekang, aradan geçen yüz küsur yılda baskılamaya çalıştığı içgüdülere yenik düştü ve “Katil”e dönüşerek Grandük Adrian’ı katletti. Yanan Yumruk muhafızları ve meydanda bulunan maceracılar Grandük Adrian’ın öcünü almak için Katil ile dövüştülerse de bu hareket, Bhaal’ın uzun vadeli planına hizmet etti. Umduğundan yüzlerce yıl sonra da olsa planı nihayet işe yaramıştı; bütün Bhaal çocukları ölmüş, tamama ermiş özü Kan Tahtı’nda Cinayet Tanrısı’nın yeniden doğmasını sağlamıştı. Diyarlar’da gerçekleşen başka ilahi olaylar sonucunda Bane’in ve Myrkul’un, hatta Jergal’ın bile geri döndüğüne ve inananlarıyla iletişime geçtiğine dair söylentiler başladı. Ancak o başka bir zamanın ve yazının konusu…

Vefatının hemen ertesinde yas içindeki şehir, Grandükleri için görkemli bir cenaze töreni düzenledi. Makamına uygun şekilde bedeni Yukarı Şehir’deki Yüce Salon’a defnedildi. Hayatını Diyarlar’ı daha iyi hâle getirmeye adamış bu kahramanın hikâyesi böylece son bulmuş olsa da arkasında bıraktıklarının ve mirasına baş kaldırışının anısı her daim Baldur’s Gate sakinlerinin kalbinde yaşayacak. Ve tabii bu yolda ona eşlik edenler de…