BlizzCon’un hemen üstüne bir şeyler yazmayı istiyordum ama önce fiziksel olarak kendime gelememe, sonra iş-güç araya girmesi falan derken başlamam vakit aldı. Bir de yazarken hem yazdıkça daha fazla detay olduğunu hem de artık “taze BlizzCon yazısı” olmayacağı için farklı konulara değinmenin daha iyi olacağını düşünüp gittikçe içeriği de değiştirmek falan derken… BlizzCon yazısı *birazcık* gecikti. Muhtemelen bu sırada Can peşime Viz-Jaq’taar’lar, ghost’lar falan yolladı; bu yazı çıktığı gibi bir süre ortadan kaybolmam gerekebilir.
Dediğim gibi bu yazıda size oyunları falan anlatmayacağım, zaten bilgiler ortada. Oyunlar üstüne (en azından detaylı) yorumlarımı koymayı da düşünmüyorum. Bu yazıda size hazırlanma sürecini, gidişimi ve ortamı anlatmak istiyorum.
Beni tanıyanlar büyük bir Blizzard hayranı olduğumu bilirler. 98 sonu ilk defa evime bilgisayar girmişti, Blizzard’ın büyük çıkış yapışıyla o “Blizzard’dan babam çıksa yerim” çağının tam ortasında yani. Gelmiş geçmiş en sevdiğim oyun Starcraft’tır, işte Ragnarok’lar, Ultima’lardan çıkıp WoW’a girip “NE KADAR DA HARİKA BİR UI VE İŞLEVSELLİK” diye kafayı yemişliğim, BattleNet’te saatlerce D2 oynamışlığım… sonra da devamı geldi zaten. Yıllardır Blizzard’ı hem bir oyuncu, hem oyunlar konusunda hevesli ve meraklı biri hem de profesyonel olarak takip ve takdir ediyorum. Virtual Ticket üstünden de bir süredir tüm BlizzCon’ları izleyip iç geçirmekteydim.
Bölüm 1: Bilet
Maceranın en zorlu kısımlarından biri bilet bulmak. Geçen sene biletler açıldıktan bir saat sonra falan oturup büyük hayal kırıklığına uğramıştım: Bilet alabilmek için saati bırakın, dakikalar ve hatta saniyeler önemli. Nitekim bu sene zamanında bekledim ama yine de bilet alamadım! Zira insanlar bilet almak için deli gibi atlamıyormuş gibi bir de birçok kişi birden fazla bilet alıyor. Bunların bir kısmı iyi niyetle arkadaş, aile vs için alınsa da ciddi bir kısmı tahmin edeceğiniz üzere eBay vs üstünden yüksek fiyatlara satılıyor.
Bu noktada da topluluğunun güzelliği karşımıza çıkıyor. Topluluk içindeki büyükçe gruplardan biri olan “Blizznerds” üyeleri de biletleri toplu alıyorlar ama üzerine kâr koymadan bilet bulamayanlara satıyorlar! Biletleri kaçırdığımı fark ettiğim gibi takibe başladım ve listelerini açmalarıyla beraber başvurdum ve birkaç gün içinde bilet fiyatı artı transfer için aracı siteye verilen masrafı ödeyerek biletime kavuştum.
Bu noktada biraz biletlere girelim. Ben en temel hâli olan “BlizzCon Pass” aldım. Bunda tabii ki etkinliğe giriş hakkı ve sanal bilet var. Buna ek olarak bu sene ufak bir heykel seçimi verdiler, buna önceki senelerde denk olan goodie bag dediğimiz, içinde toplanabilirler olan çantalar vardı. Son olarak bir de “Pregame Festivities” var, bu da etkinlikten bir gün önce alana gidip orada takılma hakkı oluyor kabaca.
İkinci seviye bilette sanırım iki şey öne çıkıyor: Birisi festival alanında takılabileceğiniz ve Blizzard çalışanlarına falan da denk gelebileceğiniz bir salon (basına, VIP’lere ayrılan alanlar gibi). Alan geniş ve çok yürüyüş var, hele bir de elinizde bir şeyler varsa bu alan ilaç gibi gelebilir. Ben bunun yerine Darkmoon Faerie alanına gidip çöküyordum ama tabii alanın ta öbür tarafındayken oraya gitmek de ayrı sıkıntı. Bu salon neredeydi emin değilim, tahminen ortada bir yerdeydi ki kolay erişilsin. Diğer önemli şeyse ayrı sıralardan girmek. Ne yapacağınıza bağlı olarak ciddi sıra beklenebiliyor, o yüzden bu da değebilir. Bunun yanında park alanı falan gibi avantajları da var. Son seviye biletin ana özelliği Blizzard çalışanlarıyla hayır yemeğine çıkmak. İlk akşam gerçekleşiyor bu yemek, her türlü üst seviye, geliştirici vs olabiliyor. Bunun dışında siteye imzalı artwork yazmışlar, bir de ana alanda size ayrılmış bir bölge varmış, o da güzel tabii. Bilet fiyatları 229$-550$-750$ şeklinde gidiyordu.
