Lorekeeper

ARTEFAKT ÖYKÜLERİ: PRIEST

Discipline – Light’s Wrath


Işık’ın Gazabı

Sen Işık’ın Gazabı’nı eline almadan önce inancı sağlam birçok savaşçı ve rahip, bu silahı kontrol altına almaya çalıştılar.

Bırakın onların yetersizlikleri herkese bir ders ve uyarı olsun. Yüce bir niyetle yaklaşmak bu asanın müthiş gücünü kullanmak için yeterli değil. Dikkatini bir kılıç gibi keskin tutmalı, iradeni bir çelik gibi boyun eğmez kılmalısın. Zira eğer disiplinin bir anlığına dahi sarsılırsa bu silah, diğerlerine yaptığı gibi seni de yok edecektir.


Işık’ın Gazabı, Bölüm Bir

Yıllar önce bağnaz Kızıl Sefer birliği, ışığın kudretini eşi benzeri görülmemiş şekilde taşıyacak bir asa yapmaya koyuldu. Öyle bir silah ki adaletin gazabını taşıma konusunda dillere destan olan Ashbringer ile yarışacaktı.

Külgetiren gücünü Işık ile arındırılmış ve kılıca eklenmiş olan karanlık bir artefakttan alıyordu. Kızıl Sefer de asa için aynı şeyi yapmak için arayışlara başladı.

Tarikat, en sadık seferîlerini uygun bir artefakt bulabilmeleri için savaşlarla yıkılmış olan Veba Toprakları’na gönderdi. Geri dönebilen az sayıdaki kişi, beraberlerinde karanlıkla dolup taşan bir cevher getirdiler. Bazı kaynaklar bunun dünya üzerinde yürüyen ilk ölüm şövalyelerinden birinin taşıdığı matrağın bir parçası olduğunu söylüyordu. Diğerleri ise meşum lich Kel’Thuzad’ın bu cevheri kendi ölü elleriyle şekillendirdiğini anlatıyordu.

Gerçek her ne olursa olsun Kızıl Sefer, bu siyah cevheri kullanarak Işık’ın Gazabı olarak bilinecek asayı yaratacaktı.


Işık’ın Gazabı, Bölüm İki

Kızıl Sefer’in en bilge on rahibi, Işık’ın Gazabı’nı yaratmak için Yurtvadisi’nde bir araya geldiler. Haftalar boyunca karanlık cevheri arındıracak ve nihayetinde asaya bağlayacak bir ritüel üzerine çalıştılar.

Hesaba katmadıkları şey ise aralarında bulunan iblisti.

Balnazzar adındaki bir nathrezim, Kızıl Sefer’in içine sızmış ve liderleri olan Saidan Dathrohan’ın kimliğine bürünmüştü. Işık’ın Gazabı’nın yapımıyla ilgili planları öğrenen iblis, böyle bir silahın kendi aldatmacasını ortaya çıkaracağından ve Kızıl Sefer üzerindeki hakimiyetinin sonunu getireceğinden korkar olmuştu.

Balnazzar arındırma ritüelini bozunca seferîler, dikkatlica hazırladıkları büyü örgüsünün kontrolünü kaybettiler. Toplandıkları yerde patlak veren ve kutsal enerjiyle taşan bir fırtına, on rahibin de oracıkta ölmesine sebep oldu. Ancak Işık’ın Gazabı tek parça hâlinde kalmıştı. Yaşanan patlama cevheri arındırmış ve asaya bağlamıştı.

Asayı yakından inceleyen Balnazzar, onun kaotik enerjilerle titreştiğini fark etti. Onu güvenli bir şekilde kullanmak neredeyse imkânsız olacaktı. Bu yüzden silahı yok etmek yerine Kızıl Sefer tarafından el konulmasına izin verdi. Gelecek yıllarda sebep olacağı kargaşaya şahit olmak için can atıyordu.


Işık’ın Gazabı, Bölüm Üç

Kızıl Sefer’in Büyük Engizitörü Isillien’den Yüce General Abbendis’e bir mektup:

“Son mektubunuzu aldım ve endişelerinizi anlıyorum. Ancak saf güç söz konusu olduğunda Işık’ın Gazabı en olağanüstü düşlerimizin bile ötesine geçti. Tyr’in Eli’nin yakınında gerçekleşen en son savaş da bunun bir kanıtı.

Musibetler, erdemli savaşçılarımız karşısında yirmiye-bir gibi bir sayıyla üstünlerdi. Eğer Işık’ın Gazabı olmasaydı tam anlamıyla bir kıyım yaşanacaktı. Asanın yakan ışığı, tıpkı bir tırpanın buğdayı kesmesi gibi hiçbirini sağ bırakmayarak Musibetler’i biçti.

“Işık’ın Gazabı’nın onu taşıyan kişinin ve yakınındaki birçok askerin ölümüne sebep olduğu doğru. Hayatta kalan seferîlerin ise dillerinin tutulduğu, yardım almadan giyinemeyecek veya yemek yiyemeyecek duruma geldikleri de bir gerçek.

“Ancak yirmiye-bir gibi bir oran karşısında bu tarz kayıpların kabul edilebilir olduğunu düşünüyorum.”


Işık’ın Gazabı, Bölüm Dört

Dalaran’daki Kirin Tor tarafından bir araya getirilen ‘Işık’ın Gazabı Avı’ isimli derlemeden bir not:

“Veba Toprakları’nda bir kutsal enerji patlaması daha saptandı. Son yıldaki beşinci patlama. Bu en son olay da diğerleriyle aynı büyük benzerlikleri taşıyor. Suçlu, Işık’ın Gazabı’nın ta kendisi.

“Anladığım kadarıyla Kızıl Sefer, Müsibet izi aramak için küçük bir kasabaya baskın düzenlemiş. Kasaba halkının diriölü salgınından etkilenmiş olduklarını düşünerek onları ‘arındırmak’ için Işık’ın Gazabı’nı kullanmışlar.

