Gamescom 2015… İlk Gamescom maceramız. Başından sonuna kadar acemilikler silsilesi, yorucu ama bir o kadar da eğlenceli ve dolu dolu geçen iki gün. İki gün mü? Evet, acemiliğin büyüğünü başta yaparak 2 günlük bilet ayarlamıştık çünkü kendimize. Halbuki etkinlik alanının bir ucundan diğerine dümdüz koşmanın 15 dakika sürdüğünü bilseydik böyle şeyler yapmazdık ama… Neyse, seneye 4 gün gidip telafi edeceğiz artık.
Bugüne kadar Gamescom’u hep medyadan takip ettik. Merlin’in Kazanı olsun, Oyungezer olsun haberleri anında iletmekte geri kalmadılar. Ama biz olaya biraz farklı bir bakış açısıyla yaklaşıp bu Gamescom’da neler olup bittiğinden ziyade Gamescom deneyiminin nasıl bir şey olduğuna ve kendi kişisel görüşlerimize yoğunlaşmak istedik. Bir nevi Acemiler için Gamescom yani. Hangi tren istasyonunda inileceğinden tut, sabah erkenden nerede kuyruk olunacağına kadar… Misal biz hızlı trenin durduğu istasyonun direkt Gamescom’a çıktığından habersiz bir şekilde merkez istasyonundan aktarma yaparız planlarındaydık. Meğerse direkt güney girişine çıkıyormuş tren istasyonu. Yalnız Köln bu konuda çok iyi çalışmış, trenden dışarı adımınızı atar atmaz her yerde Gamescom tabelaları size yol gösteriyor. Yani oyun tişörtlü insanları takip etmeden de yol bulmak epey kolay, biz yine de oyun tişörtlüleri takip ettik tabii.
Sabah saat 10’da ve üstelik de basın gününde olmamıza rağmen kapıda büyük bir kalabalık vardı. Hani sitede “Çarşamba günü normal ziyaretçileri belki alırız” tarzındaki açıklamaya rağmen epey bir bekleyen vardı diyebilirim. Ancak basın günü ve 1. günün kalabalığı arasındaki fark gerçekten muazzamdı. Açıkçası benim ilk gidişim olduğu için basın günü de biraz kalabalık gelmişti. İş çıkış saatini görmeden İstanbul’u kalabalık zanneden bir turist gibiydim. Aradaki farkı ancak ertesi günkü mahşeri kalabalığı görünce idrak edebildim. Mesela basın günü Ubisoft standında “For Honor”ı görmek için sırada bekleyen yaklaşık 50-60 kişi olunca “Amaan, yarın gideriz ona da” diyerek acemiliğin büyüğünü yapmış oldum. Siz siz olun, o 50 kişiyle birlikte oturun bekleyin. Bekleyin ki ertesi gün sabah 10’da aynı kuyrukta duran yüzlerce kişiyi görünce küçük dilinizi yutmayın. Gerçi Ubisoft’un yaptığı da iş değil ama ona da birazdan değinirim zaten.
Fuar alanı beklediğimden çok daha büyüktü. Yanılmıyorsam 11 tane salon vardı, bunların bazıları birkaç katlıydı. Yemek arasında kendi aramızda muhabbet etmesek bazı şeylerden hiç haberimiz bile olmayacaktı ilk gün. Murat abi “Satış alanını gördünüz mü?” deyince fark ettik ki girişi dışarıda olduğu için o kısmı direkt es geçmişiz. Bulduk sonra satış alanını, fotoğraflarda görebileceğiniz gibi tam bir geek cenneti. Figürler, tişörtler, cosplay malzemeleri, çizgi romanlar, kart oyunları… Ne ararsan var. Kitaplar ve çizgi romanların çoğunun Almanca olması biraz hayal kırıklığı yarattıysa da bol bol tişört ve epeydir evdeki Arno’nun yanına koymaya niyetli olduğumuz Élise figürü cüzdanlarımızdaki ağırlıktan kurtardı bizi.