Bu yazıdaki bir amacım da gitmeyi düşünen arkadaşlara bilgi vermek, o yüzden özet bir yorum yapayım. Normal bilet gayet yeterli arkadaşlar. Ben pek bir şey kaçırdığımı düşünmedim. Ha tabii ki salona erişebilmek ve sıra beklememeye hayır demezdim, eğer maddi olarak dert etmiyorsanız diğer iki bilet verdikleri şeylere değebilir. Hatta son seviyede verilen artwork ileride kıymetlenebilir, bilemiyorum.
Bölüm 2: Yol ve Konaklama
Cebinizi en çok delecek iki konu bunlar olacak. Öncelikle kendim ne yaptım ondan başlayayım. Uçuşlarımı direkt gidiş-dönüş şeklinde Lufthansa’dan aldım. Berlin’den direkt uçuş olmadığı için buradan Zürih’e, oradan da doğrudan Los Angeles havaalanına uçtum. Lufthansa altında olsa da operatörü İsviçre Havayolları’ydı. Dönüşte de LAX’ten Frankfurt’a, oradan Berlin’e uçacaktım; Berlin uçuşu iptal olduğu için Frankfurt’tan Lüksemburg’a, orada 4 saat kadar bekleyip Berlin’e uçarak sonlandırdım. Uçuşlardan memnun kalmadım diyemeyeceğim ancak uzun mesafe uçuşu olarak bir Kore Havayolları değildi, onu da söylemem lâzım.
İlk uçakta online check-in’i geciktirdim ama neyse ki orta koltuğa düşmedim, yanımda da genç bir İtalyan çift vardı, fena değildi. Uçak, o mesafe uçuş için beklediğim kadar geniş değildi ama yine tabii ülke içleri uçan minibüsten bozma uçakları falan düşünmeyin, yine fena değildi. Film seçimleri ilginçti, açıkçası bu konuda THY net ileride bana göre ama yine de Detective Pikachu, Spider-man: Far From Home falan gibi kaçırdığım birkaç filmi izleyebildim.
Buraya düşeceğim bir not jetlag üstüne zira bunu iyi hallettiğimi düşünüyorum. Uçuşum buradan gündüzdü, inişim oraya akşamüstüydü. Genel kural ineceğiniz yere göre davranmaktır, ben de mümkün olduğunda az uyudum ki sanki uykusuz bir gündüz geçirmiş gibi olayım. Gece de çok oyalanmadan hemen yattım ve cidden neredeyse hiç jetlag yaşamadım. Tabii burada doğudan batıya gidiyor olmanın da büyük etkisi var.
Dönüşte çok daha rahattım. Check-in’i erkenden yapıp ikinci katta koridor yanına yerleştim. Arada bacak çıkarabilmek beni rahatlatıyor. Şansıma yanımdaki koltuklar da boştu, direkt işgal edip oldukça rahat bir uçuş yaşadım. Bu sefer operatör de olan Lufthansa’nın hizmeti de gayet güzeldi. Öte yandan jetlag konusunda aynı şeyi yapmaya çalıştım ama hem ertelenen uçuştan ötürü planların bozulması hem de batıdan doğuya uçuş falan derken bir iki gün süründüm; biraz toparladıysam da bir hafta falan kendime tam gelemedim.
Konaklamaya geçmeden yol konusuna bir de ülke içi ulaşımı eklemek istiyorum. Amerika’nın “geniş” olduğunu biliyordum ama yine de oraya gidince gezerim, yürürüm, bakınırım falan diyordum. Hiç öyle olmadı zira her yer uzak. Arabasız gerçekten yaşanacak yer değilmiş Anaheim. Bir de Uber ücreti yoğun saatlerde artıyormuş, e ben tam iş çıkışlarında indim. Üstüne de tam indiğim gün LAX’te yeni bir uygulama getirilmiş, ayrılmış bir alandan biniliyordu Uber, Lyft, taksiye falan. Pardon ne? Toplu taşıma dedi galiba biriniz. Maalesef yerlerdeydi bu konu ve Berlin gibi ulaşımın oldukça rahat olduğu bir yerden gelip bunu görmek biraz üzdü. Kalacağım yere gitmek için duraklar arası yürümem gereken üç vesait falan yapmam gerekiyordu. Neyse… Bu bahsettiğim uygulama da ek yoğunluk yaratınca normal ücretin yaklaşık üç katı kadar bir über verdim, o biraz üzdü. Öte yandan bu alanda wifi vardı, o yüzden “ay nerden çağırırım ne yaparım” derdi yaşamıyorsunuz, o güzel.