“Bu olay bir süre devam etmiş, ta ki asayı kullanan rahip elindeki gücün kontrolünü kaybedene kadar. Kasaba meydanından geriye sadece ağzına kadar ceset dolu olan ve için için yanan bir krater kalmış.

“Daha önce de olduğu gibi olay yerine vardığımda asa çoktan ortadan kaybolmuştu. Muhtemelen başka bir budala Seferî tarafından el konmuştur.

“Bu iş için en başından gönüllü olmamalıydım.

“-Kirin Tor üyesi Israen”


Işık’ın Gazabı, Bölüm Beş

Işık’ın Gazabı’nı kullanan tüm Kızıl Seferîler arasından Engizitör Halbin, başarıya ulaşmaya en yakın kişiydi. Disiplini ve yerinde kullandığı dikkati, diğer üyelerle karşılaştırıldığında eşsizdi.

Halbin, asanın güçlerini Kızıl Manastır’da Terkedilmişler’den oluşan tutuklulara işkence etmek için kullandı. Esirlerini kutsal ateşle dağlayan Engizitör, diriölülere karşı verdikleri savaşta Sefer’in işine yarayacak bilgiler ediniyordu. Halbin, Terkedilmişler ile her temasa geçtiğinde bu lanetli yaratıklardan daha da nefret eder oldu. Bir süre sonra onlardan herhangi bir istihbarat almayı önemsemez hâle geldi. Artık tek isteği onların çığlıklarını duymak olmuştu.

Bitmek bilmeyen işkenceler ettiği bir gece, Halbin’in öfkesi düşüncelerini bastırdı. Işık’ın Gazabı üzerindeki hakimiyeti çözüldü. Engizitör’ün hükmünü mühürlemek için bu kadarı yeterliydi.

Bir patlama işkence odasını sarstı ve Halbin’i kutsal ateşle kapladı. Söylenene göre ölümü çok yavaş gelmiş ve ızdırap dolu inlemeleri sonu gelmeyen günler boyunca manastırda yankılanmıştı.


Işık’ın Gazabı, Bölüm Altı

Işık’ın Gazabı’nın ne zaman Kızıl Sefer’in elinden kayıp gittiğine dair kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak en nihayetinde asa, Jakhar adındaki bir rahibenin eline geçti. Bu inançlı trol, Kuzeyyarı’ndaki Müsibet güçlerine karşı savaşması için gönderilen ve Orda Seferi olarak adlandırılan kudretli birliğin bir üyesiydi.

Savaş cephesine doğru yol alan bir zeplinde bulunan Jakhar, Işık’ın Gazabı’nı kullanabilmek için denemeler yaptı. Müsibetler’i bu silahla yok ettiğinin, diriölülerin bu zamana kadar mahvettikleri tüm hayatların intikamını aldığının hayallerini kurdu.

Kuzeyyarı üzerindeyken şiddetli bir fırtına, zeplinin gökyüzünden düşmesine ve buzlu tundraya çakılmasına sebep oldu. Her ne kadar her yolcusu sağ salim hayatta olsa da buna sevinecek zamanları yoktu. Müsibet topraklarının derinlerine düşmüşlerdi.

Jakhar’ın yoğun çalışmalarını meyvesini verdi. Işık’ın Gazabı’nı sarsılmaz bir incelikle kullandı ve Müsibet kuvvetlerini kırıp geçti. Rahibenin rehberliği altındaki Orda savaşçıları, düşman hatları boyunca yol bularak güvenli bir yere ulaştılar.


Işık’ın Gazabı, Bölüm Yedi

Kuzeyyarı’nda Jakhar, Müsibetler’in felaketi hâline geldi. Diriölülerin topraklarını Işık’ın Gazabı’nı kullanarak temizliyor ve her nereye giderse gitsin ardında kutsal ateşten oluşan bir iz bırakıyordu. Kahramanlıkları Orda kumandanları tarafından övgüyle karşılanıyordu; ancak Jakhar sade sözlerle tatmin olmuyordu.

Ne kadar Müsibet yok ederse etsin, yeterli değildi. Jakhar hep daha fazlasını istiyordu. Görevinde tek bir amaç uğruna hareket etmeye başlayan rahibe, Orda’daki müttefiklerini birçok defa tehlikeye attı.

Gittikçe daha fazla diriölüyü alt ediyordu ancak bunun bir bedeli vardı. Geçen her günle birlikte intikam ateşiyle dolu düşünceleri onu daha da tüketti…ve Işık’ın Gazabı üzerindeki sarsılmaz hakimiyeti çözülmeye başladı.


Işık’ın Gazabı, Bölüm Sekiz

Dalaran’daki Kirin Tor tarafından bir araya getirilen ‘Işık’ın Gazabı Avı’ isimli derlemeden bir not:

“Başka bir olay daha. Bu sefer Kuzeyyarı’nda.

“Jakhar adındaki bir Orda rahibesi asayı bulmuş. Elimizdeki tüm bilgilere göre Işık söz konusu olduğunda oldukça bilgiliymiş. Olay yaşanmadan önce bu silahı Müsibetler’e karşı takdire şayan bir biçimde kullanmış.

“Jakhar, Müsibet hatlarının iç kısımlarında küçük bir Orda birliğini yönetmiş. Işık’ın Gazabı üzerindeki hakimiyetini kaybetmeden önce diriölülere büyük zararlar vermiş. Ancak asadan fışkıran bir kutsal büyü mızrağı hem Orda askerlerini yaralamış hem de Jakhar’ı kalıcı olarak kör etmiş. Oradan canlarını zor kurtarmışlar.

“Trol, yaşadığı bu ‘sınamadan’ sonra oldukça mütevazı bir kişiliğe bürünmüş görünüyor. Savaşın geri kalanı boyunca güçlerini yok etmek için değil, iyileştirmek için kullanacağına dair yemin etmiş.

