Lorekeeper olarak düzenli bir şekilde hazırlayıp yayınlamaya karar verdiğimiz Writer’s Blog yazı dizimizin ikinci bölümüyle karşınızdayız.
Yazarlar ekibi olarak bir araya gelerek kendi fikirlerimizi sunduğumuz blog yazılarının bu ikinci bölümünde ise konumuz “Unutulmaz Yan Karakterler”. Hangi oyundaki hangi karakter bizler için önemliydi, hikâyeye ve ana karaktere ne gibi etkileri vardı, ön plana çıkmalarına sebep olan özellikleri nelerdi; kısacası onları bizim için unutulmaz yapan yanları nelerdi, katılan her yazarımızın kendi anlatımıyla kaleme aldık.
Sizlerin de “Bu karakteri koysaymışsınız ne güzel olurmuş” dediğiniz isimler varsa yorumlara bekleriz!
HANS VORALBERG – Syberia / Syberia 2
(Egzolinas – Mirac M. Kocatürk)
Hans Voralberg oyunun ana karakteri olmamasına rağmen oyunun havasını iliklerimize kadar hissettiren o otonom gotik makinevari mimarinin mucidi aslında. Başarılı bir çocukluk geçirmesine rağmen okula devam edememiş fakat yapmış olduğu mekanik icatlarla hayal gücünü hep zengin tutmuş, içindeki çocuğu da hiç öldürmemiş bir ihtiyar. Hatta uzay projeleri için bile çalışacak/araştıracak vakit ayırmış kendisine.
Bu oyunda Hans’ı unutulmaz yan karakter yapan etmenlerden biri de içindeki macera dürtüsü. Her şeyi bırakarak Sibirya’ya gitmek ve mamutlara binmek isteyen bir insan olarak hayatının sonlarına yakın olan bir insanın bile hayallerinin peşinden bu denli içten koşuyor olması bizi hem mutlu ediyor hem de üzüyor. Kendimizi sorgulamamızı sağlamasının yanında ana karakterin duygu ve düşüncelerini çok da önemsemediğimiz ve yol arkadaşımızın mutlu olması için oyunun sonunu merak ediyor olmamız bu karakteri diğer karakterlerden ayırıyor.
Mutlu sonları da her zaman sevmişizdir zaten.
DAK’KON – Planescape: Torment
(Hargrimm – Burak Türköz)
“Uyan, Shra’kt’lorlu Dak’kon, *karach* kılıcının son sahibi.”
Pek çok insan tarafından oyun tarihinin en başarılı RPG’lerinden biri olarak kabul edilen Planescape: Torment’in öyküsü boyunca çok az yan karakter, ana karakterimiz İsimsiz Olan’a Dak’kon kadar etki edebilmiştir herhâlde. Elbette ki bunun tek nedeni, karakterimizle en fazla etkileşimi ve konuşma seçenekleri olan yan karakterlerden birisi olması ve zengin bir geçmişe sahip olması değil. Dak’kon, İsimsiz Olan’la geçmişten gelen bir bağ da paylaşıyor. Bu yüzden oyuna başladığımızda hafızamız yerinde olmadığı için hatırlayamasak da Dak’kon bize bu anıları zamanla hatırlatıyor.
Dak’kon, Githzerai halkına mensup birisi. Bu halkın yaşadığı boyut olan Limbo’da maddeler o kadar akışkan ve değişken ki ancak güçlü bir iradenin konsantrasyonuyla bir arada tutulabiliyorlar. İşte bu yüzden Githzerai halkı, iradelerini şaşmaz bir şekilde eğiterek halklarının kurtarıcısı ve düşünce yapılarının fikir babası olan Zerthimon’un öğretileri etrafında birleşiyorlar. Bu yüzden Githzerai halkı için Planescape evreninin Tibet keşişleri dersek pek de yanılmış olmayız. Haliyle böyle güçlü olmaları ve tek bir öğreti etrafında iradelerini yoğunlaştırmaları sayesinde Githzerailer, Limbo’da barınabilecekleri bir yaşam alanı oluşturmayı başarmışlar.
Githzerai halkının sınıf sisteminde Zerth ismiyle anılan ve Zerthimon’un öğretilerini fazlasıyla benimseyip bunu yeni nesillere aktaran keşiş rahipler mevcut. İşte Dak’kon, Zerth sınıfına ait birisi. Ruh haline ve düşüncelerine göre biçimi, keskinliği ve kudreti değişen *karach* kılıcını taşıyor ve bunu Zerthimon’un öğretilerini *bilmesiyle* birleştirince büyü ve silahşörlüğün ölümcül bir sentezi haline geliyor.