Gelelim konaklamaya. Şöyle diyeyim, gelecek sene gitmeyi planlayanlar şimdiden otellerde yer ayırmaya başladı. Tabii tam tarih bilmediklerinden ya sadece rezervasyon yapıyorlar ya da iade alabilecekleri otellerde yer tutuyorlar ama başladılar. Bazı oteller 2020 içinde açacakmış, o yüzden hemen dolmasa da çok çabuk dolabiliyorlar. Alanın DİREKT yanında da Hilton, Sheraton falan var. Eğer ben uğraşamam arkadaş diyenler varsa buradan yer tutabilirler -ki açıkçası fena bir yatırım olmadığını söylemem lazım. Ben nispeten yakın bir yerdeydim, günde en az 15-20$ civarı Uber parası verdim. Yaklaşık aynı ücrete gelen yürüyüş mesafesi bir yer almış olabilirdim, almadığıma yandım. Ha eğer maddiyat sorunsa ya da geç kaldıysanız benim gibi Airbnb’ye düşebilirsiniz. Ben Disneyland’in biraz üstünde bir yere yerleştim (Crone Avenue üstünde). Genelde Latin asıllı ailelerin olduğu müstakil evlerden oluşan bir mahalleydi, alanda bir güvensizlik vs yaşamadım. Sadece yol olayı vardı. Eğer araba kiralama seçeneğim olsaydı, aslında o da rahat olabilirdi.
Bunu ek bir not düşmek istiyorum. Amerika’da ehliyet olayları nasıl işliyor bilmiyorum ama fırsatınız varsa sanırım en iyi seçeneklerden biri araba kiralamak olacaktır. Aklınızda olsun.
Bölüm 3: Yaşam Masrafları
Evet, inatla Con’u sona bırakıyorum, nihoha! Gelelim yeme, içme vs masraflarına. Dürüstçesi Anaheim’i pahalı buldum ama bir yandan da takıldığım yerler genelde etkinlik alanı, Hilton lobisi ve butik barlar falandı, o yüzden de bölge genel mi pahalı, ben mi pahalı yerlerdeydim emin olamadım. Ama sıradan fastfood siparişleri ve market alışverişlerime göre ucuz olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Yiyecek işini gündüz etkinlik alanında hallettim (bir gün Türk basınından arkadaşlarla iHop’a gitmemiz hariç), akşamları da UberEats kullanıp kaldığım yere sipariş verdim. Bir nevi Yemeksepeti gibi düşünebilirsiniz. Bir öğüne 10-20$ arası bayıldım genelde, bazen bir tık daha fazla. Hilton ve çevresinde içkilere 8-10$ arası verdim, kahveye kabaca 5-8$ arası. Bunlar burada verdiğimin iki katı falan oluyor, TR çevirisiyle daha da pahalı gelebilir tabii.
Bu noktada bir seçeneğiniz varsa otelin dâhil ettiği öğünler olabilir, eğer Airbnb’deyseniz alışveriş yapıp normal yemek yapmanız da mümkün olabilir ama mutlaka gitmeden önce ev sahibiyle konuşun zira mutfak olsa da ev sahipleri izin vermeyebiliyor ya da kısıtlar olabiliyor.
Yemek, içmek ve nefes almak kadar önemli bir konu da tabii ki internet. Hattımın Amerika’da geçerli olabilecek bir paketi olmadığı için yeni bir sime ihtiyacım oldu. AT&T’ye gidip oradan bir sim aldım. Türkiye’de kullandığım Vestel Venüs maalesef uyumlu değildi ama Note 4’ümü kullanabildim. Birkaç program önerdiler, ben orada burada Uber çağırmak vs gerekirse diye riske girmedim ve sınırsız internet aldım. 60-70$ arası bir ücret verdim. Bir aylık ücret tabii bu ama bir haftalık olmadığından bunu seçmem gerekti.
Burada önemli bir not düşeceğim: İlk bakışta her şey daha ucuz gelebiliyor ancak hiçbir fiyat görüldüğü gibi değil. Öncelikle KDV’yi eklemiyorlar hiçbir yere, o yüzden fiyatları vergi dâhil ne kadar kontrol etmeyi unutmayın. Bunun yiyecek sektöründe devamı da garsonların Amerika’daki maaşlar sebebiyle bahşişe çok bağlı olması. O derece ki sistemi doğrudan bahşişe bağlamışlar. Genelde bunu iki şekilde alıyorlar. Bazen (kartla alırken) imza atmanızı istiyorlar faturaya, o imzanın altında da ne kadar bahşiş bırakacağınıza dair bir alan oluyor. Bazen de direkt bir tabletten oran giriyorsunuz %20 gibisinden. Eğer hiçbir şey bırakmazsanız bayağı bozuluyorlarmış.