“Asaya gelecek olursak… Jakhar ve beraberindeki askerler Müsibetlerin bölgesinden çekilirken onu geride bırakmışlar. Eğer biraz da olsa şansım varsa silah bıraktıkları yerde, harap olmuş topraklardadır.

“İyi ki kışlık cübbelerimi yanıma almışım.

“- Kirin Tor üyesi Israen”


Işık’ın Gazabı, Bölüm Dokuz

Jakhar’ın Kuzeyyarı’nda bıraktığı asa, bir süre sonra bir şekilde Doğu Krallıkları’na geri döndü. Işık’ın Gazabı bir sahipten diğerine geçer oldu. İyi kalpli rahipler, rahibeler ve paladinler bu silahı hastaları iyileştirmek ve masumları korumak için kullandılar; ancak hiçbiri asaya uzun süre hükmedemiyordu.

Zaman içerisinde gizemli Kara Atlılar, asanın nerede olduğunu öğrendiler. Bu kukuletalı atlılar, Karazhan adındaki büyücü kulesinden geliyorlardı. Günlerini çeşitli topraklarda gezinerek geçiren bu varlıklar, büyük güçlere sahip artefaktları ve eserleri topluyorlardı.

Ariden adındaki bir Kara Atlı, aralarında Işık’ın Gazabı’nı elinde tutmaya çalışan ilk atlıydı…ve sonuncuydu da. Lanetli eli asaya dokunduğu anda silahtan bir kutsal enerji dalgası yayıldı. Ortaya çıkan büyü öylesine saftı ki Kara Atlılar’ı defetti ve onları lanetli kulelerine geri püskürttü.

Bu asa, isteyerek geride bıraktıkları nadir artefaktlardan biriydi. Hatta belki de tek artefakttı.


Işık’ın Gazabı, Bölüm On

Dalaran’daki Kirin Tor tarafından bir araya getirilen ‘Işık’ın Gazabı Avı’ isimli derlemeden bir not:

“Işık’a şükürler olsun, asa sonunda benim ellerimde.

“Işık’ın Gazabı’nı Alacakaranlığın Çekici tarikat üyelerine kadar takip ettim. Asayı ele geçirmişlerdi ve yıllar önce üzerinde uygulanan arındırma ritüelini tersine çevirmeyi planlıyorlardı. Bunu yaparak Işık’ın Gazabı’nı gerçek anlamıyla antitezine dönüştüreceklerdi: Saf karanlıktan oluşan bir silaha.

“Tarikat üyeleri ritüellerini bitirmeden hemen önce Alacakaranlığın Çekici kampına yetişebildim. Direnişleri uzun sürmedi ve onları kolayca alt ettim. Övünmek pek benim işim değil; ancak bu delice görevden sonra hakkım var diye düşünüyorum.

“Kısa süre sonra bu kahrolası asayla geleceğim, Dalaran’da bekleyin.

“- Kirin Tor üyesi Israen”


Işık’ın Gazabı, Bölüm On Bir

Kirin Tor arşivlerinden yazarı bilinmeyen isimsiz bir mektup:

“Büyük bir üzüntüyle bildirmek isterim ki Israen hayatını kaybetti.

“Işık’ın Gazabı’nı Dalaran’a taşımak için gereken hazırlıkları yaparken yanlışlıkla güçlerini açığa çıkardı. Görünen o ki asayı koruyucu bir kalkanla kaplamak için yaptığı büyü, bir kutsal enerji patlamasına yol açtı.

“Bunun büyük bir şaşkınlığa sebep olduğunu biliyorum. Israen her zaman dikkatli ve adımlarını hesaplayan bir adamdı. Asayla ilgili hepimizden daha fazla şey biliyordu. Ancak belki de bu bilgi birikimi onu umursamaz yapmıştı.

“Onun hatasını tekrar etmemek adına gereken önlemleri aldık. Yedi büyücü Işık’ın Gazabı’nı yalıtıcı rünlerle mühürledi. Asayı Nexus Mahzeni’ne kapatmak için yakında Dalaran’a varmış olacağız.”

Holy – T’uure, Beacon of the Naaru


T’uure, Naaru’nun Yol Göstericisi

T’uure, Işık’ın vücut bulmuş hâlleri arasında en saf olanlarından biridir. Bu artefaktın içinde akan kuvvetli enerjiler hem fiziksel hem de zihinsel yaraları iyileştirebilmektedir. Karanlığın baskın geldiği anlarda umut aşılayabilmekte, ürkek yürekleri cesaret ile doldurabilmektedir.

Ancak T’uure’nin en büyük kudreti belki de geçmişinden öğrenebileceklerimizdir. Eğer tarihinden çıkartabileceğimiz bir ders varsa o da şudur: Işık’ın gücünü kullanan cesur bir kişi, binlercesinin hayatını kurtarabilir.


T’uure, Naaru’nun Yol Göstericisi, Bölüm Bir

Draeneiların iyiliksever naarular hakkında anlattıkları birçok efsane vardır. Ancak çok azı T’uure’nin hikâyesi kadar el üstünde tutulmaktadır.

Diğer tüm naarular gibi T’uure de evrende bulunan tüm fâni medeniyetleri karanlığın kıskacından kurtarmaya yemin etmişti. Bu asil görev, kutsal varlığın yolunu en sonunda Karkora adlı bir gezegene düşürdü. Üzerinde yaşayan ölümlüler, Her-Şeyi-Yutan Dimensius adındaki korkunç bir varlık tarafından yok edilme tehdidi altındalardı.

Dimensius Karkora’yı Hiçlik enerjileriyle kaplarken T’uure ise dünyayı bir felaketten kurtarmak için kendi yaşam gücünü harcadı. Naaru küçük parçalara ayrıldı ve muazzam bir kutsal güç patlamasını tetiklemiş oldu. Ortaya çıkan enerji Karkora boyunca akarak Hiçlik’i temizledi ve Dimensius’u bu dünyadan kovdu.