Retro oyun konsollarının sergilendiği bir bölüm de varmış ancak orayı ne kadar aradıysak da bulamadık. Zaten vaktimiz kısıtlı olduğu için de koşa koşa oyunların olduğu alanlara geri döndük. Bu sırada gerek yollarda gerek etkinlik alanlarında karşılaştığımız cosplayerların bol bol fotoğrafını çektik ki içlerinden bir tanesi özellikle ağzımızı açık bıraktı. (Facebook’ta da telefonla çekilmiş daha flu bir versiyonunu paylaşmıştım bu arada.)
Gelelim esas aksiyonun döndüğü etkinlik alanlarına. Etkinliğe en iyi hazırlanmış firmalardan birisi de bence Blizzard’dı. (Ve bizim en çok ilgi gösterdiğimiz de şüphesiz oydu tabii. Çünkü Blizzard.) Pek çok oyunun kapısında yüzlerce kişilik kuyruk varken Blizzard oyunlarında hiç sıra beklemedik ve bunun sebebi ilginin az olması da değil. Hem basın için ayrı giriş temin etmiş olmaları hem de getirdikleri her oyun için yüzlerce bilgisayar kurmuş olmaları sayesinde pek çoğunu defalarca deneme şansı bulduk -ki Can bu konudaki deneyimlerini mutlaka yazacaktır zaten. Haklarında şikayetçi olacağım tek şey, bir sürü etkinliği sadece Almanca yapmış olmaları ve hatta Overwatch’ı da Almanca oynamak zorunda kalmamızdı. Oyun size bir takım ip uçları veriyor karakterleri nasıl oynayacağınıza dair ama gel de anla. Ama tüm bu Almanca bile beni daha ilk oynayışta Tracer bağımlısı olmaktan alıkoyamadı. Shooter türünü seven bir insan değilim; ona rağmen Tracer’la “bir arkadaşa ateş edip çıkacaktım” diye diye 4 kez oynadım. Overwatch tanıtım videosunu izleyenler hatırlar (izlemeyenler de mutlaka izlesin derim), Tracer’ın olayı bir anda hızla zıplamak, birkaç el ateş edip aynı hızla tüymek. Kontrolleri de epey basitti ve ilk oynayışta bile alışmakta zorlanmadım. Daha sonra Mercy’i denediğimde örneğin epey zorlandım çünkü ne ara uçuyoruz ne ara kaçıyoruz hiç belli değil. Ya da belki bellidir ama biz anlamıyoruz Almanca açıklamalar yüzünden. (Ben de aynı problemi Symmetra oynamaya çalışırken yaşadım mesela -Can)
Overwatch dışında Blizzard etkinlik alanında Heroes of the Storm’un yeni kahramanları ve yeni haritasını oynama şansı da bulduk. Ben yeni kahramanlara pek dalamadım çünkü Jaina <3 Tüm skinler ve mountlar da açıktı üstelik. Ancak Can’ın anlattığı ve benim onun ekranından gördüğüm kadarıyla Rexxar’ın oynanışı epey eğlenceli duruyor. Tabii ben WoW’da da hunter olduğum için tarafsız olamayabilirim bu konuda. Mend Pet, Charge, Bestial Wrath hep alışık olduğum şeyler. Tipik bir Hunter olarak Rexxar’ın eli ayağı tabii ki sadık ayısı Misha. Ve Misha’yı öldürmek 0.25 kill sayılmasına rağmen Rexxar’ın skilleri işlevsiz hale geldiğinden karakter epeyce kısıtlanmış oluyor. Kharazim hakkında ise daha ilk skill’de nasıl gelişeceğinin seçimini yaptığı ve daha ofansif ya da defansif olma şansı olduğu dışında çok fazla bir fikrim yok. Sanırım uzaktan iyileştirmeye yönelik bir özelliği yok çünkü beni iyileştiren olmadı oyun boyunca. (Taş mı yedim ben burada sanki kafama? -Can) Ha bir de, iletişimsizlik kötü şey. Bir HotS oyunundaki en merc kampı alma aksiyonunu yaşadım bu oyunda. Ben tek başıma bir mercenary kampı alırken düşman basıp beni öldürdü, ama kampı almadı. (Niyeyse?) Bizim takıma bin kere işaret etmeme rağmen iki adım ötede it dalaşı yaptılar yine kampı alan olmadı. 20 saniye sonra dirilip kendim gittim aldım bomboş duran kampı. Bu da böyle bir anımdır. Bedava kamp veriyorsun, almıyorlar.