Bölüm 4: Fuar Alanı
Sanırım konuya girmemek için anlatabileceğim her şeyi anlattım, kaçışım kalmadı. Öncelikle alandan başlayayım: BlizzCon bu sene de Anaheim Convention Center’da yapıldı. Bu alan direkt bir dizi otelin arasında ve Disneyland’in hemen yakınında. Airbnb, otel falan ararken Disneyland’e yakınlıktan sık sık bahsediliyor, bunu kabaca ölçü alabilirsiniz. Çevreye çok girmeyeceğim ama Hilton lobisinden bahsetmem şart. Con alanının listelerde ismi geçmeyen ama neredeyse doğrudan bir parçası Hilton oteli. Buranın lobisinde gündüzleri dinlenen Blizz fanlarını bulabilirsiniz, hem de günler öncesinden! Akşamları da buradaki bar tıklım tıklım fanlarla doluyor, üstüne çoğu parti de buradaki salonlarda yapılıyor. Yalnız kalırsanız gidip orada takılabilirsiniz. Hâliyle Hilton’dan yer ayırabilirsiniz çok rahat da olursunuz, bayağı sokağın karşısı zira.
Şimdi gelelim asıl alana! Teknik olarak tek ama kabaca 2 ayrı bina var. İlk binaya girdiğinizde Horde ve Alliance motorsikletleri sizi karşılıyor. Bu binanın yer altı katı tamamen alışverişe ayrılmış: BlizzCon’a özel olanlar dâhil çeşitli ürünleri görebileceğiniz bir sergi ve standart alışveriş alanı bu kocaman alt katın yarısından fazlasını kaplıyor ama çoğunluğu da aslında boş zira uzun kuyruklara hazırlık var. Kalan kısımda yine bir kuyruk alanı ve önünde bu BlizzCon katılımcılarına verilen Footman ve Grunt heykellerini alabileceğiniz kısım var. Son olarak Blink-shopping diye geçen bir sistem var, internet ya da mobil üstünden bu şekilde alışveriş yapıp direkt alandan eşyalarınızı alabiliyorsunuz. Burada kuyruk oluyor, işte geniş kuyruk alanı falan dediğim şeyleri abartıyorum sanmayın. Bu alan etkinlikten bir gün önce açıktı ve bir hataya düşüp önce Blink Shop kuyruğuna, sonra heykel kuyruğuna girdim. Ama tabii insanlar ben kuyruktayken akmaya başladılar ve herkes Blink Shop yapmıyor ama herkes heykel alıyor! Benim Blink Shop işim bittiğinde heykel kuyruğu öndeki alandan taşmış, duvarlardan devam ederek alanı çevrelemiş, kendi içinde iç bir sıraya dönüşmüştü. Eski telefonlarda Snake oynadınız mı? Hah işte oydu! Giriş için gereken bileklik sırasından başlayıp her şeyimi almam toplamda -yanlış hatırlamıyorsam- 3 saatin üstünde sürdü! Tabii bir bakıma iyi oldu zira ondan sonra bir daha bu tarz bir sıraya girmedi- yok, son gün bir Blink Shop daha yapıp yine uzun bir kuyruk beklemiştim, şimdi hatırladım. Demem o ki KUYRUK olacak, hazırlıklı olun. Özellikle herkesin gireceği kuyruklarda ya çok erken ya çok geç gitmek iyi bir fikir olabilir.
Neyse, binayı anlatıyordum. Bu binanın üst katında Darkmoon Faire vardı. Bu alan oldukça sakindi. Ufak bir panel alanı ve Blizz yazar-çizer-geliştiricilerinden imza alabileceğiniz ve kitap vs satın alabileceğiniz bir köşe dışında neredeyse tamamı yaka iğnesi, arma vs gibi toplanabilir eşya alma ve değiş tokuş üstüneydi. Bu konunun bayağı meraklısı varmış, oraya gidene kadar bu kadar ciddi olduğunu fark etmemiştim. Özellikle eski yıllarda verilip artık satılmayan ya da elde edilemeyen parçalar yüzlerce dolara kadar çıkabiliyormuş. Bu ışıklandırılmış geniş salonun yanında iki ufak salon vardı. Birisinde Blizz çizerlerine çizimlerinizi gösterme şansınız var, portfolio review diye geçiyordu sanırım, tam nasıl işliyordu emin değilim ama sanırım belli saatlerde orada oluyorlardı. Diğer odaysa “inclusion nexus” diye geçiyordu ve Blizzard’ın herkesi kapsayan anlayışının uzantısı olarak farklı renk ve kültürlerden, lgbtq, otizm spektrumunda olanlar vs için konuşabilecekleri ve kabul edilebileceklerini görecekleri bir alandı. Bu farklı gruplar için farklı masalar ve her masada o grubun üyesi birileri vardı, böylece atıyorum bir lgbtq olarak Blizzard’da çalışmak nasıl ya da endüstride nasıl sorunlarla karşılaşmayı ya da karşılaşmamayı beklemeli, bunları doğrudan yaşamış biriyle konuşma fırsatı yakalayabiliyorlar.