T’uure, Naaru’nun Yol Göstericisi, Bölüm İki

Draeneiların ‘Umut ve Fedakârlık Üzerine Dersler‘ adındaki kutsal kitabından bir kesit:

“T’uure parçalanmıştı; ancak böylesine kırılmışken bile Işık’ı sönmemişti. Her bir parçası adeta birer yıldızmış gibi parlıyor, yaratılışın her köşesinden naaruları kendisine doğru çekiyordu. Onlar T’uure’nin parlayan parçalarını topladılar ve bir dünyayı kurtaran bu fedakârlık üzerine şarkılar söylediler.

“Naarular bu parçaları iyiliğin temsilcisi olma potansiyeli gösteren birçok ırka hediye ettiler. T’uure’nin en büyük parçası bizzat bizim atalarımıza verildi: Arguslu kadim eredarlara.

“Söylendiğine göre bu artefakt adeta bir kayan yıldız gibi gökyüzünden düşmüş. Gece bir anda güne dönmüş ve T’uure’nin aziz Işık’ı bütün bir hafta boyunca semayı altının binbir tonuna boyamış.”


T’uure, Naaru’nun Yol Göstericisi, Bölüm Üç

Eredarlar öğrenmeye değer veren, oldukça hikmetli canlılardı ve T’uure’yi büyük bir merakla incelediler. Aralarından artefaktın gücünü iyilik için kullanmak adına hakkıyla çekebilen ilk kişi, Velen adındaki bilge liderdi.

Velen’in döneminde tuhaf bir lanet Argus’u sarmıştı. Bu lanetin kurbanları, kendilerini kafaları karışmış ve hatıraları zayıflamış hâlde buluyorlardı. Eredarlar için değerli ilimlerini kaybetmekten daha fazla korku duyulan çok az şey vardı. Bu duruma korku ve paranoya ile yaklaşmaya başladılar. Diğerlerinin de bu hastalığa yakalanmasını engellemek isteyen birçok eredar, lanetlileri karantina altına almayı ve hatta Argus’tan sürgün etmeyi bile düşünüyorlardı.

Ancak Velen halkını bir başına bırakamazdı. Kendisini riske atarak bir elinde T’uure ile birlikte lanetlilerin arasına karıştı. Artefaktın gücünü kullanan Velen, bu hastalıkla sarsılmış olan tüm eredarları iyileştirdi.


T’uure, Naaru’nun Yol Göstericisi, Bölüm Dört

Tarihçi Llore tarafından kaleme alınmış olan ‘Eredarların Yozlaşması ve Draeneiların Kaçışı‘ isimli kitaptan alıntı:

“Sargeras eredarları yoldan çıkarmak için Argus’a geldiğinde neredeyse hepsi egemenliği altına girmişlerdi. Velen ve takipçileri ise istisnaydı. Naaruların yardımıyla evlerinden kaçacakları yürek parçalayıcı bir yolculuğa atıldılar. Ancak bu hiç de kolay değildi. İblisler, kaçmakta olan eredarları gittikleri her yerde bekliyorlardı.

“Ümitsizlik kaçan eredarları derinden etkiledi ve hatta birçoğu vazgeçmeyi bile düşünür oldu. İşte tam da bu karanlık ve zorlu anda Velen, T’uure’yi karşılarına tekrar çıkardı. Göz alıcı enerjileri halkının karşısında ışık saçtı ve onların gitgide azalan güvenlerini tazeledi. Velen’in artefakt ile yüreklenen takipçileri, imkânsızı başarabileceklerine ve Argus’ta başladıkları kaçışlarını hakkıyla sonlandırabileceklerine inanır oldular. Ve başardılar da.

“O günden sonra kaçan eredarlar kendilerine ‘draenei’ ismini verdiler. Bu ismi artık Azeroth üzerindeki herkes biliyor. Ancak T’uure olmasaydı, belki draeneilar da var olmayacaklardı.”


T’uure, Naaru’nun Yol Göstericisi, Bölüm Beş

Genedar adındaki boyutsal bir kale olan gemilerini kullanan draeneilar, uzay boyunca kaçtılar. Yozlaşmaktan kurtulmaya çalışan kaçakları cezalandırmayı akıllarına koymuş olan iblisler, onları durmak bilmeden takip ettiler.

Takip eden bin yıl, draeneilar için çok zorlu geçti. Rahat edemiyorlardı. Yakalanma tehdidi rüyalarını giriyordu. Lejyon’a karşı kendilerini güvene almak isteyen birçok draenei, T’uure ve Argus’tan aldıkları diğer kutsal artefaktlara sığındı. Bu emanetleri incelediler ve Velen ile naaruların gözetimi altında Işık ile olan bağlarını kuvvetlendirdiler.

Askara adındaki bir öğrenci, diğerlerinden daha fazla umut vadediyordu. Nitekim zaman içerisinde T’uure’yi taşıma hakkına sahip olacak ve draeneiların görüp görebilecekleri en büyük şifacılardan biri olacaktı.


T’uure, Naaru’nun Yol Göstericisi, Bölüm Altı

Askara tüm ailesini Argus’tayken kaybetmişti ancak Genedar’da kendisine yeni bir aile bulmuştu. Tüm draeneiları kardeşleri olarak görüyordu ve onları korumak için elinden geleni yapacağına dair yemin etti.

Ancak fiziksel güç sahibi değildi ve silah yapımı konusunda herhangi bir yeteneği yoktu. Onun yerine kendisini Işık’a adadı. Kutsal büyü kullanımı konusunda o kadar muazzam bir seviyeye geldi ki Velen en sonunda T’uure’yi ona emanet etti. Askara ayakta olduğu her saat bu artefaktı incelemeye ve olağanüstü potansiyelini ortaya çıkarmaya başladı.

Tam da bu dönemde Askara, gelecekle ilgili bir görüye şahit oldu. Halkının Lejyon’dan uzak bir sığınak bulduğunu gördü. Yeni bir hayat. Yuvaları diyebilecekleri yeni bir dünya.