Bu arada yeni kahramanları oynamasam da yeni haritadan nasibimi epeyce aldım. Bu sefer Blizzard rakibin binalarını yıkmak yerine kahramanlarını öldürmeye yoğunlaşan bir boss tasarlamış ve birkaç kez karşısına çıkmaya cüret etmiş biri olarak söylüyorum: Yapmayın. Çünkü oldukça hızlı ve güçlü, iki vuruşta siz daha ne olduğunu anlamadan kafanıza kafanıza vuruyor, hasar dahi veremeden ölüyorsunuz. En iyisi o başka birilerine saldırırken arkadan vurup kaçmak. Tabii daha da iyisi boss’u rakibe kaptırmamak. Bunun için de Diablo’dan alışık olduğumuz shrine’lara dadanıp çıkardıkları minionları hızlı hızlı öldürmemiz gerekiyor. 30 taneyi önce tamamlayan boss’u kapıyor. Jaina gibi alan etkili büyüleri olan bir kahraman için pek de zor bir iş değil ama bu sırada karşı takımın da tepenize binmek için hazırda beklediğini hesaba katmanız lazım. Sonuç olarak çok değişik bir mekanik içermese de mevcut haritalardan sıkılmış olanlar için hoş bir değişiklik olmuş. Oynanır. (Burcu’nun meşhur tek kelimelik yorumları)
Starcraft tarafında da yeni gelen iki kişilik Allied Commanders modunu oynadık. Tabii ki Raynor ve Kerrigan olarak oynadık, ya ne olacaktık? (Artanis’in de gideri vardı aslında? -Can) Gamescom demosu olduğu için oyunu sanırım aşırı kolayda açmışlar çünkü o kadar unutmuşum ki kısa yolları falan orta seviyede bir düşman ağzımı kırardı orada. Normal iki kişilik Starcraft oynamaktan farklı olarak bunda kahramanlarınız var ve güçlenip çeşitli özellikler ediniyorlar. Bu sırada oyunun verdiği görevleri yapmakla uğraşıyorsunuz. Bizim oynadığımız oyunda düşmanın gönderdiği trenleri indiriyorduk mesela, ara sıra da saldırılarını püskürtüyorduk. Dediğim gibi oyun çok kolay olduğu için dayağımızı yiyemedik ve yeni özellikleri de kullanmaya ihtiyaç olmadığından ben pek tat alamadım. Yine de tekrar denemeye niyetliyim, tuş kombinasyonlarını da aklımda tutacağım hem bu sefer.
Paragraflarca Blizzard anlattım ama tabii ki iki gün boyunca sadece Blizzard standlarında geçirmedik vaktimizi. (Kabul, çoğunu orada geçirdik) Hollandalı Guerilla Games’in beklenmedik bir çıkış yapan ve kabile hayatı ile dev makineleri birleştiren ilginç dünyasıyla dikkatimizi çeken oyunu Horizon: Zero Dawn’ın basın günündeki 40. ve son gösterimine katıldık mesela. E3’teki oynanış videosundan çok da farklı bir şey görememiş olmamıza rağmen Horizon’dan beklentilerimiz hala yüksek. Oyunun ana karakteri olan Aloy da güçlü karakterini yansıtan duruşuyla ve seksi olma çabasında olmayan kabile avcısı kılığıyla iyice gözüme girdi. (Zira üzerine ok yağarken göğüs dekoltesinin bize ne faydası var, değil mi?) Bir de kendisinin Sarah Connor, Ellen Ripley ve Ygritte gibi karakterlerden ilham alınarak yaratıldığını da düşününce, Guerilla Games kadın karakter yaratma konusunda doğru yolda ilerliyor diyebilirim. Eğer o kıyamet sonrası dünyanın da doyurucu bir hikayesi varsa turnayı gözünden vurdular demektir. Heyecanla bekliyorum gelişmeleri!