Burası ufak binaydı, yine güzeli sona bıraktım. Ana binaya geçmeden önce ara alandan bahsedeyim. Öncelikle ana bina diyorum ama iki bina aslında bağlantılı, en azından 2. katta biraz yürüyüp geçiş yapabiliyorsunuz. Bir yerden sonra hangi kattan hangi kata, ne tarafa gittiğinizi göre zaten nereden geçeceğinizi çözüyorsunuz. Dışarıda iki ana alan vardı. Birisi bu yan binanın hemen önünde birkaç büfe (food truck diyeyim, bence bizde karşılığı kabaca büfe) var, oturacak yerler vs. Diğeri de ana binanın önünde, burada çok daha fazla sayıda büfe var. Bir de tam ana bina önünde bir havuz var. Buralar hem karın doyurmak hem de boş vakitlerde takılmak için güzel. Boş vakit dediğim etkinliklerin bitmesi tabii, yoksa hangi boş vakit! Bira bulmak da mümkün olduğu için herkes bir tık rahatlayabiliyor falan diyeceğim ama ortam gerçekten rahat zaten. Yanına gidip katılabilir miyim diye sorduğum herkes düşünmeden beni muhabbete dâhil etti. Bazen ben yalnız gördüğüm insanları bir araya toplayıp grup kurdum, öyle tatlış bir ortam vardı. Buna tekrar değineceğim.
Evet, ana salon! Ana salon dediğim gerçekten geniş bir alan. Özetle 4 ayrı parçaya ayrılmıştı ve her parça bir oyuna adanmıştı: Mythic diye geçen en büyük alan Diablo, sonraki WoW, sonraki Hearthstone, sonra da Overwatch. Bu alanlar kabaca aynı şekildeler: Arka tarafta panel alanı, diğer tarafta da oyunları deneyebileceğiniz bilgisayarlar. En ön koridorda da eminim fotoğraflarını bolca gördüğünüz heykeller vardı. Tabii bu panel alanları sadece bu oyunlara ayrılmış değillerdi, mesela Cumartesi sabahı mythic alanda ses aktörlerinin paneli yapıldı.
Bu ana alanlara ek kısımlar da vardı tabii. Mesela bu katta Diablo Immortal oynamak mümkündü ya da bir yerde turnuvaları sunduğunu sandığım bir dizi kişi vardı. Maalesef kaçırdığım bir şey Diablo Experience denilen sergiydi, burada Diablo oyunlarından artworkler falan varmış. (Orası Dark Gallery olarak da geçiyormuş ve arada milleti fon önünde “kurban ederken” fotoğraf çektirebildiğiniz tarikatçılar falan da varmış -Can) Son olarak sanırım turnuvaların yapıldığı ve izleyebileceğiniz alanlar vardı ama ilk defa BlizzCon’a gelmiş çenesi düşük geçen bendenizin aklında e-spor’un e’si yoktu, hiç göremedim. Ha bir de Virtual Ticket’ta yapılan sunumlar yine bu katta gerçekleştiriliyor, öyle yürürken bir bakıyorsunuz yanda Michelle Morrow bir şeyler anlatıyor falan.
Bu binanın alt katı Blizzard Arcade’di. Burada Starcraft, HotS gibi kendi alanı olmayan oyunları ve Blizzard’ın eski oyunlarını oynamak mümkündü. Bir de Starcraft oyuncularının yakından tanıyacağı Joeyray’s Bar vardı. Tabii ki orada bir bira içmem şarttı, tüyler diken! Raynor’ın ekibinin fotoğraflarından hydralisk kafatasına, tamir edilmiş jukebox’tan yukarıdaki kırık ekranlara kadar düşünülmüş ve beni çok memnun eden bir kısımdı. Maalesef Arcade de sona kaldı ve çok bir şey yapamadım ama Deathwing denemeyi başardım! Burada bir de ufak bir sergi vardı, sanırım cosplayerların yaptığı Blizzard temalı aksesuarlardı (falancanın yaptığı Frostmourne gibi).