Ancak ne gariptir ki kendisini aralarında göremedi.


T’uure, Naaru’nun Yol Göstericisi, Bölüm Yedi

Draeneiler güvenli bir sığınak bulabilmek adına birçok dünyayı ziyaret ettiler ancak Yakan Lejyon nerede olduklarını öğrenmeden önce kaçabilmek adına nadiren uzun süre kalmayı tercih ettiler. İblisler karşılarına çıkmadan önce Genedar’da toplanıyorlar ve tekrar yıldızların arasında kayboluyorlardı.

Lejyon’un bitmek bilmeyen takibi birçok draenei için depresyonun ve karamsarlığın tohumlarını atmıştı; ancak acılarını sessizliğe gömmüyorlardı. Askara, bu ümidini kaybetmiş soydaşlarının yanlarına gidiyor ve dertlerini dinliyordu. T’uure’yi her daim yanında taşıyordu; bu mühim varlık, diğer draeneiların moralini düzelten bir kutsal büyü halesi yayıyordu.

Askara çoğu kez “Lejyon’un engin ve güçlü olduğu doğru, evet; ancak onlar bizim gibi Işık’ın yolunda ilerlemiyorlar,” diyordu. “Düşmanımız her ne kadar kuvvetli olursa olsun, eğer karanlıkta yürüyorlarsa nihayetinde tökezleyip düşeceklerdir.”


T’uure, Naaru’nun Yol Göstericisi, Bölüm Sekiz

Draeneiların ‘Shar’gel’in İkinci Güneşi‘ adındaki kutsal kitabından bir kesit:

Yakan Lejyon, bizim gelişimizi beklemek için Shar’gel’de pusuya yatmış, Genedar’dan inip dünyaya ayak basışımızı izlemişti. Artık yerleşebileceğimiz bir yer bulduğumuzu düşünüyorduk. Hayata tekrar başlayabileceğimiz bir yer.

“Yanılmıştık.

“Etrafımızda bir anda uğuldayan fel geçitler açıldı; hüküm efendileri, feltazılar ve daha birçok korkunç varlığı kusuyor gibiydiler. Lejyon güçleri bizi köşeye sıkıştırmışlardı, Genedar’a geri çekilmemizi engelliyorlardı. Bu sefer işimizin bittiğini düşündüm.

“Sonra…onu gördüm. Askara’yı.

“Kendisini bizimle iblislerin arasına attı; T’uure’yi havaya kaldırmıştı. Bir ışık fırtınası etrafında patlak verdi ve iblisleri kör ederken bizleri de onların fel dolu kılıçlarından korudu. Biz Genedar’a doğru yolumuzu açmak için savaşırken T’uure de adeta Shar’gel’in ikinci güneşiymişçesine gittikçe daha da parlamaya başladı.”


T’uure, Naaru’nun Yol Göstericisi, Bölüm Dokuz

Yakan Lejyon draeneiları Shar’gel üzerinde köşeye sıkıştırdığında Askara, çok uzun süre önce şahit olduğu tuhaf görüye sonunda bir anlam verebilmişti. Halkı bir gün yeni bir yuva bulabilecekti ancak kendi kaderi, onların yanında olmak değildi. Halkının bu sığınağı bulabilmeleri için onlara bir şans vermek adına kendisi Shar’gel’de ölecekti.

Askara ve ona katılan yetmiş draenei, Lejyon’un dikkatini dağıtmak için gönüllü oldular. Kaçan halkının Shar’gel’den uzaklaşabilmesi için gereken zamanı kendi kanlarıyla ödeyeceklerdi. İblisler ile bu cesur savunucular arasında geçen savaş, en büyük fedakârlıklarından biri olarak draenei tarihindeki yerini alacaktı.

Yüzlerce iblis, bu yetmiş bir draenei üzerine adeta fel çeliğinden yapılma bir şahmerdan misali çarpsalar da savunucular pes etmediler. Bir adım dahi geri çekilmediler. Ne zaman bir draenei ölümün kıyısına gelse Askara orada bitiyordu. Savaşın saflarını yarıp geçiyor ve T’uure’nin kutsal Işık’ı ile yaralıları iyileştiriyordu.

Askara sayesinde bu yetmiş bir draenei, adeta binlercesinin cesareti ve gücü ile savaştılar. Onun sayesinde draenei ırkı yok olmaktan kurtuldu.


T’uure, Naaru’nun Yol Göstericisi, Bölüm On

Shar’gel Savaşı’nın ardından T’uure, Yakan Lejyon’un eline düştü. İblisler Askara’nın kahramanca yaptığı son savunuşa şahit olmuşlardı ve kadının bu muazzam gücünün sahip olduğu tuhaf artefakta bağlı olduğuna inanıyorlardı. Lejyon kuvvetleri bu silahın üzerinde kontrol sahibi olmak için kendi aralarında çatıştılar, ta ki Hilekâr Kil’jaeden bizzat kime verilmesi gerektiğine karar verene kadar.

Kil’jaeden, artefaktı Leydi Calindris adındaki bir eredar rahibesine emanet etti. Bu kadın, draeneiların kutsal büyüsünün doğasını anlayabilen nadir iblislerden biriydi. Dahası Calindris, T’uure ile ilgili derin bilgiye sahipti. Ne de olsa uzun süre önce Argus’tayken eredarların kutsal emanetlerini koruma görevindeydi.

Calindris’in T’uure’yi kendi iradesi altına alması yıllar sürdü. Sayısız korkunç ritüelden sonra artefaktın kendi karanlık yansımasına dönüşmesine sebep oldu. Bir zamanlar umut aşılayan T’uure, artık korku salacaktı. Bir zamanlar şifa dağıtıyorken artık açılan yaraların daha da kötüleşmesine sebep olacaktı.