Dak’kon, Shra’kt’lor olarak bilinen ve birkaç milyon Githzerai barındıran büyük bir şehirde yaşıyor. Burası, Limbo’nun kargaşasına karşı bir bariyer olarak inşa edilmiş. Şehir saldırı altındayken Dak’kon, Zerthimon’un öğretilerinden bir an şüphe duyuyor ve bu şüphesi, komutası altında olanlara da yansıyor. Bunun üzerine savunma hattı çöküyor ve en büyük Githzerai şehirlerinden birisi olan Shra’kt’lor, yerle bir oluyor.
İsimsiz Olan, Dak’kon’u Shra’kt’lor yıkıntılarında buluyor. Ancak kendi ırkının kurallarına göre Dak’kon, hayatının geri kalanı boyunca canını bağışlayan kişiye hizmet etmekle yükümlü. Ama İsimsiz Olan’ın ölümsüz olduğunu öğrendiğinde Dak’kon’un köleliği ömür boyu hale geliyor ve bu da onu daha çok yıpratıyor. İşte bu yüzden oyuna ilk başladığımızda *karach* kılıcı kararsız, fazla keskin olmayan ve alelade bir kılıçtan nispeten biraz daha iyi olan bir silah halinde.
İsimsiz Olan’ın son enkarnasyonu, yolculuğu boyunca Dak’kon’la konuşarak fikir alışverişi yapabiliyor. Dak’kon’un taşıdığı ve içinde Zerthimon’un öğretilerini taşıyan Zerthimon’un Kırılmaz Halkası’nı inceleyerek birbirlerini geliştirebiliyorlar. İsimsiz Olan, Dak’kon’un asla açamadığı kilitleri bile çözerek onun huzuru bulmasına yardımcı olabiliyor ve bu süreçte Dak’kon’un özgüveni, benliği, iradesi ve haliyle *karach* kılıcı daha da kuvvetleniyor.
Bu sebeplerden ötürü kendisinin, Planescape: Torment’teki en önemli yan karakterlerden birisi olduğunu düşünüyorum. Sadece İsimsiz Olan ile olan ve oyun boyunca devam den etkileşimi değil, ayrıca başarılı bir savaşçı/büyücü olması sayesinde dövüşlerde gruba yaptığı katkı düşünülünce grup üyelerinin pek çoğundan da daha işlevsel. Biz de onun gelişimine tanık oldukça oyunun konusunun sadece İsimsiz Olan olmadığını tekrar fark etmiş oluyoruz ve Dak’kon’un sesinden şu sözleri her duyduğumuzda, biz de onunla beraber bir adım daha büyüyoruz.
“Zerthimon’un öğretilerini *bilerek* daha kuvvetli hale geldim.”
KHAN – Metro
(Terran – Burak M. Kılıç)
“Ne ekersen onu biçersin, Artyom. Güç, güce karşılık verir; savaş, savaşı doğurur; ve ölüm ise yalnızca daha çok ölümü getirir. Böylesine bir kısır döngüyü kırmak için kişinin sorgusuz sualsiz hareket etmekten de fazlasını yapması gerekir.”
– Khan
“Kim bir ömür boyu karanlığa bakacak kadar cesur ve kararlıysa orada ilk umut ışığını o fark edecektir.”
– Han [Kitaptan]
Çevresindeki her şey gerek lafın gelişi, gerekse kelimenin gerçek anlamıyla tam bir kaos ve yıkım içerisindeyken, belki de kendi benliğini onca yıllardan sonra kaybetmeyen nadir insanlardan biriymiş imajı veren, oyun serisinin en gizemli karakteri (kitapta bir o kadar daha gizemlidir) Khan; Metro serisini şahane bir yapım yapan o kıymetli elementlerinden biridir. Bilhassa ana karakterimiz Artyom ile adeta bir Ben Amca-Peter Parker türünde olan ilişkisi ile ara sıra geçmişiyle ilgili karşılaştığımız bilgi kırıntıları, kendisine bir o kadar daha sempati beslememize yarıyor.
Khan hakkında daha çok şey yazabilmek isterdim, inanın. Fakat gerek oyunları gerekse kitapları yalayıp yutmuş biri olarak söylüyorum ki Khan ve geçmişi hakkında bilinen somut biyografik bilgileri toplasak şu yukarıda anlattığımdan öte bir bilgi çıkmazdı. Buna nazaran söyleyebileceğim en iyi şey, Artyom’un Khan’a karşı olan uçsuz bucaksız merakı ve hatta hayranlığıdır – ve onun bu durumdan doğan uçsuz bucaksız fikirleri, düşünceleri, teorileri ve bitmek tükenmeyen ilgisidir. Bu da kısmen güzel bir şey aslında, sonuçta Artyom (ve hemen hemen bütün Metro halkı) gibi çevresi çaresizlik, yalanlar, manipülasyon, güç aşkı ve korku ile dolu olan biri için Khan, büyük bir sabırla Artyom’un yanında kalarak ona adeta bir akıl hocası ve yol gösterici olmuştur.