Unutmadan son bir ek daha yapmak istiyorum: Müzik. Sanırım Blizz seven sevmeyen herkesin Blizz ile ilgili takdir edeceği şeylerden birisi müziktir (diğeri de cutscene’ler). Bu ortamın içinde bir de her yerde Blizz oyunlarından müzikler çalıyordu. Hani kaç kere böyle durup etrafa bakayım falan derken arkadan Tristram theme, Terran One falan girdi, tüyler nasıl diken! Ortamı gerçekten bir üst seviyeye çıkarıyordu müzikler.
Bölüm 5: Sosyal Ortam
Nasıl gidileceği, nerede kalınacağına dair konuştuk, böylece az çok kafanızda canlandırdığımıza göre yaptığım şeylere ve etkinliklere geçebilirim. Ama önce biraz ortamı anlatayım!
Her şeyden önce tavsiyem topluluğun parçası olmaya çalışmanız. BlizzCon topluluk için yapılan bir etkinlik ve bugün her ne kadar oldukça büyümüş olsa da işin özü değişmiş değil. İnternette böyle herkesin başka bir şeyden şikayet ettiği, herkesin birbirine laf sokma peşinde olduğu ortamı tamamen unutun arkadaşlar. Harika bir arkadaşlık ve destek ortamı var. Avrupa bölgesinden gelmeme ve oraya tek başına gitmiş olmama rağmen bile kesinlikle hiç yalnızlık hissine girmedim. BlizzCon parties, BlizzCon events falan diye biraz aratıp Facebook gruplarında gezip etkinlikler buldum… ki macera da burada başladı. İlk boş günüm Çarşamba’ydı ve ne yapacağıma dair fikrim yoktu. O sırada BrewCon’dan haberim oldu: Topluluktan bir grup butik barları gezeceklermiş. Başlamasına saatler kala discord kanallarına girdim, kimsin nesin demeden atla gel dediler. Hatta telefonuma internet almam uzadı, beklediler, bir kişi de surat yapmadı. Normalde Lyft için çalışan birisi, o sene BlizzCon’a gidemeyecek olmasına rağmen bizimle takıldı ve ücretsiz olarak taşıyabildiği kadar kişiyi taşıdı. Araba süreceği için içmiyor da öyle hiçbir getirisi hiçbir beklentisi yok. Ortam böyle bir ortam. Ponçiklik üst seviye.
BrewCon keyifliydi, öyle herkes kafasına göre birbiriyle konuşuyordu. Sonra zaten etkinliği düzenleyenlerle de konuştum, amaçları bu kaynaşmayı sağlamakmış. Gerçekten de o günkü tecrübem sayesinde BlizzCon’daki ortama çok daha hızlı uyum sağladım. BrewCon’a mutlaka bakın, bakmasanız da o rahatlığa kafanızı alıştırın. Etkinlik boyu kimin yanına gittiysem en ufak ters tepki almadım. Benim gibi muhabbete girme konusunda gerilen arkadaşlar için demem gerekir ki özel bir şey yapmadım. Katılabilir miyim diyip insanların arasına girdim. Sonra o ponçiklik bana da sıçradı zaten. Mesela 2. gün bir şeyler yemeyi düşünüyordum. Hangi büfeye gitsem derken benzer durumda birini gördüm, daha gergin görünüyordu. Bir şeyler yemeyi mi düşünüyorsun, beraber yiyelim mi diye yaklaştım, sohbet ede ede sırada bekledik. Sonra orada tek başına yiyen birini gördük, dedim gel, beraber o kişinin yanına oturduk. Üç çekingen insan (ben aralarında en aktifi kaldım) tatlı tatlı sohbet ettik. Derken elinde iki şarap kadehiyle bir hanım oturdu, o da katıldı. Geyik yaparak başladık, sonra derin konulara girdik. İşte bir “anne” olarak hayatını yönlendirme konusundan çekincelerinden bahsetti, başka biri kendi güvensizliklerine değindi, hani derin muhabbetlere girdik. Sonra öğrendik eşi Blizzard’da yüksek seviye kişilerden biriymiş, bu arada yanına oturduğumuz kişinin Almanya’daki dövmecisinin numarasını falan aldı, hani böyle… nasıl bir ortam bu ya, ne güzel bir ortam bu hisleriyle dağıldık sonra.