T’uure, Naaru’nun Yol Göstericisi, Bölüm On Bir

Leydi Calindris, T’uure’yi iradesi altına almış olmaktan ve onun yozlaşmış gücünü düşmanlarına karşı kullanmaktan oldukça zevk alıyordu. Draeneilardan nefret ediyordu ve onların üzerine titredikleri bu artefaktı böylesine lekelemiş olduğu düşüncesi kendisini anlatılmaz derecede memnun ediyordu.

Calindris T’uure’yi kullanmakta öylesine yetkin bir hâle geldi ki Kil’jaeden ona özel bir görev verdi. Rahibe, Lejyon’un hapishane olarak kullandığı dünyalarda bir işkenceci olarak görev alacaktı. Calindirs bu rol için biçilmiş kaftandı. Esirlerine acı çektirme yöntemlerini adeta bir sanat hâline getirmişti; öyle ki bu esirler kâbuslarında T’uure’yi görür olmuşlardı.

Tıpkı Askara gibi Calindris de gelecekle ilgili bir görüye şahit oldu. Lejyon’un Azeroth adındaki dünyayı işgal ettiğini ve fel ateşiyle yıkadığını gördü. Ancak ne gariptir ki kendisi orada değildi.

Fakat T’uure oradaydı. Bir yabancı bu artefaktı, gerçekte olduğu haşmetli hâliyle kullanıyordu ve T’uure topraklar üzerinde adeta ikinci bir güneş gibi yükselirken Işık’ı Lejyon güçlerini kör ediyordu.

Shadow – Xal’atath, Blade of the Black Empire


Xal’atath, Kara İmparatorluk’un Hançeri

Xal’atath’ın, yani Kara İmparatorluk’un Hançeri’nin kalbinde kadim ve korkunç bir güç titreşiyor. Bu hançer her ne kadar gölgelerin büyü gücüne hakim olanlara güçlü bir araç olarak hizmet etse de ihtiyatlı davranın.

Xal’atath’ın kendine ait bilinci bulunuyor. Deli eden fısıltılarına kulak asmayın. Ördüğü yalanlara kanmayın. Ondan ihtiyacınız olanı alın ancak unutmayın, hançerin içindeki karanlık varlık sizin müttefikiniz değil.


Xal’atath, Kara İmparatorluk’un Hançeri, Bölüm Bir

Xal’atath’ın karanlık kökeni, Orda ve İttifak’ın oluşumundan çok önceleri var olmuş olan bir çağda, efsanevi Eski Tanrılar ve onların Kara İmparatorluk’unun dünyayı karanlığa boğduğu bir zamanda doğmuştu.

Hançerin yaratılışıyla ilgili birçok teori bulunmaktadır. Aralarındaki en tuhaf iddia, Kara İmparatorluk’un ilk dönemlerinde soydaşları tarafından yok edilmiş bir Eski Tanrı’nın son kalıntıları olduğudur. Diğer teoriler ise Xal’atath’ın aslında Eski Tanrı Y’Shaarj’ın pençelerinden biri olduğu, korkunç bedeninden koparıldığı ve çeşitli kurban etme ritüellerinde kullanılması için hizmetkârlarına verildiği yönündedir.

Hikâyeler ne kadar inanılmaz olursa olsun, muhtemelen bir gerçeklik payı da vardır. Xal’atath’ın kalbi, Eski Tanrılar’ın meşum gücüyle atmaktadır. Hatta denir ki bu hançer kendisine sahip olana Kara İmparatorluk ile ilgili görüler de bahşedebilmektedir; ancak böylesi dehşetengiz anılara şahit olanların hepsi kendilerini deliliğin pençesinde buldular.


Xal’atath, Kara İmparatorluk’un Hançeri, Bölüm İki

Titan-yapımı olarak bilinen kudretli varlıklar en sonunda Kara İmparatorluk’u alt etmeyi başardılar. Eski Tanrılar’ı ve kölelerini yerin altına zincirlediler. Uyum Azeroth üzerine yayıldı ancak bu durum uzun süremeyecekti.

Xal’atath bunu garantiye almıştı.

Hançer varlığını sürdürmeye devam etti, bir fâninin elinden diğerine geçti ve ardında yalnızca ölümle kaos bıraktı. Xal’atath’ı ele geçiren zavallılardan biri, Zan’do adındaki bir troldü. Bu hırs dolu cadı hekim, Gurubashi boyundan geliyordu. Rakiplerinin güçlü ve prestijli bir mevki sahibi olabilmek için ayağını kaydırdıkları Zan’do, günlerini intikam hayallerini kurarak geçiriyordu.

Zando’nun öfkesi üzerine oynamak ve onu bir köle hâline getirmek Xal’atath için çocuk oyuncağıydı.


Xal’atath, Kara İmparatorluk’un Hançeri, Bölüm Üç

Xal’atath’ın fısıltılarının rehberlik ettiği Zan’do ve beraberindeki bir grup sadık cadı hekim, kararmış taştan oluşan tuhaf bir höyüğü aramaya koyuldular. Trol sufileri bu bölgeye girilmemesi konusunda kendi halklarına yasak koymuşlardı ancak Zan’do bu tabuyu dikkate almadı. Bu höyüğün büyük bir güç barındırdığını düşünüyordu -rakiplerini alt edebilmek için kullanabileceği türden bir güç.

O ve takipçileri kısa bir süre sonra bu höyüğün aslen ne barındırdığını göreceklerdi: Altında yatanın Eski Tanrılar’a hizmet etmiş Kith’ix adındaki bir yaratığın uyuyan bedeni olduğunu öğreneceklerdi.

Xal’atath Zan’do’yu bu yaratığa kurbanlar vermesi konusunda teşvik etti. Zihni hançer tarafından yozlaştırılan cadı hekim, tereddüt dahi etmedi. Yoldaşlarının bir kısmını bu silahı kullanarak parçalayan Zan’do, daha sonra onların kanını ve organlarını da dehşetengiz canavarı uyandırmak için gereken sunular olarak kullandı. Son olarak da kana bulanmış hançerini Kith’ix’in postuna sapladı… ve dev yaratık böylece tekrar hayat buldu.