ABNUR THARN – Elder Scrolls Online
(mertusta – Mert Sertel)
Abnur Tharn, Elder Scrolls Arena’daki baş düşman Jagar Tharn’ın atasıdır ve Abnur’u da kötü bir karakter olarak Elder Scrolls Online’da görüyoruz. Peki gerçekten kötü biri mi? İşte bu soruya bir türlü cevap veremiyorum.
Abnur Tharn, bir zamanlar Beş Yoldaş denen ufak bir örgütün de üyesidir (Sai Sahan – Mannimarco – Abnur Tharn – Varen Aquilarios – Lyris Titanborn). Ekibin başı Varen Aquilarios, Kral Leovic’e karşı isyan başlatır ve başarılı olur. Gerçek bir kral olmak için ise Kralların Kolyesini takmak zorundadır fakat bir sorun vardır: Bu kolyeyi sadece Ejderdoğan kanı taşıyanlar takabilir; Varen ise böyle bir kan bağı taşımamaktadır. Maskeli Beşlerimiz uzun araştırmalar sonucunda kolyenin yerini tespit ederler ve Mannimarco hokus pokus ile Varen’i Ejderdoğan yapacağı vaadiyle kandırır. Fakat asıl amacı Tamriel’i ele geçirmek olan ve bunu Molag Bal’a bağlılığı yalanı ardında gizleyen Monnimarco, klasik olarak hainliğini yapar ve kolyeyi alıp arazi olur. Varen de böylece tahtta hak iddia edemez ancak Kolovya bölgesinin lordu olan Abnur Tharn ise politik gücünü kullanarak kızı Clivia Tharn’ı imparatoriçe ilan eder, kendisi de konseyin lideri konumuna geçer. Dahası Tharn ailesi ile Mannimarco işbirliği yaparak Tamriel’in dört bir yanına Molag Bal’ın diyarına giden portallar açarlar ve dremora istilası başlar.
Abnur Tharn buraya kadar gözümüzde kötü bir imaj yaratsa da kendisi Mannimarco’dan hiç hazzetmeyen birisidir ve oyuncular olarak bizlere yardımda bulunur. Mannimarco’nun asıl planlarını çözer ve ona karşı planlar kurar. Ekibin kayıp diğer iki üyesi olan Lyris ve Sai’yi bulmamızda büyük emekleri vardır. Dahası, Mannimarco’yu durdurmamızı sağlar ve Tamriel’i kurtarır.
Şimdi şu soruyu sorabiliriz; Abnur Tharn, Molag Bal’a olan sadakatinden dolayı mı Mannimarco’yu önledi? Eğer evet dersek bu Abnur’u kötü biri yapar; fakat eylemleri, diyarı kurtarması da iyi bir gelişme. Belki bir kahraman diyemeyiz ama hain de demek pek doğru olmuyor zira eğer Mannimarco’nun yanında yer almasaydı Mannimarco, Abnur’u öldürecekti. Ne demişler; dostunu yakın, düşmanını daha yakın tut. Tamriel’in hakkı yenmiş vatandaşlarından birisidir Abnur Tharn.
SCOOTER – Borderlands
(Artorias – Ilgar Kayı Akyüz)
Borderlands dendiğinde oyunun unutulmaz yan karakterlerinden ilki elbette ki Scooter. Karşımıza ilk olarak New Haven’da çıkan Scooter, oyundaki kaosa en çok mizah katan ve Pandora’daki serüvenlerimizde her zaman bize eşlik eden karakterlerden birisi. Yarış araçları tutkunu olan Scooter, doğal olarak oyundaki ulaşımımızı sağlayan yegâne karakter.
Serinin -Telltale Games’in Tales From Borderlands’i de dahil- tüm oyunlarında karşımıza çıkan Scooter, araba tutkunu olduğu kadar kadınlara da düşkün. Fakat yufka yürekli Scooter maalesef kişisel ilişkilerinde yarış arabalarında olduğu kadar şanslı olamıyor. Belki de en ikonik diğer karakterlerden biri olan Moxxi’nin oğlu olan Scooter, Güneyli aksanı ve kafiyeli konuşmasıyla dikkat çekiyor. Hikâyeye doğrudan etkisi olmasa da katliam ve yaratıklarla dolu Pandora’da mutlaka yüzümüzü güldürmeyi başarıyor ve hiçbir zaman motivasyonunu yitirmiyor.