Başka bir sefer katıldığım bir masada EA’den bir oyun tasarımcısı vardı, tüm masa hepimiz sırayla hayalimizdeki oyun konseptlerini anlattık, sonra tasarım kısımlarını tartıştık. Başka bir sefer de telefonu şarj etmek için duvar kenarına oturmuştum, yanımda bir Medivh cosplayer’ı vardı. Medivh naber ya diye lafa girdim, iyi ama benim çırak hayırsız biraz falan diye geyiğe vurdu, sonra yarı geyik yarı roleplay muhabbet ettik. Başka bir sefer birisiyle Diablo videosu konusunda ABİ ÇOK ACAYİP DEĞİL MİYDİ HUAAA diye karşılıklı gazlandık, sonra öğrendim adam WoW’da 3D modelciymiş, BfA zırhları üstüne falan çalışmış. Ben böyle ABİ ÇOK İYİYDİ AMA BEN ÇOK MEMNUNUM ŞU AN ROGUE‘UMUN TİPİNDEN!! SÜPERSİNİZ YEA diye gazlandım, adam böyle çok mutluluk ve gururla doldu falan. Başka bir sefer Terran Gregory bize Chris Metzen’in seslendirme öncesi kendini nasıl hazırladığını gösterdi… Kabaca bir süre orc sesiyle son seviye bağırarak…
Ne bileyim işte rastgele yerlerde birbirine For the Horde! diye bağıranlar… Bir sefer birisi erkekler tuvaletine girdi, For the Alliance! diye bağırdı, içerideki herkes aynı anda “nope” dedik, sonra hepimiz güldük eğlendik. Böyle kostümlerle gezen çocuklardan tutun da tahminen 60 yaşlarında çiftler; Amerika’nın ve dünyanın dört bir yanından insanlar… Cidden ayrı bir tecrübeydi. Üstteki kısmı nefessiz yazdım zira bu anılar (ki çok daha fazlası var) Lilith heykelini görmekten, heşteg bilizkooon diye selfie çekmekten kat kat daha önemli ve keyifli. Benim gibi internet olumsuzluklarından sıkılan, oyunlardan keyif almayı amaçlayan, firmaların fanı olmayı kötü görmeyen biriyseniz çok daha fazla eğleneceğinizi garanti ediyorum.
Benim genel stratejim şuydu: Ana panellere gitmek yerine ufak panellere ve diğer şeylere odaklanmak. Bu kararı aldığıma da çok memnunum. Evet, Diablo 4 sistemlerini o sırada öğrenmek, belki bir de soru sormak ilginç olabilirdi ama o ana salona giden sıraya girip saatlerimi Diablo ve WoW panellerine vermektense gezmek, insanlarla konuşmak, yan etkinlikleri yakalamak beni çok daha memnun etti. O panelleri zaten sanal bilet üstünden izledim. Nelere gittiğimi anlatayım!
Bölüm 6: Etkinlikler
Tabii ki önce açılış seremonisine katıldım. Mythic Stage’e gitmeye çalıştım ama yetişemedim, hemen yandaki WoW sahnesine geçtim. Orada içecek bir şey için sırada beklerken Ion’cığıma denk gelip bir fotoğrafa çektirdim. Böyle olması da iyi oldu galiba çünkü ana salonda teknik bir sıkıntı yaşanmış, bazı salonlarda zaten “çocuklara uygun” gösteriler yapıldı. Biz hem büyük sahnedeydik hem de herşeyi izledik ve kesinlikle Con’un en unutulmaz kısımlarından biriydi.
Yani bir tarafta Diablo 4’ün açıklanmasına şahit olmak falan gibi bir durum var ama galiba en güzel kısmı o harika videoları dev bir ekranda, yüzlerce kişiyle izlemekti. Hani D4 videosunda herkesin birbirine bakıp “…abi Blizzard mı bu, ne izliyoruz şu an, NELER OLUYOR??” bakışları atması ya da Lich King Sylvanas’ın kafasına DAĞ?? atınca hep beraber yükselmek, sonra Sylvanas’ın zincirleri, miğferi alması, giyeceğini düşündürmesi, parçalamaya başlaması ve başarıp göğü yarması sırasında gittikçe herkesin gittikçe daha da delirmesi, Overwatch videosunda herkesin duygulanması (hayır canım, HİÇBİRİMİZİN gözü falan dolmadı, ne alakası var??)… Evde izlemekten çok daha heyecan vericiydi kesinlikle!
Profesyonel tarafım için kariyer ve şirket kültürü paneline gittim. Bu paneller her zaman keyifli oluyor. Blizzard’da çalışan insanların da girmeden önce endişeler yaşamış olmaları, neredeyse hepsinin en az bir defa reddedilmiş olması gibi şeyleri duymak insana şevk veriyor. Hani Blizzard’da çalışmayı düşünmeseniz bile “Blizzard’da çalışmayı başarmış insanlar bile zorluk yaşadıysa ben de yaşarım” diye motivasyon kazanmak mümkün. Hepsinin çok mütevazı olması da ayrı hoştu, mutlaka her ortamda egolu insanlar olur ama genel ortamın güzelliğini görmek hâlihazırdaki şirketinde bunu bulamayan bir profesyonel olarak bana ümit verdi.