Henüz kimseler önünde sıra olmamışken Heroes 7 deneyen Can, okuyucularımız için de birkaç tane beta key kapmayı ihmal etmedi. Bunu yaparken çok inanılmaz bilgiler de verdi üstelik.
“Ne oynuyorsun?”
“Heroes 7.”
Kesinlikle üzerinde durduğumuz platformda devasa harflerle yazılmış olmayan bu muhteşem bilgiyi aldıktan sonra herhangi bir faction’ı değil de demo için hazırlanmış karma bir orduyu oynadığını öğrenebildim. Utanmasa turn-based kavramını anlatacaktı. Oyun ise klasik Heroes gibi görünüyordu, bilemiyorum 6’dan bir farkı var mıydı. Ama beta key’leri yakında dağıtacağız, merak eden bakabilir.
Oradan oraya koştururken Kickstarter’ı bağrıma basmamın en büyük sebeplerinden olan Pillars of Eternity’nin de ufak bir standı olduğunu gördüm. Yeni ek paket hakkında bir şeyler göstereceklerini düşünüp heyecanlandıysam da umduğumu bulamadım. Yan platformdaki inanılmaz gürültü nedeniyle bazı geliştiricilerle hayli samimi konuşmalar yaptım. Zira birbirimizin kulağına konuşmadığımız sürece iletişim kurmamız mümkün değildi. Onlar da Gamescom’da ek paket gösterilip gösterilmeyeceğini bilmiyorlarmış çünkü Pillars ekibinde değillermiş. (Karşı tarafın taksisiymişler.) O konuda bir haber çıkarsa zaten bizden kaçmaz çünkü 10 yıldır hasret kaldık böyle oyunlara. 2D izometrik RPG’lerin tadı damağınızda kaldıysa PoE oynayın, oynatın. E o da olmadı, üzerine o kadar yazı yazdık, bari onları okuyun…
For Honor standının önünden de sık sık geçtik. Silahın hızını, açısını, gücünü falan ayarlayabildiğimiz bana biraz aşırı detaylı gelen enteresan bir mekaniği olan bir Hack & Slash Moba mı desem ne desem bilemediğim bir oyundu ve nasıl kotardıklarını yakından görmeyi istiyordum açıkçası. Ama az önce de bahsettiğim gibi kalabalıktan dolayı ilk gün girmemek gibi bir hata yaptık. Ubisoft da sağolsun basını adamdan saymayıp sonraki günlere hiç basın gösterimi ya da hızlı giriş gibi bir opsiyon koymadığından, 3-4 oyuna gidilebilecek süreyi For Honor’ın kapısında oturarak harcamak istemedik. Daha sonra basına özel Rainbow Six gösteriminde Can’ın gönlünü almış olsalar da For Honor hakkında yazabileceğim tek şey: Önünde çok sıra vardı. Teşekkürler Ubisoft. (Fakat Rainbow Six gösterimi iyiydi ha… -Can)
Az daha unutuyordum, Uncharted 4: A Thief’s End. Uncharted bildiğimiz Uncharted, Nathan her zamanki Nathan. Yine başını türlü türlü belaya sokarken yüzlerce yıldır mis gibi korunmuş tarihi eserleri telef ediyor. Açıkçası Uncharted 3’ün üzerine çok fazla bir yenilik getirdiklerini sanmıyorum, getirmelerini de beklemiyorum. Zira Uncharted 3 gayet nefis bir oyundu. Gösterimde E3’teki videonun biraz daha uzun halini izledik ve memnun kaldık. Aynı mekanda üzerimize dalga dalga düşman yığmaktansa bizi hızla kaçarken savaşmaya yönlendiren mekanikler hoşumuza da gitti doğrusu. Çıkınca oynayacağız zaten, kaçarı yok. O isimdeki “Thief’s End” lafının da Nathan’ın bu işleri bırakıp Elena’yla birlikte bir sahil kasabasına yerleştiğini ima ettiğini düşünmek istiyorum. Lütfen öyle olsun.