Zan’do ve takipçileri o günden sonra bir daha asla görülmediler. Daha sonraları troller bu bölgeyi ziyaret ettilerse de yalnızca etrafa yayılmış ve üzerlerinden tüm etleri sıyrılmış kemiklerle karşılaştılar.


Xal’atath, Kara İmparatorluk’un Hançeri, Bölüm Dört

Kith’ix uyandıktan sonra savaşın gölgesini Azeroth üzerinde yaymaya başladı. Korkunç yaratık hayatta olan Eski Tanrı kölelerini kendi saflarına kattı ve trol medeniyetini yok etmeyi amaçladığı bir sefere çıktı.

Kendisini uyandıran trollerin aksine Kith’ix, Xal’atath’ın gerçek potansiyelini nasıl ortaya çıkartacağını biliyordu. Hançerin gücünü kullanan C’Thrax, trollerin bedenlerini güçsüzleştirecek bir salgın başlattı ve zihinlerini zayıflatacak, ölüm dolu görüler yarattı.

Troller en nihayetinde Kith’ix’i yok edecek ve ordularını yenilgiye uğratacak olsalar da bu savaşın ardından hayatta kalanlar, son nefeslerini verecekleri güne kadar Xal’atath’ın rüyalarına musallat olmasını engelleyemeyeceklerdi. Birçok boy, kendilerini neredeyse yok olmanın eşiğine getiren bu hançer hakkında efsaneler anlatacaklardı.


Xal’atath, Kara İmparatorluk’un Hançeri, Bölüm Beş

Modgud’un Kıyameti‘ adlı kitabın beşinci bölümünden, Kara Demir büyücüsünün Xal’atath’ı edindiği günü anlatan kesit:

“Modgud, klanının mistik büyü gücü üzerine çalışmalar yapmasıyla bilinen geçmişini sahiplenmişti. Büyücü-Soylu Thaurissan’ın eşi olarak Kara Demirlerin en güçlü efsunlarla işlenmiş artefaktlarını ele alan ilk kişi olma şansına sahipti. Ancak yine de elindekilerle yetinmiyordu. Modgud emri altındakileri sıklıkla dış dünyaya gönderiyor ve onlardan hem dikkatle incelemek hem de yeni büyüler yaratabilmek için araç olarak kullanabileceği tarihî nesneler bulmalarını istiyordu.

“Bu cücelerden biri bir gün karanlık enerjilerle dolup taşan bir hançer ile geri döndü. Modgud onu görür görmez çekimine kapıldı. Hançerin gizemlerini çözmek için kendini günlerce arşivlere kapattı. Bazı zamanlar bu silahla konuştuğu bile görülüyordu. En sonunda çalışmalarından başını kaldırdığında kendisine bu silahı getiren cüce ile görüşmek ve ona teşekkür etmek istedi.

“Hiç kimse cüceyi bulamadı. Hatta hiç kimse onun adını veya yüzünü hatırlamıyordu. Adeta bir anda sırra kadem basmış gibiydi.”


Xal’atath, Kara İmparatorluk’un Hançeri, Bölüm Altı

‘Modgud’un Kıyameti’ adlı kitabın yirmi üçüncü bölümünden, Kara Demir ve Yabançekici cüceleri arasında Grim Batol’da gerçekleşen savaşı anlatan kesit:

“Savaş golemleri Grim Batol’un kapılarını kırdılar ve Kara Demir cüceleri de Yabançekici başkentinin sokaklarına döküldüler. Bu iki klan da amansız birer rakiplerdi. Hiçbiri diğerine merhamet göstermedi.

“Sahip oldukları mertlik, Yabançekiçleri’nin en büyük silahıydı ve Modgud bunu ellerinden almaya niyetliydi. Çekiç ve baltaların birbirleriyle çarpışırken çıkardıkları gümbürtünün ardında sözlerini haykırmaya başlayan Modgud, karanlık büyüsünün ağlarını ördü. Efsunlu hançerini avuç içinden geçiren kadın, kanının yerdeki taşların üzerine akmasını sağladı.

“Modgud’un iğrenç ritüeli Grim Batol’un gölgelerine hayat verdi. Şehrin karanlık ve kuytu köşelerinden fırlayan gölgeler, adeta gecenin kendisinden dövülmüş birer kılıç gibi Yabançekici cücelerinin üstüne çöktüler.”


Xal’atath, Kara İmparatorluk’un Hançeri, Bölüm Yedi

‘Modgud’un Kıyameti’ adlı kitabın yirmi yedinci bölümünden, Kara Demir klanının Grim Batol’u işgalinin son anlarını anlatan kesit:

“Cesaretin getirdiği beceriyle hayatta kalan Yabançekici savaşçılarını bir araya toplayan Khardros Wildhammer, Kara Demir cücelerine karşı ümitsiz bir karşı saldırıya başladı. Adeta tek bir amacı olan bir savaş golemininkine benzer şaşmaz kararlılığıyla düşman saflarını yararak geçen Khardros’u durduran tek şey, Modgud’u bulması oldu.

“İşte orada ve o anda Yabançekici ve Kara Demir klanlarının kaderi belirlenecekti.

“Büyücü karanlık gücünü kullanarak saldırsa da Khardros ilerlemeye devam etti. Ardından Grim Batol’u bir kâbus batağına çeviren silahı, o kara hançeri almak için uzandı. Ancak aradığı şey yerinde değildi.

“Üzerine titrediği silahını kaybetmişti. Ya da -söylentilere göre- silah onu terk etmişti.