Pek sevdiğim Carbot’un paneline maalesef geç kaldım ama yetişmeyi başardım yine de. Carbot panelinde çok fazla genç vardı o dikkatimi çekti. Belki on beş yaşında arkadaşlar animasyon teknikleri üzerine sorular sordular, notlar aldılar. Ben de sonrasında gidip Carbot’la fotoğraf çektirdim işte. Bu arada Carbot gerçek hayatta, orada görüldüğünden DAHA DA minnoş bir adammış. Eşi de kendisi de pek eğlencelilerdi.
En az seremoni kadar etkileyici bir panel de Warcraft ses aktörleri paneliydi. Merak eden arkadaşlar görmüştür belki, standart muhabbetlerin üstüne yaptıkları çalışmalara girdiler ve tiyatro seviyesi çalışmalar yaptıklarını gördük. Üstüne Thrall ve Saurfang ses aktörleri arasındaki böyle bir çalışmanın kaydını izledik. Hem genel olarak çok ilginçti hem de Metzen’i o modda görmek çok keyifliydi. Sonra utanmadan gidip sahnede birkaç videoyu tiyatro gibi oynadılar! Bunu canlı izlemiş olduğuma gerçekten çok memnunum!
Bu ana etkinliklerin yanında bahsettiğim ufak tefek şeylere katılmak (Joeyray’s Bar gibi) açıkçası paneller kadar keyifliydi. İşte bir yerde Lego’dan bir Overwatch mozaiği vardı. Dev bir mozaik düşünün, karelere ayrılmış. Her kare 4 renk. İçeri giriyorsunuz, elinize yatay, ince, 4×4 çıkıntılı bir Lego veriyorlar. Sonra orada Lego kutuları var, oradan yine ince, 2×2 parçalar var. Doğru 4 rengi bulup takıyorsunuz elinizdeki parçaya, sonra oradaki görevlilere veriyorsunuz, takıyorlar doğru yere. Saçma gelebilir ama o Lego parçalarını alırken karşılıklı “Off acaba 4 doğru rengi bulabilir miyiz arkadaşlar? Bence yaparız”, “Gerçek Overwatch proluğu budur” geyikleri ve bir parçasını da sizin yapmış olmanız falan işi çok keyifli kılıyor.
Onun dışında imza alınabilecek bir dizi kişi vardı. Christie Golden, Samwise gibi efsanelerle tanışıp imza atarken iki laflayabilmek falan çok hoştu. Yine ortamın nasıl olduğunu anlatmak için bir örnek vereyim: O imza kuyruklarının olduğu yerde aynı zamanda kitap satışı da vardı. Birisinin sırası geldi ama kitabı oradan alacağını düşünmüş. Görevli, çocuğu (çocuk diyorum ama genç işte) sıradan çıkarıp kitap almaya yollamak yerine rafta öyle gösteriş amaçlı duran kitabın birini açtı, çocuğa verip “Ben bunu sana vereyim, çıkışta ödemesini yaparsan sevinirim” diye bıraktı. Bir kere de arkasından bakmadı, kimseye kaş göz yapmadı.
Bölüm 7: İstiklal Marşı ve Kapanış
Yani arkadaşlar, “özetle” harika bir tecrübeydi. Açılış seremonisi gibi önemli kısmından tutun da yemek kuyruğunda yapılan muhabbete kadar her anından ayrı keyif aldım. Bir daha normal şartlarda yolumun kesişmeyeceği bir dizi insanla tanıştım ama başka bir yerde karşılaşırsam 10 yıllık arkadaş gibi sarılıp merhabalaşacağız muhtemelen. Internetin toksik ortamı olmadan insanlarla oyun konuşabilmek, bir şeylerin “fanı” olmanın ne anlama geldiğini anlayan ve prim yapmaya değil de birbirine güzel bir ortam yaratmaya çalışan insanlarla bir araya gelmek, üstüne bunun hepsini Blizz çatısı altında yapmak gerçekten inanılmazdı. Blizzard fanıyım diyen herkese -eğer maddi durumunuz izin verirse- hayatınızda bir kere yapmayı kesinlikle tavsiye ediyorum. Bunun gibi üç tane yazı yazsam da unutacağım ya da gerçek hislerini anlatamayacağım şeyler olacaktır. Gidin, görün, yaşayın. Giderseniz bana da haber verin, kim bilir belki orada karşılaşırız!
Bu yazı bir nevi Blizz fanlığına adanmış olduğuna göre, yazıyı gelmiş geçmiş en sevdiğim oyundan bir sözle kapatıyorum.
En Taro Adun, okuyucular!