İlk günün tamamı ve ikinci günün yarısından fazlası türlü oyunların peşinde oradan oraya koşturarak geçmişken, saat 4’ten sonrası tamamen ayakta durmak ve Almanca işkenceye katlanmak ile geçti. Önce yaklaşık bir saatlik bir cosplay röportajını izledikten sonra (evet Almanca) daha da büyük işkenceye geldik: Blizz görevlileri Alman gençlere aşırı basit sorular sorup onları da bilemedikleri halde Wings of Liberty: Collectors Edition dağıtırken çaresizce izleme işkencesi. Gerçekten de Overwatch’tan 3 kahraman sayamayan bir elemana verdiler mis gibi Collectors Edition’ı, acımız büyük. Geyik bir yana, cidden neden tüm etkinliğin Almanca olduğunu çözemedim, tamam Almanya’da yapılıyor da sadece Almanlar mı geliyor oraya? Ne kadar çok Alman dedim. Alman derken sıkıldım, Blizzard Almanca’dan sıkılmadı. Ich bin wütend Blizzard! Bir an WoW genişleme paketini da Almanca açıklayacaklar diye tırsmadık değil.
Bu işkenceden sonra sahneye Songhammer diye bir rock grubu çıktı. Melodileri çok da fena değildi, şarkı sözleri ise Serdar Ortaç’ı aratır nitelikteydi. “Aşk bu kızılötesi yaralı müzesi hareket edemem” şimdi al bunu İngilizceye çevir, işte öyle bir şeydi. Hele ki bir Alliance Rap battle vardı ki onca emek verdiğim Night Elf karakterlerimi sildirecekti bana, o derece. Keşke Lady Gaga’nın Alejhandro şarkısının parodisi olan Alextrazsa’yı falan açsalardı. Canlı müzik olmasa da olurdu. Klibi izler eğlenirdik. Ale Alextrazsa ale Alextrazsa! Sözleri de mantıklı üstelik. (Bu arada izlememiş olan varsa -ki sanmıyorum ama mutlaka o klibi izlesin.)
İşte biz bu işkenceyi çekerken yoldaşlarımızdan dayanamayıp aramızdan ayrılanlar oldu. Tabii ki hemen onların yerlerini kaptık, en önde olmak fedakarlık istiyordu çünkü. Kahramanca direndik. Sonuç olarak beklediğimize değdi, en önden izledik yeni ek paket açıklanırken. Başta salonda biraz sıkıcı bir bekleyiş vardı, hani sırf WoW diye geldik genişleme paketinden ümitli değiliz gibi bir ifade vardı insanlarda. O ilk gösterdikleri mini videoda Illidan göründükten sonra salondan “Oooaaa” gibi sesler, çığlıklar alkışlar falan gelmeye başladı. Hype beş katına çıktı on saniyede. (İtiraf ediyorum, bendim o. -Can) Khadgarlı Varianlı ve epey büyümüş Anduinli videoyu da izledikten sonra (Ben kuzgun görünce Medivh var sanıp heyecanlandım yine. Hep yapıyorum.) ek paket detaylarından bahsetmeye başladıklarında ben iki dakikada bir saate bakıyordum. Sonrasında ise binlerce insanı yara yara trene koşmak zorunda kaldık zira dedim ya: Acemilik. O saatte etkinlik olacağını bilemeden erken saate almışız bileti. Üstüne üstlük bizimle birlikte binlerce insan da tren istasyonuna akın ediyordu ve kapılarda yığılma vardı. Yaka kartını okutmayı beceremeyenler yüzünden gergin bekleyiş sürüyordu. Erken çıkmış olmamıza rağmen ucu ucuna yetiştik trenimize ve o gün sabah yediğimiz pretzel dışında bildiğin aç gezdiğimizi fark edip kendimizi yemek vagonuna attık. Bir de yolda ufak bir genişleme paketi değerlendirme videosu çektik, eğer arka plandaki sesleri güzelce temizleyebilirsek onu da yayınlayabiliriz bugün yarın…
Nihayetinde eve, Almanca konuşulmayan ve trenlerinde bedava wi-fi olan güzel ülkeye geldik. (Hollanda’ya yani) Benden şimdilik bu kadar. Bir sonraki Gamescom’da görüşmek üzere!