JEFF “JOKER” MOREAU – Mass Effect
(Huliandel – Ezgi Elif Pajecki)
Mass Effect… Neresinden başlasam bilemiyorum. Nedenlerini sıralamamı isteseniz muhtemelen dakikalarca sessizliğe gömüleceğim, kendim bile hâlâ tam olarak adlandıramadığım sebeplerle oldukça etkilendiğim, beni bir N7 dövmesi yaptıracak kadar kendine bağlayan bir oyundu. Her ne kadar üçüncü oyunu benim için bir hayal kırıklığı ile sonuçlanmış olsa da bütün seri boyunca irdelenen hikâyesi ile kalbimde ayrı bir yeri olan bu seriyi gerçek anlamda paha biçilmez kılan özelliklerinden en ön plana çıkanı ise muhtemelen her biri birbirinden farklı kişiliklere sahip olan karakterler barındırmasıydı. Ve bu karakterler arasında biri vardı ki açık ara favorim diyebilirim: Shepard’ın ve mürettebatın hayatını onlarca kez kurtaran, uzay gemimiz Normandy’nin vefalı pilotu Jeff “Joker” Moreau.
İlk oyunun henüz başlarında öğrendiğimiz üzere Jeff, talihsiz bir şekilde Vrolik sendromu ya da daha bilinen adıyla cam kemik hastalığı ile dünyaya gelmiştir. Bu hastalığı sebebiyle oldukça zor bir hayat geçirmiştir zira sağlıklı bir birey gibi rahatça hareket edemez ve yapacağı herhangi bir ufak harekette bile kemikleri kırılma riskiyle karşı karşıyadır. Ancak bu durum, Jeff’in hayallerine ulaşmasını engellemez. Çok çalıştığı ve nadiren gülümsediği için eğitmeni tarafından “Joker” lakabı verilen Jeff, İttifak armadasında bir pilot olabilmesi için gereken eğitimi alır ve sonunda sadece sınıfındakileri değil eğitmenlerini bile gölgede bırakacak bir başarı sergileyerek mezun olur.
“Harap olmuş küçük bacaklı hasta çocuk hepsinin kıçına tekmeyi basmıştı. Sonunda mezuniyette gülümseyen kimdi, tahmin et bakalım.”
Turian ırkının da desteğiyle ilk hayalet uzay fırkateyni olan Normandy yapıldığında pilotu olmak isteyen Jeff, bu isteği reddedilince uzay gemisini kaçırır ve öylesine başarılı bir test sürüşü gerçekleştirir ki kendisini ilk başta reddeden turian generali onun pilot olmasını bizzat ister. Kumandan Shepard’ın Normandy liderliğine atanmasıyla başlayan oyunda da hazır cevaplığı ve alaycı kişiliğiyle ön plana çıkan Jeff, aynı zamanda daha önce hiçbir pilotun yapamadığı ve mürettebatın da yapılmasının imkânı olmadığını düşündüğü manevralar gerçekleştirerek (Mako’yu yere 20 metre kala başarıyla attığını hatırlayanlar el kaldırsın) işinde ne kadar ciddi ve usta olduğunu defalarca kanıtlar.
İkinci oyunda da gönülden bağlı olduğu Normandy’yi yalnız bırakmayan Jeff, her ne kadar gemi mürettebatının yeni üyesi olan yapay zekâ EDI ile ilk başlarda pek anlaşamasa da sadakat ve dostluk arasında bir bağ kurduğu kumandanı Shepard’ın araya girmesiyle biraz yumuşar. Bu sırada yine görevden göreve giden ekibi zor şartlar altında elinden geldiğince yönlendirir; üçüncü oyun da dahil olmak üzere onlara gökyüzünden göz kulak olmaya ve hayatlarını kurtarmaya devam eder.
Jeff’in karakterime olan bağlılığı, durmadan takındığı alaycı tavrı ama aynı şekilde ölümcül sonuçlar doğurabilecek durumlarda gösterdiği ciddiyeti ile diğer yan karakterlerle aralarındaki diyaloglar beni kendisine bağlayan etmenlerdi diyebilirim. Hatta öyle ki neden bir romantizm seçeneği olmadığını hep sorgulamışımdır; gerçi üçüncü oyunda bunu sorduğunuzda cevabınızı alıyorsunuz. Ayrıca sadece yeni diyalog seçenekleri açılıp açılmadığını kontrol etmek için her görev sonrası yanında bittiğim veya -özellikle üçüncü oyunda- mürettebat ile aralarındaki şakalaşmaları dinlemek için kokpite gittiğim doğrudur. İncelikle hazırlanmış bir karakter olan Joker olmasaydı Normandy yarım kalırdı.