“Çekicinin tek bir darbesiyle Modgud’a ölümcül bir darbe indiren Khardros, zafer kazanan tarafın Yabançekiçleri olmasını sağladı. Anlatılanlara göre yerde ölmek üzere yatan büyücü ise hayatını kaybetmeden önce tek bir cümleyi tekrar edip durdu: “Bana söz verdin…””


Xal’atath, Kara İmparatorluk’un Hançeri, Bölüm Sekiz

Modgud Xal’atath’ı kaybettikten on yıllar sonra hançer, Natalie Seline adındaki bir insan piskoposunun eline geçti. Bu kadın, orklardan oluşan Orda’nın Azeroth’u işgal edip Stormwind’in düşüşüne sebep olduğu İlk Savaş’tan sağ kurtulmuştu.

Savaştan sonra Seline, insanlığın bu yeşil derili orkları alt edebilmesi için önce onların kullandıkları tuhaf güçler üzerine çalışmalar yapması gerektiğini fark etti. Onların büyülerini yakından inceledi ve kullandıkları karanlık sanatların toprakta korkunç izler bıraktığı savaş alanlarını ziyaret etti.

Araştırmaları sonucunda orkların bir zamanlar kanlı ritüellerini gerçekleştirmek için kullandıkları, gölgelerin kendisine hükmedebilen uhrevi bir hançerin varlığını öğrendi. Böylesine meşum bir silahın var olabileceği gerçeğiyle sıkıntıya düşen Seline, onu bulmaya ve Işık adına yok etmeye yemin etti.


Xal’atath, Kara İmparatorluk’un Hançeri, Bölüm Dokuz

Natalie Seline tarafından kaleme alınan ‘Hiçlik’in Sırları‘ adlı kitaptan bir kesit:

“Hançere dokunur dokunmaz zihnimde bir isim yankılandı: Xal’atath. İşte o an bu hançeri yok edemeyeceğimi anladım. En azından şimdilik. Birisi gerçek anlamda anlayamadığı bir gücü nasıl yok edebilirdi ki?

“Ve anlamam gereken daha çok şey vardı. Hem de çok. Xal’atath bana ayıkken ve de uyuyorken durmadan fısıldadı. Bana bu dünyada Işık’tan ötesinin de var olduğunu öğretti. Hiçlik’in var olduğunu.

“Bir kişi bu iki gücün gelgitleri arasında, Kutsal Işık’ın Kilisesi’nde bizlere anlatılanlardan çok daha fazla güç ve bilgi bulabilirdi. Işık ve Hiçlik arasındaki ayrımı aşabilirdi. İki taraftan da çektiği iplerle gündüz ve geceden oluşan bir kilim dokuyabilirdi.

“Tabii ki katlanılacak sonuçları da vardı. Gölgelerde yürümenin her daim beraberinde getirdiği sonuçlar.”


Xal’atath, Kara İmparatorluk’un Hançeri, Bölüm On

İkinci Savaş patlak vermek üzereyken Natalie Seline, Xal’atath sayesinde gölgelerin büyüsünü nasıl kullanabileceğini öğrenmişti. Bu tehlikeli sanatı Işık’a tapan diğer kişilere de aktardı ve onları Orda’ya karşı durmak için bir araya getirdi. Seline ve takipçileri, insan krallıklarındaki orkları avladıkları savaşlarını büyük bir gizlilik içinde yürüttüler.

Xal’atath, Seline’in zihnine fısıldamaya ve onun akıl sağlığını yavaşça çözüp yıkmaya devam etti. Seline her ne kadar yüce amaçlar doğrultusunda ilerliyor olsa da hançere ve Hiçlik’in gizemlerine karşı gittikçe daha saplantılı bir hâle geldi.

Tıpkı yoldaşları gibi. Orklara karşı yürüttükleri bu sefer söz konusu olduğunda oldukça bağnazlardı ve masum hayatları tehlikeye atıyorlardı. Bir kısmı Hiçlik’in gücüne o kadar kapıldı ki Işık’ı tamamen terk etti. Seline onları dikkatli olmaları konusunda uyarsa da bu çağrısı görmezden gelindi, hatta kimi zaman şüpheyle karşılandı.

Eski piskoposa tam olarak ne olduğu bilinmese de bazı kaynaklarda belirtildiğine göre Xal’atath, onun müttefikleri arasında bir isyan başlamasına sebep olmuştu. Bu kişileri, Seline’in onları gerçek potansiyellerini kullanmaktan alıkoyduğuna, yalnızca öldürülürse sahip olabilecekleri bilgiyi ve gücü kendine sakladığına dair ikna etmişti.

Gecenin karanlığında harekete geçen suikastçiler, Seline’i öldürüp Xal’atath’ı ele geçirmişlerdi.


Xal’atath, Kara İmparatorluk’un Hançeri, Bölüm On Bir

Dalaran’daki Kirin Tor büyücüleri, yıllar boyunca Natalie Seline’i izlemişler ve onun karanlış öğretileri karşısında rahatsızlık duymaya başlamışlardı. Ölümünden sonra ise yazılarını dünya üzerinden silmek için harekete geçtiler. Seline’in ayak bastığı her kasabayı ve kenti tek tek gezen büyücüler, onun kaleme aldığı tüm parşömenleri ve ciltleri topladılar.

Kirin Tor tüm bu yazıları, Seline’in tehlikeli büyü öğretilerinin sonunu getireceği umuduyla Dalaran’da sakladı. Ancak ne kadar uğraşsalar da hakkında vaazlar verdiği denge doktrinini ortadan kaldıramadılar. Takip eden yıllar boyunca birileri onun öğretileri üzerine çalışmaya başlayacak ve kendilerini hem Işık’a hem de Hiçlik’e adayacaklardı.

Büyücüler, Xal’atath’tan da haberdarlardı ancak onu asla bulamadılar. Fakat tıpkı Seline’in öğretileri gibi hançer de öylece ortadan kaybolacak bir şey değildi.

Dilediği şekilde yolundan saptıracağı daha birçok zihin, kullanabileceği birçok köle ve dehşetle korku salacağı birçok masum vardı.